Türkiye’nin önümüzdeki dönemi, üç temel çelişki yumağındaki gelişmelerin siyasi etkilerinin bileşimi tarafından şekillenecek. Bu üç önemli olayı da birbirinden keskin çizgilerle ayırabilmek mümkün değil, birisinde ortaya çıkan sonuçlar diğerlerinde çarpıcı gelişmeleri tetikleyebiliyor. Bu üç önemli alanı ekonomik kriz, Suriye’de sıranın Kuzey cephesine gelmesi ve ABD ile yaşanan diplomatik gerginlik olarak tespit edebiliriz.
Erdoğan’ın G. Afrika’da BRICS toplantısında, damat Albayrak’ın da Çin’de eş zamanlı bulunu sebebi büyük oranda ucuz dış kaynak arayışından kaynaklanmaktaydı. Ancak bu alternatif kaynak arayışları “Şüyuu, vukuundan beter” sözünü hatırlatırcasına doların 5 liranın da üzerine tırmanmasına mani olamadı. Türkiye ekonomisi freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı gidiyor. Bol dolar günlerinin bitişinin bir türlü anlaşılmayışı, ekonomideki canlılığın kendi dinamiklerinden kaynaklandığı yönündeki gereksiz özgüven ülkeyi bir sürekli devalüasyon noktasına getirdi. IMF yerine Putin’in ve Xi’nin el vermesiyle BRICS Bankası’ndan borçlanma fikrinin Batı finans oligarşisinin çok da hoşuna gitmeyeceği ortada. ABD ekonomisindeki hızlı büyüme ve işsizlikteki rekor gerileme de FED üzerindeki faiz arttırma baskısını arttırıyor. Birikmiş şirket dış borçlarının ödeneceği Eylül ve Ekim öncesinde yeterince alternatif bulunamazsa şirketlerin batmaya başlaması hızlı bir biçimde bankaları ve devlet bütçesini de aşırı zorlayacak sonuçlar yaratabilir.
Trump-Putin arasında gerçekleşen Helsinki zirvesi sonrasında Suriye’de hızlanan PYD-Suriye hükümeti görüşmeleri ve sonrasında İdlip operasyonunun yaklaşmakta olduğuna dair işaretlerin artması, Suriye Savaşı’nda son aşama olması beklenen Kuzey cephesinin açılmakta olduğunu gösteriyor. Suriye tarafının PYD’yi yeni dönemin kurucu bir paydaşı olarak kabul etmesi ise Türkiye dış politikası açısından tarihi bir yenilgi anlamına gelecektir. Suriye-PYD ilişkilerinin olası seyri ile ilgili gereğinden fazla iyimser değerlendirmeler yapmak yersiz olur. Suriye devleti üstten pazarlık yapabilecek avantajlı bir konuma gelmiş durumda şu anda. Ancak PYD’nin Suriye ordusu ile birlikte İdlip operasyonuna katılmasının konuşulması bile yeterince çarpıcı. Bu görüşmelerin nasıl şekilleneceği, PYD’nin Rojava’da etkinleştirdiği yönetim biçiminin Suriye’nin genelinde ne ölçekte model olabileceği, Suriye devletinin Arap devleti olma halinin ne derece dönüşebileceği, Soçi’de yeniden başlayan Suriye Anayasası tartışmalarında özerkliğin ne biçimde kendisine yer bulabileceği gibi başlıklarda Putin’in Türkiye’nin çıkarlarını ne oranda arkalayacağı belirleyici olacak. Lavrov’un İdlip operasyonunun acil bir zorunluluk olduğunu vurgulaması dikkat çekici.
Rahip Brunson konusunda ABD hükümetinin Türkiye’ye yaptırımlar uygulama kararı alması da Erdoğan’ın sorunları erteleme, küresel düzenin çatlaklarında hareket etme yeteneğini sınırlayacak bir gelişme olarak okunabilir. Bu taktik şimdiye kadar bir noktaya kadar çalıştı. Ancak Türkiye gelinen bu noktada daha net tercihler yapmaya zorlanacak.
Bütün bu gelişmeler seçimlerden sonra ortaya çıkan “muhalefetsizlik” durumunu ortadan kaldırmak için çok önemli fırsatlar yaratmakla birlikte bu fırsatların bir dinamizmi nasıl tetikleyebileceği konusunda büyük bir belirsizlik mevcut. Seçimler sonrasında CHP ekseninde ortaya çıkan çöküntü haline gerektiğinden fazla hayıflanmak ve yaşanan ataleti bununla açıklamak sosyalistlerin işi olamaz. CHP, bu süreçteki rolüyle faşizme geçişin önündeki engelleri etkisizleştirme konusunda önemli bir rol oynadı ve hiç kuşku yok ki bu rolünü oynamaya devam edecek. Bizlerin buna hayıflanacağı yerde bunu bir fırsata dönüştürmesi gerekiyor. Düzenin gayri meşruluğunu vurgulayan aktif bir ajitasyon, demokrasi güçlerinin güçsüzlükten değil yanlış ve başarısız önderlikler tarafından yenilgiye mahkum edildiklerinin ısrarlı anlatımı, içine girdiğimiz kriz konjonktürünün milliyetçi bir söylemle emekçi sınıfların ortaya çıkacak tepkilerini sönümlendirmesine izin vermemek için ideolojik ve örgütsel hazırlık, çeşitli anti-faşist güçlerle yan yana gelişlerin arayışını büyütmek, HDP’nin muhalefetin merkezi haline gelme noktasındaki handikaplarına etkin müdahaleler dönemin kilidini açacak araçları temin edebilir. Ekonomik kriz kendiliğinden siyasi sonuçlar yaratamaz ancak sınıfın içine gömülmüş devrimci önderlikler ekonomik düzeni ve siyasi rejimi karşısına alabilen tepkileri harekete geçirebilir. Küçük gibi görünen çıkışların bile faşizmin tüm sahte zafer havasını dağıtabileceği bir kaotik hal içerisinde olduğumuz yeterince ortadadır.
ABD emperyalizmin sadece bölgemizde değil tüm dünyada yarattığı tahribat ezilen halklarımızın ortak bilincidir. AKP’yi diktatörlüğe taşıyan sürecin taşlarının da ABD tarafından çakıldığı ve bugün yaşanan gerilimin de kronik değil semptomatik olduğu ortadadır. Kimi dönemsel dengelerin ABD emperyalizmine dair bilincimizi etkilemesini de kimse beklememelidir. Bu bilincimiz Moduro “saflığı”yla bir diktatörün destekçisi olma saçmalığı yaratamayacağı gibi emperyalizmin şu veya bu biçimde savunucusu olmak gibi bir zaafa düşmemize de müsaade etmez. Bütünün konjonktür, teorinin pratik üzerindeki hakimiyetini unutarak siyasi bilinç geliştirenlerin vay haline…
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]