Erdoğan kapıya dayanan büyük krizi “dış kaynaklı ekonomik savaş” olarak gösterip en azından yaratacağı siyasal yıkımın etkisini azaltabilecek mi? Ekonomik yönden ortaya çıkacak yıkımı hafifletmesi hemen hemen imkansızdır; ancak siyasal tahribatını azaltmaya uğraşıyor. Bütün gürültünün hedefinde bu basit amaç var.
İktidar medyasına bakarsak Saray “krizi fırsata çevirmektedir”. Görüntülerde dolar yakanlar, İPhone’ları çekiçlerle kıranlar krizi fırsata çevirmenin kanıtları mıdır? Tam tersine yıkımın görüntüleri yerine Saray medyası elbette ekonomik savaşa katılanların kahramanlıklarını yayınlayacaktır. Çok iyi biliniyor ki, krizin dalgaları başta inşaat ve enerji sektörlerinin kıyısına gelip dayanmıştır. Hemen arkasından bankalar feryada başlayacaktır. Aslında Saray, zaten başlamış olan feryatları “ekonomik savaş” adına yasaklamakta ve tehdit etmektedir.
Bu gürültülerin arka planında pratikte iki şey yaşanmaktadır. Doların rekoru gösterge faizlerinin de rekor kırmasına yol açmıştır. Ağustos ayının ikinci yarısında hazine tahvillerinin faizi %28’i aşarak yeni bir rekor kırdı. (Mühdan Sağlam, Gazete Duvar, 16.08.18) Böylece devlet ve özel sektör bundan sonra çok daha pahalıya borçlanabilecektir. Savaş çığlıkları arasında bu faiz rekoru hiç öne çıkartılmamıştır.
Öte yandan, frenlenen zamlar çok yakında yağmaya başlayacaktır. Cumhur hükümetinin bunları yerel seçimler sonrasına aktarmak gibi planı olabilir, fakat böyle bir erteleme yıkımı daha da arttıracağı için imkansızdır. Sonuçta Saray, ekonomik savaş konusunda öfkeli nutuklar atarak krizin yaratacağı yıkımın acısını hafifletmeyi deneyecektir.
Olaylara dolar kuru ve faiz oranlarından öteye bakarsak olanların temelinde özelikle bölgemizde yaşanmakta olan yeni güç dengelerinin inşa sancılarının yattığı görülebilir. Saray, Trump’a karşı tehditler savururken elini çok erken açtı. Doğrudan ABD’nin “önemli bir müttefikini kaybedebileceğini” ileri sürdü. Demek ki Saray’ın bu ekonomik savaşta elinde daha etkili bir araç kalmamıştır. Ancak bu “tehdit” Beyaz Saray’da önemli bir etki yaratmış gibi görünmüyor.
Öte yandan Ankara’nın pratikte yeni müttefik arayışları sürmektedir. Çin’le ilişkilerin geliştirilmesi ve kredi anlaşması yolunda adımlar atıldığı söyleniyor. Şu günlerde Katar’la da 15 milyar dolarlık bir anlaşma yapıldığı medyada yer aldı. Bu paranın bankacılık ve finans sektörüne yönlendirileceği söylendiğine göre, krizin inşaat ve enerjiden sonra bankacılığı vuracağı kesinleşmiştir.
Esas önemli gelişmeler Kasım ayında ABD’nin İran’a enerji alanında başlatacağı yaptırımlarla yaşanacaktır. Bu yaptırımlar İran kadar Türkiye’yi de etkilemeye adaydır. Hatta Washington’un bu tavrı Avrupa’dan da tepki çekmiştir. Fransa, Almanya ve İngiltere Trump’ın bu tavrına tepki göstermişlerdir. Olaylar derinleştikçe Avrupa’nın tepkisinin bir derinlik kazanıp kazanmayacağı görülecektir.
Trump’ın Ankara’ya tavrına karşı İran ve Rusya’dan tepkiler hiç gecikmeden geldi. Hatta Avrupa’dan da Merkel’in çıkışlarıyla bir destek gelmiştir. Avrupa göçmen sorunu nedeniyle Ankara ile iyi geçinmeye çalışıyor. Ayrıca Türkiye’nin borçları Avrupa bankalarınadır. Bu nedenle Merkel, sınırlandırdığı Hermes kredilerini yeniden serbest bıraktı. Saray bu ara Macron ile görüşüyor. Ankara böylece Washington’un estirdiği fırtınadan kurtulabilecek midir? Bundan daha önemli olan Ankara’nın başka bir yolu kalmadığı için kapı kapı dolaşıyor olmasıdır.
Tüm bu gelişmelere yukarıdan bakınca keskinleşmemiş olsa da ortaya bazı saflaşmaların çıkmakta olduğu görülebilir. Bir yanda arkasında Rusya ve Çin’in durduğu İran, Türkiye ve Katar saflaşması şekilleniyor. Aslında buna bir saflaşma demek bile fazla olur. ABD’nin bölgedeki tavırlarına karşı paralel tepkiler ortaya çıkıyor.
Öte yandan, içinde önemli enerji anlaşmaları olan İsrail, Kıbrıs ve Mısır birlikteliği şekillenmektedir. Suudiler ve Körfez emirlikleri de bu safa yakın durmaktadır.
Bu saflaşmaların gidişini Amerika’nın Kasım sonrası İran’a uygulayacağı yaptırımlar ve bunun sonucu ortaya çıkacak gerilimler belirleyecektir.
Bu tabloya baktığımızda Erdoğan’ın “önemli bir müttefikini kaybetmek üzeresin” çıkışı onun Amerika’ya karşı elini güçlendirmezken, dolaştığı kapılarda elini oldukça zayıflatmaktadır. Saray iç politikada ekonomik savaş çığlıkları atarak konumunu korumayı başarabilir; fakat dünya kurtlar sofrasında böyle yaparak durumunu zayıflatıyor, kolay yutulacak bir lokma gibi görünüyor.
Saray’ın yanıldığı bir diğer nokta kendisini Türkiye sanmasıdır. ABD Erdoğan’ı kaybedebilir, ancak buradan Türkiye gibi bir müttefikini kaybettiği sonucu çıkmaz. Erdoğan kendisini Türkiye sandıkça bugüne kadar biriken hatalarının derinliği ve kapsamı iyice büyüyecektir. Böyle bir durumda Saray’ın çöküşü de büyük olur.
[button link=”https://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]