İklim Darbesi
Ayşe TANSEVER
27 Aralık 2009
Kopenhag İklim Konferansı, COP–15, bir darbe ile bitti. Bu durum, ALBA ülkelerine göre “son 200 yılın en önemli etkinliği” idi. Zengin ülkeler bir “Obama şov” ile yoksul ülke halklarını bir oldubittiye getirdiler. Dünyamızı yöneten finans kapital güçlerinin bu aldığı karar yoksul milyonlarca insanı iklim değişikliğinin doğuracağı ısınma, kuraklık, sel felaketi ve açlık ile karşı karşıya bırakacak. Hatta Morales’in deyişi ile “toprak anamızı” tahrip ederek insanlığı yok edecektir.
Fidel Castro’nun belirttiğine göre, ABD Başkanı Barack Obama geldikten sonra 25 gelişkin ve gelişmekte olan ülke liderleri büyükçe bir salonda toplandılar. Aralarında sadece 16 ülke liderinin söz hakkı vardı. Kimilerine göre daha önce Avustralya ve ABD tarafından hazırlanmış bir metin toplantıya sunuldu. 7 Aralık’ta toplanan zirvede 10 günden beri tartışılanlar hiç dikkate alınmadan bu yeni metin üzerinde konuşuldu. Sonra Obama sabaha karşı uçakta birlikte getirdiği gazetecilerin karşısına geçip anlaşmanın sağlandığı açıklamasını yaptı. Ballandıra ballandıra maddeleri açıkladı. ABD’li gazetecilerin geçtiği haber de dünya halklarına duyuruldu. 10 gün süren iklim savaşı sanki bir “mutlu sona” ulaştı.
Birleşmiş Milletler tarafından 2 yılda bir düzenlenen bu konferansa dünya ülkeleri temsilcileri katılırlar. Sorunlar 2 hafta boyunca tartışılır sonra ortak bir nokta bulunup oylanarak kabul edilir. Bu yıl yapılan konferans öncekilerden daha önemliydi. Küresel iklim değişikliği hem 100 milyonlarca insanın yaşamını tehdit eder hale gelmişti, hem de şimdiye kadar üzerinde anlaşmaya varılan Kyoto Protokolü’nün süresi bitmek üzereydi ve Bush döneminde ABD protokolden çekilmişti.
Önemi nedeniyle 193 ülke üst düzey yetkilisi 7–18 Aralık tarihleri arasında Kopenhag’da toplandı. Ayrıca son iki gün içinde de 120 tane devlet başkanı geldi. Demokratik bir şekilde karar alınacaktı. Sonuçta 16 tanesinin kabul ettiği metin dayatıldı. Arkasından BM toplandı. Büyük çoğunluk kabul etmedi ama protokole “kaydettik” olarak geçti. Ülkeler dağıldı. Yani 25 gelişkin ülke tarafından kabul edilen metine yoksul ülkeler boyun eğdiler. Daha doğrusu boyun eğmeğe zorlandılar. Bu metin emperyalist ülkelerin yoksul ülkelere yaptığı bir darbedir. Dünyamızda demokrasi filan olmadığı bir kez daha ortaya konulmuş oldu.
Vaat Edilenler
Hava kirliliğinin yoksul ve zengin ülkeler arasında neden bir çatışma noktası olduğu, bilimsel açıklamalarına dalmadan, kısaca şöyle konulabilir. Sanayi üretiminin ya da enerji kullanımından salgılanan CO2, yani karbondioksit gazı, atmosferde 350 ppm (milyonda bir) değerini aştığı durumda atmosferin güneş ışınlarını soğurma miktarı gezegenimizin iklim özelliklerini değiştirecek ölçüde artar. Bu değer bugün 390 ppm’nin üstündedir. Bu düzey hem aşağıya çekilmeli, hem de gelecekte yükselmesinin önüne geçilmelidir. Yani kalkınmış ülke CO2 salımı sınırlandırılmalıdır.
Merkez ülke yerleşim alanlarında salınan CO2 gazı yoksul ülke yaşam alanlarında doğal felaketlere yol açıyor. Bir yanda seller yerleşim alanları kadar tarıma zarar verip can alırken diğer yanda kuraklık tarımsal üretime darbe vuruyor. Yaşamın temel maddesi su bulunamıyor. Buzulların erimesi ile Pasifik Okyanusu’ndaki çoğu ada-devlet su altında kalacak. Gerek sel gerekse kuraklık insanları yaşanabilir mekânlara göçe zorluyor. Sosyal çalkantılar başlıyor. Kısacası Güney Asya, Afrika ve Latin Amerika ve çeşitli adalarda yaşayan yüz milyonlarca insanın geleceği kararmış durumda. Kopenhag bu sorunlara ortak bir bakış ve çözüm arama amaçlıydı. 200 yılın en önemli etkinliği olması bu anlamda doğrudur.
24 ülke arasında imzalanan metin bu sorunlara ciddi bir çözüm getirmekten uzaktır. İklim ısınmasının 2 derece ile sınırlanması kararı bir anlam ifade etmez. Metinde alınan kararların uygulanmasında hiçbir bağlayıcılık yoktur. Öte yandan yoksul ülkelere 3 yıl içinde 30 milyar ve 2012–2020 tarihleri arasında 100 milyar dolar verilme sözünün bu miktarın yetip yetmemesi bir yana hiç bir garantisi yoktur. Merkez ülkelerin daha önceki çeşitli konferanslarda verdikleri bu türden para sözlerinin arkasında neler olduğunu herkes bilir.
Hava kirliliği zengin ülkelerin yaşam biçiminin yol açtığı bir sorundur. Bu yaşam biçiminin doğada yarattığı kirliliğin bedeli bunda hiçbir suçu olmayan yoksul kalkınmakta olan ülkelere ödettirilmektedir. O nedenle yoksul ülkeler zenginlerden tazminat isterler. Merkezlerin yarattığı kirliliği kısmasını yoksa insanlığın yok olacağını savunurlar.
Darbe Nasıl Düzenlendi?
Sivil toplum örgütleri (STÖ) konferans öncesinden müthiş bir hazırlık yaptı. Kopenhag’ın yeni Seattle ve Cancun olacağını ilan edildi. Yani “Seattle ve Cancun Savaşları”ndan sonra şimdi “Kopenhag Savaşı” yaşanacaktı. Hatırlanacağı gibi 1999’da Seattle’da ve 2003 Cancun Dünya Ticaret Örgütü toplantılarında büyük gösteriler düzenlenmişti. Seattle’da Clinton konuşturulmadı. Cancun da ise DTÖ’nün yoksul ülkeler sömürüsünü arttırıcı maddelerin kabulüne karşı çıkılmış ve sonra Doha görüşmeleri kararı alınmıştı. Yani yoksul ülkeler buralarda merkez ülkelere baş kaldırmışlardı. Şimdi sırada “Kopenhag Savaşı” yapılacak ve bu kez iklim konusunda merkez ülkeler dinlenmeyecekti.
Günler öncesinden STÖ’lere bağlı çoğu genç eylemci Kopenhag’a akın etti. Konferansta 193 ülke temsilcisinin toplantı yaptığı, sorunları tartıştığı Bella Center çevresinde kimi zaman sakin, kimi zaman öfkeli gösteriler yaptılar. Yüz binlerin katıldığı büyük bir yürüyüş gerçekleştirildi. Ellerinde “iklim değil sistem değişsin” gibi pankartlar taşıdılar. Yüzlerce eylemci tutuklandı. Yaralananlar oldu. Polisin sert davranması eleştirildi. Göstericiler, “Halk İklim Konferansı”nı yapmak, Bella Center’ı işgal etmek istediler. Tüm dünyanın gözü buraya çevrildi. Yoksul ülke ve zengin ülke temsilcileri arasında tartışmalar başladı.
Toplantı arasında İngiltere ve ABD tarafından hazırlandığı söylenen gayri resmi bir metin Danimarka adına basına “sızdırıldı”. Danimarka metni kalkınmış ülkelerin (ABD, AB, Japonya vb.) kalkınmakta olan ülkelerden (Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya vb.) 50 yıl için 2 kat fazla havayı kirletmelerine izin verilmesini ön görüyordu. Ayrıca gelecek iklim görüşmelerinin “fazla demokratik” olan BM elinden alınıp ABD ve AB güdümündeki Dünya Bankası’na verilmesini öneriyordu. Ortalık karıştı. Bella Center’da ve sokakta protestolar arttı. Metin havada kaldı. Ama merkez ülkelerin amacı belliydi.
İklim konferansı delegelerinin zengin ülkelerin işine yarayacak türden ortak bir metin çıkartması olanaksız gözüküyordu. Devlet başkanlarının geliş programları değiştirilip hepsi bir araya gelebilecek şekilde yeniden düzenlenip konferans sonuna alındı. Konferansın sonunda çeşitli odalarda perde arkası pazarlıklar yapıldı.
Kapalı Kapılar Ardında
Yoksul ülkeler bir blok halinde durdular. Başı G-77 denilen bir grup kalkınmakta olan ülke çekti. Afrika kıtası ülkeleri ve OASIS (Ada Ülkeler Birliği) de bu gruba destek verdi. Böylece yaklaşık 130 yoksul ülkeden oluşan bir blok haline geldiler.
G-77’ler genellikle G–77+Çin olarak bilinirler. Çin bu grubun eskiden içinde olsa bile sonradan daha az bağlayıcı bir konuma girdi ama İklim Konferansı’nda yoksul ülke çıkarlarını savunma sözü verdi. Grubun sözcülüğünü dönem başkanı olarak Sudan yürütüyordu. Sudan bilindiği gibi merkez ülkeler karşısında duran bir ülke hatta devlet başkanlarının jenosit suçlaması ile yargılanmak üzere tutuklanma emri var. Sudan sözcüsü Lumumba Di-Aping konferans boyunca çetin bir dövüş verdi.
G-77’in bilimsel sözcülüğünü Filipin delegasyonu yapıyordu. Bu konularda çok deneyimli, yıllardır iklim konusunda Cenevre’de çalışmış, “ejderha kadın” olarak bilinen, “kalkınmakta olan ülkelere iklim borcunuzu ödeyin!” diye avaz avaz bağıran Bayan Müller konferansın son günlerinde hiçbir gerekçe gösterilmeden görevinden alınıverdi. G-77’lerin bilimsel sözcüsünün sesi birden kesildi. Filipin delegasyonu ülkesine geri döndü. Aslında durum belliydi. Filipinler İklim Konferansı’nda satın alındılar.
G–77 arkasında destek duran Afrika ülkelerini Etiyopya Devlet Başkanı Meles Zenawi temsil ediyor ve devlet başkanları arasında koordinatörlük yapıyordu. Milyonlarca Afrikalı için Zenawi bir umut haline geldi. Merkez ülkelerden iklim nedeniyle 400 milyar dolar tazminat istiyorlardı. Konferansın son günlerine gelinirken 53 Afrika ülkesini temsil eden Meles Zenawi, Kopenhag yolu üzerinde Paris’e uğrayıp Sarkozy’i ziyaret etti. İkili zirve sonrasında Zenawi basın karşısına çıktı ve AB’nin 3 yıl içinde 30 milyar dolar vermesinin bir başarı olduğunu açıklayarak herkesi hayrete düşürdü. Kapalı kapılar arasında bir şeyler olmuştu. Afrika ülkeleri bir şekilde Sarkozy tarafında satın alınmış 400 yerine 30 milyara razı edilmişti. Yani G–77 arkasından Afrika desteği tepeden koparıldı.
ABD ile başa baş dövüşen Çin lideri ise bu sıralar Obama ile ikili görüşme yapmaktaydı. Toplantı sonucunda ikili bir takım anlaşmalar imzalandı. Birbirlerine yatırım yapacaklardı. İki ülke de bu anlaşmalardan pek memnundu. Fakat Çin başbakanı her nedense basından kaçtı. G-77’leri yüzüstü bırakmaktan utanıyor olmalıydı. Onları arkasına alarak ABD’ye karşı pazarlık gücünü arttırmış, kendi kısa dönemli çıkarı uğruna G-77’lerin hatta tüm insanlığın aleyhine olan iklim anlaşmasına imza atıvermişti.
Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika da kendi kıtalarının en gelişkin ülkeleridir. Bu ülkeler kendi çıkarlarını merkez ülkelerden yana görerek iklim anlaşma metnini kabul ettiler. Ne tür pazarlıklar yaptıkları henüz bilinmiyor ama dar, bencil çıkarları uğruna insanlığın geleceğini sattıkları açıktır.
Rusya’da bu süreçte farklı bir duruş göstermedi. Obama ile Medyedev kapalı kapılar arkasında Kopenhag’da buluştular. İki ülkenin START olarak bilinen nükleer silahlarda indirim anlaşmasını imzalamalarına çok az kaldığını ve yakında anlaşmanın açıklanacağını belirttiler. Hemen aynı günlerde Rusya’nın NATO’ya hatta DTÖ’ye alınabileceği haberleri çıktı. Rusya Afganistan’da yardımını arttıracak hatta İran’ın arkasından çekilecekti. Yani Rusya da çıkarını yoksul ülkelerden çok merkez ülkeleri arasında görmüştü. Yoksul ülkeler bir darbe daha yediler.
Metni imzalayan 25 ülke içinde Türkiye de var. Cumhurbaşkanı Gül konferansta, Erdoğan’ın “One Minute” dediği Peres ile el sıkıştı. Böylece İsrail ile Türkiye arasında esen kara yellerin biraz yumuşadığı mesajı verildi. Elbette merkez ülkelerin bir zafer kazanmasının arifesinde o saflara da selam vermek uygun olurdu. AB ülkeleri de bu işten memnundular. Çünkü imzalanan metin zaten onların başta açıkladıkları kirlilik indirim kotalarının altındaydı. Hatta AB Komisyonu Başkanı Barroso oranı düşük bile bulduğunu söyledi. Daha çok vermeye razı olduklarını dile getirmeden edemedi. Çevreye duyarlı Avrupalı aydın ve gençlerinin gelecekteki olası protestolarına karşı kendini savunur gibiydi.
Sonuçta bu darbe yoksul ülke temsilcilerinin satın alınması ve parçalanması ile gerçekleştirildi. Gelişmekte olan ülkeler gelişkinlik düzeylerine göre parçalandılar. BRIC ülkeleri daha geri olanlardan koparıldılar. Gelecek değil yakın çıkar etrafında böyle bir kümeleşme yaşandı. “Kopenhag Savaşı” “Cancun ve Seattle Savaşları” gibi yoksul ülkelerin zaferi ile sonuçlanmadı, aksine merkez ülkelerin darbesi olarak tarihe geçecek.
ALBA Ülkeleri
Obama’nın açıklaması yoksul ülkelerden büyük tepki çekti. G–77 başkanı Lumumba’nın anlaşmayı “Soykırıma yol açacak bir sonuçtur” diye yorumlaması büyük yankı buldu. Anlaşma için iklim ırkçılığı, iklim adaletsizliği, iklim terörizmi, iklim jenosidi, cinayeti gibi çeşitli değerlendirmeler yapıldı.
İklim Konferansı’na Chavez ve Morales ALBA ülkelerini temsilen katıldılar. Chavez daha Obama metni kabul edilmeden “Kopenhag Zirvesi’nde olanlar kabul edilemez” diye açıkladı. “Dünya da demokrasi yok. İklim ısınmasının çözümü kapitalist sistemi yıkmaktan geçer. Kapılar açılsın sokaktakiler gelsin onlarla konferans yapılsın” diyerek bir halk konferansı çağrısı yapmış oldu. Ayrıca yoksul ve zengin ülkelerin gelir düzeylerini karşılaştırdı. Çin’in ABD ile aynı kefeye konularak ısınmadan sorumlu tutulmasını eleştirerek Çin yanında yer aldı.
Morales ise Doğa Ana’yı kurtarmaktan söz etti. Morales zengin ülkelerin iklimi tahribini ödemelerini ve uluslararası bir iklim adalet mahkemesi kurulmasını, böylece işlenen suçların cezalandırılmasını önerdi. “Amaç insanlığın yarısını değil hepsini kurtarmaktır. Biz Toprak Anayı kurtarmak için burada toplandık” dedi. Morales ayrıca 22 Nisan 2010’da Bolivya’da İklim Konferansı düzenleyeceklerini açıkladı.
Morales ve Chavez konferansa yolladıkları delegeler ile BM içinde en radikal kanadı oluşturarak iklim sorununun ancak sistem değişikliği, kapitalist sistemin yıkılması ile çözülme yoluna gireceğine baştan işaret ettiler. O nedenle konferanstan bir şey çıkmayacağını biliyorlardı, ama böyle bir darbe de sanırız beklemiyorlardı. Ama konferansın sonucu onları haklı çıkardı. Bu görüşü temsil eden ülkeler Venezüella, Bolivya, Nikaragua, Küba ve Sudan idi.
Sokakta konferans boyu gösteri yapan “İklimi değil sistemi değiştirin!”, “İklim banka olsaydı çoktan kurtarırdınız” diyen örgütler açısından konferans onlardan çalınmıştı ama çok şey öğrenmişlerdi. Mücadeleyi bundan sonra tek tek ülkelerinde sürdüreceklerini dile getirdiler. Tam ALBA saflarına oturmasalar bile onlara yakın düşünmeye başladılar.
“Çeşitli ülkelerdeki dev tekeller sürekli olarak büyüyorlar sınırlı küresel pazar için birbirleriyle rekabet ediyorlar, pazarları, hammaddeleri ve emeği hangi yolla olursa olsun tekellerine almaya çalışıyorlar. Bu dar döngü diğer sosyal sorunları geri zemine taşıyor. İnsan çıkarları ve ihtiyaçları kör kâr peşinde koşmaya tabi kılınıyor.
“Devlet politikaları tekeller tarafından belirlendiği zaman, çok ulusluluk ve şirketler ölüme mahkûmdurlar. Böyleyse çevreyi korumak, savaşlara son vermek için, toplum üzerinde politik ekonomik bir iktidar olan bu şirketlerle savaşmayı da gerektirmektedir.” (www.workerscompass.org yazarı Shamus Cooke, sosyal alanda çalışan bir sendikacı.)
Sonuç
İklim Konferansı Seattle ve Cancun’daki gibi bir yoksul ülkelerin zaferiyle sonuçlanmadı. Darbe ile de olsa merkez ülkeler bu konferansın kendileri açısından kötü olacak sonucunu savuşturmuş oldular. Evet, sadece savuşturdular.
İlk olarak, Kopenhag Konferansı açıkça merkez ülkelerin kendi çıkarlarını başkalarına dayatmada giderek daha çok zorlandıklarını gösterdi. Etraflarındaki yoksul ülke örgütlülüğü büyüyor. BM ve DTÖ toplantıları bunu kanıtlıyor. Çıkarları için kurdukları bu örgütler artık karşılarına dikiliyor. Ama bu örgütleri de başlarından atamıyorlar. Sayılarını arttırmak için her defasında başkalarına daha çok “rüşvet vermek” zorunda kalıyorlar. Çin, Brezilya, Rusya ve Hindistan gibi geleceklerine rakip olarak gördükleri ülkeleri yanlarına alıp onları beslemek çelişkisini seçmek zorunda kalıyorlar. Günlerini kurtarıp gelecek çatışmayı besliyorlar. Bu gelecek çatışmalarını daha da büyütüyor.
İkinci olarak, artık küreselleşmeden söz etmek yanlıştır. Küreselleşmenin yerini Çin ve Rusya gibi ülkelerle yapılan stratejik anlaşmalar, DTÖ’nün yerini ise bölgesel ya da ikili anlaşmalar almaktadır. Bu olgu küreselleşmenin tam tersi ve çok uluslu şirketlerin ihtiyaç duyduğu hammadde, enerji, ucuz emek kaynaklarının yaygınlaşması değil daralması anlamına gelir. Yani merkez ülkeler pazar anlamında da çıkarlarını daraltıcı kararlara imza atıyorlar. Başka boyutlarda bir paylaşım savaşına doğru giriyoruz. Küreselleşmenin sınırları başka şekillerde daha çetin şekiller alıyor.
Üçüncü olarak, merkez ülkelere karşı muhalefeti arkasına almaya çalışan BRIC ülkeleri de Kopenhag Konferansı ile insanlığın geleceğini bu derece ilgilendiren bir sorunda bile bencil olabileceklerini gösterdiler. Bunun sonucu ne olacaktır? Bundan sonraki yoksul-zengin ülke saflaşmasını nasıl etkilenecektir, bu belli değil. Ama şurası açıktır ki bundan sonra bu konferansın ışık tuttuğu başka bir saflaşma gerçekleşecektir.
Dördüncü olarak, yoksul ülkeler bu aldıkları dersten sonra daha radikal olarak kendilerini savunacak ve Venezüella-Bolivya-Küba-Nikaragua-Sudan cephesine geçecekler midir? Böyle bir cephe BM çerçevesinde ya da dünya ölçüsünde kurulabilecek midir? Etiyopya liderinin satın alınması Afrika ülkeleri aralarındaki dayanışma ve bloklaşmayı kesinlikle parçalayacaktır. Ama sonuç ne olacaktır? Merkez ülkeler de karşılarında gelişen bu radikal cepheyi biliyor ve saldırıya hazırlanıyorlar. ABD’nin Venezüella’ya saldırısı gündemdedir. Eğer kısa sürede bu radikal cephe yanına bu savrulan ülkeleri alabilirse o zaman dünyamız başka bir güçler dengesi içine girer. Aksi gibi merkez ülkelerin bu darbesi onları daha güçlü olmaya götürebilir. Yani dünyamız yeni bir soğuk savaş rüzgârlarının estiği döneme doğru hızla kayıyor.
Son olarak, elbette bu güçler dengesi savaşının sonucunu asıl belirleyecek olan sokaktaki halklardır. Kopenhag sokaklarına bakarsak ne görürüz? Bunların ALBA ile bütünleşmesinden pek söz edilemez ama bu güçler tek tek ülkelerinde söyledikleri gibi çok uluslu şirketlere karşı eylemlere başlarlarsa, kriz ile başı belada olan kapitalist merkezlerin kendi içlerinde yıpranmaları kaçınılmazdır. Merkez metropolleri yangın alanına dönebilir. Asıl dünya güçler dengesi belki o zaman başka yönlere doğru akabilir.
“Kopenhag Savaşı’nı” yoksullar kazanmadı, sayıları kabarık olmasına rağmen darbe ile sesleri kesilmeye çalışıldı. Daha çok insan yoksulluk, açlık, susuzluk ve felakete itildi. Böyle giderse, onların gerçekten zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri kalmayacaktır. Bu durumda halklar daha radikal davranma kanallarına doğru kayabilirler. O zaman Kopenhag savaşı bitmemiştir kıvılcım olarak tüm dünyaya sıçrayabilir.