Erdoğan başkanlığa ulaşıp ipi göğüsleyebilecek mi yoksa artık ABD gazetelerinde açıkça bahsedildiği gibi bir darbe onu bu hayalinden mahrum mu bırakacak?
Erdoğan’ın bir yandan siyasi gücünün zirvesindeyken bir yandan da sürekli olarak “bugün, yarın gidiyor” havası içinde tartışılması aslında dönemin barındırdığı çelişkilerin doğal bir sonucu. Türkiye hem küresel ittifaklarıyla ilişkileri açısından hem de iktidar bloğunun farklı fraksiyonlarının birbirleriyle ilişkisi açısından oldukça “yeni” bir dönemden geçiyor. Erdoğan ve şürekâsı bu çelişkili tablonun farkında olduğundan toplum üzerinde kurduğu muazzam baskıyı bir saniye gevşetmemeye büyük özen gösteriyor. Duvarda oluşacak çok küçük bir çatlağın işlerin kontrolünü kaybetmesine yol açabileceğini düşünüyor. O yüzden büyük bir ısrarla saldırmaya devam ediyor. Barış Akademisyenleri’ni tutuklamayı başarmasının mutluluğu ile Can Dündar, Erdem Gül’den de rövanşı almak için bastırıyor. Güçsüzlüğünü ortaya koyacak biçimde, baskısının başarısız olmasını görmek zorunda kalmaktan kurtulmak için davanın görülmesinden 2 gün önce mahkeme heyetinde değişikliğe gidiyor.
Fakat Erdoğan’ın bu baskısı kendisi adına istikrar üretmiyor. Saray cephesinde tedirginlik hiç tükenmiyor. Zerrab’ın FBI’a teslim olması tansiyonu daha da yükseltiyor. Rivayet odur ki Davutoğlu, İran gezisi sırasında Zerrab’ı kendilerine teslime edeceğine söz vermiş, bunun üzerine petrol komisyoncusu çareyi FBI ile anlaşmakta bulmuş. Davutoğlu’nun Manisa’da Arınç ile fotoğraf vermesi de Saray kulislerinde yankılanıyor, Genelkurmay Başkanı’nın son günlerde çok sayıda askerin öldüğü Nusaybin’de yaptığı acil toplantı da heyecanı arttırıyor. Düzen cephesinde gevşek iç koalisyonlardan ses gelmeye başlıyor. Erdoğan öfke tonunu sürekli yüksekte tutarak koalisyondaki olası çatlakları engellemenin peşinde. Dünyadaki IŞİD destekçisi görüntüden kurtulmak için de her sansasyonel IŞİD saldırısı sonrasında Irak’taki Başika kampına bir saldırı tezgahlanması bütün bu süreç yönetiminin değişmez bir parçası haline geldi.
Ancak şurası çok açık ki Erdoğan’ın faşist rejim inşa süreci tüm hızıyla devam ediyor. Erdoğan fiilen zaten hiçbir kurumun kendisinden bağımsız olmadığı bir devlet yapılanması yaratmayı başardı. AKP’nin anayasa çalışmalarına başladığını ve 1 ay sonra metnini kamuoyuna sunacağını açıklaması fiili durumun hukukileşmesi için işlerin hızlanacağını gösteriyor. Koltuğunu ancak Erdoğan’ın desteği ile koruyabilecek olan Bahçeli kendisine referandum için gerekli desteği verecek bir konum almışken komisyonla vs. vakit kaybetmeksizin hızla yürümek gerekiyor. Kürt sorununda hedefledikleri sonuca ulaşamayacakları görülüyor ama AB ile ilişkilerden çıkarılabilecek bir zafer havasıyla yaz aylarında referandum planı masada gözüküyor.
Bu durumda toplumsal muhalefetin içine düşebileceği en büyük zaaf karşı cephede neler döndüğüne gereksiz yoğunlaşarak kendi görevlerini unutmak olabilir. Gezi’den bu yana bu konuda çok hatalar yapıldı. Erdoğan’ın bir biçimde gideceğine kesin gözüyle bakan kimi çok bilmiş komünistlerimiz aylarca restorasyon hikayeleri anlattılar. Erdoğan’a değil Erdoğan’dan sonra gelecek “liberal restorasyon”a tavır almayı marifet bildiler. Oysa bütün bu beklentiler bir yana başkanlık vizesinin alınmasına bir referandum mesafedeyiz. Şu aşamada karşı cephede ne olacağından bağımsız olarak bizlerin ne yapacağı her şeyden daha önemli. Kendi konforunu bozmadan, kendi sorumluluğunu üstlenmeden “Erdoğan’ı kim götürecek” papatya falı açanlar, başkanlığı ona kendi elleriyle teslim ediyor olduklarını akıllarından çıkarmasınlar. Bir yandan yaşam alanlarımızın güvenliği için örgütlenirken diğer yandan hem yerellerde hem de merkezi ölçekte yerli/milli çemberinin dışında kalan tüm güçleri birleştirebilmek, Erdoğan’ın Başkanlık Anayasası’nın karşısına bir demokratik anayasa cephesi ile çıkabilmeyi başarmak en önemli dönemsel görevdir. Atılan her adımın bu genişlikte düşünülmesi gerekiyor. Erdoğan siyaset alanımızı daraltmaya çalıştıkça biz bunları geliştirmek için en büyük ısrarı ortaya koymalıyız. Bunun için bir arada yürüme çabasını ısrarla sürdürmek zorundayız. Düzce’de CHP il başkanının başına gelenler yerli/milli sınıfına girmeyenlerin çemberinin oldukça geniş olduğunu gösteriyor. Sur’da yıktıkları evleri istimlak eden hırsızlar, yarattıkları çürümeyi bir kan banyosuyla görünmez kılmaya çalışıyorlar fakat yapı her yerinden lime lime dökülüyor. Sadece Kürdistan’da değil Türkiye’de de tek vaatleri koca bir hapishane.
Bu koşullarda da birleşmeyi başaramazsak bu vaadi kabul etmiş olacağız.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]