#DirenİnceMemed
Bir 19 Ocak daha geldi. Hrant’ımızın, “Hepimiz Hrantız, Hepimiz Ermeniyiz” diye sokaklara dökülen onbinlerin ardından ağıtlar ve mücadele antları yaktığı kardeşimizin, abimizin katledilişinin üzerinden yıllar geçiyor ama kişiliğinde neredeyse toplumun tüm ezilmişliklerini ve güzelliklerini birleştirmiş o güzel insanı kaybının yarattığı acı ve öfke dinmiyor.
Hrant’ın ölümü sonrasında oluşan büyük öfke ve onbinlerce kişinin katıldığı cenazenin yarattığı umut maalesef sonrasında ileri politik sonuçlara taşınamadı. Daha kötüsü, AKP’nin eski rejimi geriletmesinin manivelalarından birisi haline dönüştü. Sol liberal çevrelerin katillerle AKP’yi ayırma çabaları bu sonucun ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadı. Ulusalcı sol kimi çevreler ise “Hepimiz Ermeniyiz” sloganının milliyetçi reaksiyon yaratacağını savunarak cenazeye katılmayı reddetmişti. Düzeninin mücadele halindeki iki egemen odağının yarattığı manyetik alanın sol ortamdaki yansımaları, toplum içindeki tüm kimliklerin özgürce ve bir arada yaşaması hedefine dönük güçlü bir mücadelenin yükselme olanaklarını daralttı. Bugün 1915 Ermeni Soykırımı’nın üzerinden 100 yıl geçti ve bizler hala toplumun bu korkunç tarihle hesaplaşması noktasında çok az temas yaratabilmiş durumdayız. Türkiye Devrimci Hareketi’nin, hem toplumsal bilinçaltının şekillenişi hem de ilkel sermaye birikimin sağlanması noktasında Türkiye kapitalizminin genlerine yazılı bu olayla ciddi biçimde hesaplaşmaktan kaçınmış olması ise kendi eksikliklerimizle, solun genel “milliyetçiliği” ile ilgili çok şey anlatıyor. 19 Ocak’lar, 24 Nisan’lar bu yanıyla da değerlendirilmeli.
Bugün Hrant’ın katledildiği günden daha iyi bir noktada değiliz. Tam tersine dünya “Medeniyetler Çatışması” rengine bürünmeye doğru ilerlerken Türkiye de Erdoğan iktidarını sağlama bağlama hayalleriyle hemhal olmuş bir İslamileşme sarmalında giderek hızlanarak ilerliyor. Erdoğan’ın kötü bir ilkokul müsameresi görünümündeki 16 askerli saray gösterileri, geçen hafta Cumhuriyet’in Charlie Habdo ile dayanışmak amacıyla hazırladığı ekin yarattığı tepkiler durumun vahametini ortaya koyuyor. Cizre’de yaşanan saldırılar da Erdoğan’ın tüm politik geleceğini bir kıyamet üzerine kurmaya hazırlandığının işareti olarak okunmalı. Kürdistan’da da bir İslami aktör olan Hüda Par’ın rolünün artmaya başlaması Batı ile Doğu arasında kurulabilecek bir paralellik olarak görünüyor. IŞİD destekçiliği dünya çapında en kör gözer batar hale gelen AKP ve Erdoğan uluslar arası sistemle yaşadığı uzaklaşmayı, Rusya başta olmak üzere yeni bölgesel ittifaklar geliştirmek ve kendi standartlarında bir rejim inşa etmek (“Türk tipi Başkanlık Rejimi”) için değerlendirmek istiyor. Bu süreçte de hem olası toplumsal dirençleri sindirmek hem de gerektiğinde Erdoğan’ın bir kurtarıcı rolünde sahne almasını sağlayacak olağanüstü durumların inşası için Cihatçı İslamcılar kullanılacak gibi görünüyor.
Bu durumda özgürlükleri savunma meselesinin giderek önem kazanacağı açıkça görünüyor. Katliamlarla, soykırımlarla yüzleşememiş bir toplumda Aleviler başta olmak üzere tüm ezilen kimliklerin tedirginliğinin giderek arttığı da bir vaka. Burada öz savunmayı esas alan mahalle dayanışmalarının örgütlenmesi konusunda inisiyatif alınabilmesi mümkün görünüyor. Bu üzerinden atlanmaması gereken ve belki de en güncel bir görev haline geliyor.
Fakat daha da önemlisi toplumsal direnci sınıfsal zeminde kurma konusunda oynanabilecek rolleri de sonuna kadar zorlamak gerekiyor. Çünkü toplumun tamamen kimlikler ekseninde bölündüğü ve sert çatışmalar içine girdiği bir ortamda işçilerin kendi sınıf kardeşleri ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Sosyalistlerin en önemli görevi böylesi bir noktaya gelinmesine engel olacak bir politik hat geliştirebilmektir.
Bu hattın en önemli güncel alanlarından birisi Birleşik Metal’in başlatacağı MESS karşıtı grevle dayanışma içinde olmaktır. 15 bin işçinin katılacağı bu grev son yılların en önemli işçi direnişlerinden birisi olmaya adaydır. Grev sadece 15bin metal işçisinin değil tüm emekçilerin sahiplendiği bir toplumsal eylem haline dönüşmelidir.
İkincisi ise 25 Ocak’ta Yunanistan’da yapılacak seçimin SYRIZA tarafından kazanılması sonrasında yaşanacak gelişmelerdir. SYRIZA ne kadar zikzaklar çizen bir görüntü verse de son kertede ciddi bir sınıfsal dinamizm ve örgütlülük üzerine oturuyor, üretim ve bölüşüm meselelerinin siyaset alanının dışına atıldığı, “neo liberalizmin alternatifi yok” döneminin kapanışını Avrupa içinde simgeleyen bir çıkış yapıyor. 2008 krizinin tüm faturasının emekçilere çıkarılmasının sonuna gelindiğine dair güçlü bir rüzgâr esebilir. Böylesi bir sonuç Tsipras’ın pragmatizmlerinin karartamayacağı bir gündem yaratacaktır. Hem SYRIZA ve Yunan emekçilerinin uluslar arası mali sistemle hesaplaşmasına tüm imkânlarımızla destek olmak hem de bu gündemden de yararlanarak, üretim ve bölüşüm sorununun gündelik politikanın daha fazla konusu olması için basınç yaratmak zorundayız. Bu açıdan HDP’nin ekonomi perspektifinde “sermayenin toplumun denetimi altına alınması”na dönük bir takım önerilerin yer alması için de çaba harcamamız gerekiyor. HDP eğer bu seçimlerde sınıfsal dengeleri emekçiler lehine dönüştürecek bir asgari program ortaya koyamazsa, “artık gülme sırası işçilerde” perspektifiyle sermayenin sınırsız çapulunu topluma tartıştırmayı beceremez ise seçim sürecinde sosyalistleri yeterince mobilize edemez.
“Syriza’nın ana kampanya koordinatörü Alexandros Bistis asıl hedeflerinin ‘toplumun kendine güvenini desteklemek, başkalarına bağlı olma hissi ve bir halk olarak kendi planlarımızı yapamamamız fikrinin önüne geçmek’ olduğunu söylüyor. Andreas Karitzis Avrupa toplumları ekonomi politikalarında söz sahibi olmadıklarını kabul etme tehlikesi altında olduklarını söylüyor ve ‘Demokrasi, özgürlük, saygınlık gibi değerler için savaşmak zorunda olduğumuz tarihi dönemler vardır. Biz insanlara umut vermeye çalışmalıyız’ diyor.”
http://www.sendika.org/2015/01/syriza-secimleri-kazanirsa-ne-olacak-lisa-mittendrein-valentin-schwarz/
Sonuç olarak umuda ve inanca hayatımızda daha büyük bir yer açmak zorundayız. Hrant’ı ve bir 15 Ocak’ta kaybettiğimiz Rosa’yı ancak böyle anabiliriz.
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]