Bugün Türkiye’de ve Kürdistan’da halklarımızın politik bir ağırlık yaratarak demokrasi ve eşitlik yönünde birlikte ileri sıçramasını sağlayabilecek en önemli olanak HDP’dir. Bunun sebebi Kürt hareketinin siyasi ve örgütsel gücünü Türkiye’de, Batı’da devrimci demokrasi mücadelesinin gelişmesine olanak sağlayacak biçimde konumlandırmasından kaynaklanıyor. Kürdistan’daki olgunlaşmış ve örgütlenmiş isyan, Batı’daki yansımalarını yüzünü bulunduğu yerdeki çeşitli sorunlara dönmeye, varolan diğer ezilen sınıf iradeleriyle hemhal olmaya yönlendiriyor. Kadrosal bir birikimden halklaşma derinleşmesine geçemeyen sosyalist hareket bu momentumu ileriye doğru atılmak ve halkların ortak mücadelesini büyütmek için değerlendirmeye çalışıyor. Kendi olanaklarını, imkanlarını, yeteneklerini, kapasitesini zorlayarak lokal varoluşunu aşan ve ülke çapında bir siyasi hamleyi zorlayan bir tutum almaya çalışıyor. Çeşitli cenahlardan ezilenler birbirlerinin acılarına değmeye çalışıyor, hiçbir ezilen zümrenin tek başına kurtulamayacağını bilince çıkarıyor, ortak bir kurtuluş için yeni yaşam programı ekseninde hayata tutunmaya, örgütlenmeye çalışıyor.
Burada muhakkak çeşitli alışkanlıklar ayak bağı oluyor. Birbirine çok yakın gibi görünen dinamiklerin aslında birbirlerini anlama noktasında ne kadar ciddi zorlukları olduğu ortaya çıkıyor. Çok küçük gibi görünen kimi sorunların aşılamadığı takdirde devasa bir olanağı heder etme potansiyeline sahip olduğu görülüyor. Bütün zorluklara rağmen bir irade engelleri aşmak ve ortak umudu ete kemiğe büründürmek için çırpınıyor. Bu emeğe el vermek, ne yapılmasının doğru olduğu düşünülüyorsa onu başarmak için sonuna kadar yüklenmek gerekiyor. Aksi takdirde böylesi ağır koşullarda gerçekten sonuç alabilmek mümkün görünmüyor.
Düzenin, AKP’nin, rejimin, devletin politik krizi ise sürekli yeni olanaklar ve motivasyonlar çıkarıyor. Kendisini toparlayan bir politik öznenin çok hızla büyümesinin önünde bir engel bulunmuyor. Küresel iktisadi krizin kalıcılaştığı, bunun önemli jeopolitik anaforlara yol açtığı, statükoların ciddi anlamda sallandığı bir dönemde kendi sözümüzü söyleyebileceğimiz etkin bir politik araç yaratma olanağından heyecan duymamak olanaksız. Tabii eğer süreçlere böylesi bir gözle değil de sıradan bir biçimde yaklaşıyorsanız, yürütülenin sıradan bir ittifak zemini olduğu algısını aşamıyorsanız, kendini sürece sahici bir biçimde katmaktan yüzeysel bir takım gerekçelerle geri duruyorsanız böyle bir heyecanı duyabilmeniz de olanaksız. Olağandışı bir dönemden geçiyoruz, bunu hissetmeyen, buna göre şekillenmeyen politik özneler, 5 yıl önceki algılarıyla siyaset yapmaya çalışan yapılar dönemin ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar, dolayısıyla da heyecan ve inanç da üretemiyorlar.
HDP birçok zorluk içinde kurumsallaşmaya çalışırken çok yönlü de bir basınç altında. Daha tam anlamıyla kurumsallaşamamış bir yapı, dönemin yarattığı olanaklar kendisini bu kadar hissettirmese ve içerideki kimi politik özneler çok kararlı bir tutum almasa şimdiye zaten darmadağın olmuştu.
Bu basınçların en önemlisi muhakkak ki devletten kaynaklanıyor. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında HDP’yi statikleştirmek, etkisizleştirmek devletin en önemli taktik hedeflerinden biri haline geldi. HDP’nin fazla solcu bulunan politik çizgisinin revize edilmesine dönük çabalar basına dahi yansıdı. Kobani sürecinde Rojava’yı boğma girişimine halkın ürettiği yanıtın itibarsızlaştırılmaya çalışılması da HDP üzerinden gerçekleştirilerek birkaç kuş birden vurulmaya çalışıldı. AKP’nin uluslar arası konjonktürde sıkışmışlığı tarihi zirvesinde olmasa bu çizgi daha da radikalleşirdi, ancak bölge siyasetinin hassa dengeleri şimdilik HDP’ye yeniden bir alan yarattı. HDP bu alanı iyi değerlendirirse son 3 aydaki kayıplarını hızla telafi edecektir.
Bir diğer basınç ise miiliyetçi Kürt çevrelerden geliyor. HDP çizgisinin, demokratik ulus yaratma çabasının Kürdistan’a ihanet olarak gösterilmek istendiği, Kürt halkının Türkiye’deki özgürlük mücadelesi ile ilişkilenmesinin anlamsız olduğunu vazeden bir söylem, Kürdistani tabanda yaşanan dönemin özgünlüklerinden dolayı da bir etki yaratabilir. HDP’nin Kürtleri ve Türkleri aynı anda kucaklamaya çalışan çizgileri bu kesimlerin de aleyhte propagandasıyla Kürt emekçiler de bir soğukluk yaratabilir.
Türkiye solunun çeşitli öbekleri de doğal olarak HDP’nin bir karşıt hegemonya yaratmasından tedirginler. “Sosyalistlere musallat olma huyundan 30 yıldır vazgeçemediler. Sırtlarını AKP’nin sürecine, “üçüncü göz”e dayamışlar, her sesini çıkarana ayar verecekler. Siz Kuvvayı Milliyeci İpsiz Recep’e kurban olun” Bu yazı İleri Haber sitesinde çıkmış, sosyalist sıfatlı bir kişinin kaleminden çıkmış. “30 yıldır sosyalistlere musallat olmak”… Fikirsel polemiğe gerek yok ama bu ruh halindeki telaşı sezmemek mümkün değil. “musallat olmayın” diyor, “gidin kendi işinize bakın” diyor. Kendisinin ezilen bir halkın kurtuluşu ile ilişkilenmeyi bir sosyalist sorumluluk olarak da görmüyor. Zaten yazının ilerleyen bölümlerinde “Türkiye’nin ulus devlet niteliğini kaybetmesine” tahammülü olmadığını da söylüyor. Bu ruh hali devletin refleksinin solcu kılıfına bürünerek ortamımıza zerk edilmesidir. Bu kafa canhıraş bir biçimde ülkedeki direniş bloklarının ayrı durması için rivayet üretip duruyor. Haziran Hareketi’nin bir ildeki forumuna katılan merdan gibi bir yiğit “HDP’yi MİT kurdurdu” buyuruyor. Haziran Hareketi böylesi bir anti-HDP ruh haline bürünmekten umarız uzak durabilir, fakat bileşenlerin ruh hallerini belirleyen sitelerde salkım salkım böyle yazılar yazılırken, üst perdeden nutuklar atılırken bu nasıl olacak? Çok zor görünüyor. Böylesi bir konjonktürde bu role soyunmak büyük bir talihsizlik olur.
Kandil’den yapılan eleştiriler de kurulma aşamasındaki HDP’nin Kürt kitleler nezdindeki inandırıcılığını zayıflatabilir. 6-7 Ekim’de ve sonrasında HDP çok zorlu bir sınavdan geçti ve bu esnada her zaman tam bir dirayet gösterilememiş de olabilir. Fakat hala daha tüm organları ile işlerlik kazanamamış bir partinin öyle veya böyle kitleleri sokağa çağırma ve sokaktan çekebilme konusundaki iradesi de görmezden gelinemez. HDP’nin içindeki bir öznenin tüm beklentilerinin HDP tarafından karşılanamaması ilk kez yaşanan bir durum değil. Gezi’de, birçok işçi cinayetinde- soma hariç- HDP ülke çapında ses getirecek bir tutum alamazken belli kesimlerde sosyalistlerde kimi hayal kırıklıkları yaşandı. Fakat bu hayal kırıklıkları leğendeki suyla birlikte bebeği de atmayı gerektirmiyor.
Sonuç olarak HDP’yi özenle geliştirmeliyiz. Tartışmalıyız, birbirimizi gerektiğinde rahatlıkla eleştirmeli ama öncelikle de umudu ve HDP’yi örgütlemeliyiz. Ancak ne yapıp edip şu önümüzdeki aylarda elimizde güçlü bir ortak siyasi araçla halklarımızın mücadelesini büyütecek bir konumlanışta bulunmalıyız.
“Biz HDP’yiz, birgün Kobani’yiz, bir gün Somayız, bir gün Artvin’de haksız yere kesilen ağaç, bir gün eşi tarafından katledilen kadınız. İşyerinde üzerine kapı kitlenip yanarak ölmesine sebep olunan, sonra da gazetedeki ölüm haberindeki fotoğrafı ile sigortalı yapılan kadınız. Arin Mirkan’ız, bir gün öbür gün Mehmet Ayvalıtaş’ız. Birgün Meksika’lıyız kaybedilen 43 evladına sahip çıkmak için Başkanlık Saraylarını ateşe veren bir gün de Cumartesi Anasıyız. Oğluna yüzme öğretemediği için ağlayan bağrı yanık işçi anasıyız, Roboski’de Encü ailesiyiz, Fransa’da varoşta itilip kakılan Müslüman genciz, Gazze’de bombalanan hastaneyiz bir gün sonra yeniden dimdik ayağa kalkan, Tunus’ta Bouaziz’iz yoksulluğa karşı bedenini ateşe veren, Diyarbakır Zindanında onuru ayağa kaldıran Dörtleriz, darağacında iskemleyi tekmelerken Kürt ve Türk halklarının birlikte kurtuluşu için can veren Deniz’iz…” (Bursa HDP İl Kongresi’nde İl Eş Başkanı’nın yaptığı konuşmadan)
Hiçbir doğru, bu “hakikat”tan daha belirleyici olamaz.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]