Savaş koalisyonunun kapsamlı saldırısı ile yarattığı momentum zayıflıyor. Özellikle 22 Nisan’da Barış Akademisyenleri’nin mahkemeyi ne yapacağını bilemez hale getirerek tahliye kararı çıkartmaları, ardından da sosyalistlerin/devrimcilerin öngörülü hamleleri ile gerçekleştirilen Bakırköy 1 Mayıs’ı sonrasında yukarı doğru ivme kazanan Batı’daki demokratik muhalefet dalgası dokunulmazlık oylaması şokunu çabuk atlattı ve etkisini genişleterek devam ediyor. 31 Mayıs’ta bütün korkutma psikolojine rağmen İstiklal’de toplanan yüzlerce insan Saray darbesinin sınırlarını göstermek anlamında son derece önemliydi. Gezi’yi geçici, sabun köpüğü bir olgu olarak görenler çok yanılacak. Doğrudur, 31 Mayıs 2013’te yaratılan dalga 1 Kasım’da aynı nitelikle yürüyemez hale geldi. Fakat bu bir yenilgi anlamına gelmiyor. Sadece müzakerenin kapandığı, devlet blokunda yeni ittifakların şekillendiği savaş koşullarında kendisini yeni bir niteliğe sıçratma görevi ile karşı karşıya gelmek olarak değerlendirilmeli bu “bir dönemin kapanması” meselesi. 22 Nisan’dan beri bir mayalanma devam ediyor, evet oldukça zayıf, oldukça geriletilmiş bir mevziden adım adım toparlanma çabası ama her gün üstüne koyarak, her gün üstündeki tozdan pastan biraz daha kurtularak ilerleyen bir yürüyüşü sezmemek elde değil. Tam da devletin “Batı’daki muhalefeti ezdik” hissi ve gereksiz özgüvenine kapıldığı bir dönemde bu çok önemli bir kazanım.
HDP’nin kararlı duruşu dokunulmazlık şokunun çabuk atlatılmasında çok önemli bir rol oynadı. Demirtaş’ın “Siz bizi değil biz sizi yargılayacağız!” duruşu kitlelere de özgüven aşılıyor. HDP’nin bu hafta sonu gerçekleştirdiği buluşmalar da savaş koalisyonunun sınırlarını göstermek anlamında çok önemliydi. İzmir, Adana, İstanbul ve Amed buluşmaları psikolojik üstünlüğün yeniden kazanılması açısından çok anlamı sonuçlar yaratacaktır. Batı’daki Kürt kitlesi 1 Kasım sonrasında ilk kez bu hafta sonu güçlü bir dalga yarattı. Bunun yarattığı hazımsızlık miting sonrası dağılan kitleye saldırı olarak yansıdı.
Erdoğan’ın savaş koalisyonunun sınırlarını görmek zorunda kaldığı olaylar o kadar fazla cephede birikmeye başladı ki… Erdoğan’ın mülteci sorunu üzerinden bir süredir el ense çekmeye alıştığı Almanya’dan çok ağır bir yanıt geldi. Şimdilik birkaç retorik cevap dışında ciddi bir yanıt üretilebilmiş değil. “Bizim tarihimizde insanları diri diri yakmak yoktur” diyenlerin Sivas’ı, Maraş’ı, Cizre’yi unuttuğumuzu sanmaları ne büyük bir aymazlık. “Biz soykırım nedir bilmeyiz” tepkisinin verilmeye çalışıldığı bir haftanın içinde şirin Anadolu’nun Kütahya isimli güzide ilinde 3 Kürt işçiyi linç etmek için binlerce insanın sokağa dökülmesi ve polisle çatışması da devletin tezlerini önemli oranda destekledi.
Davutoğlu’nun gidişini dış politikada radikal değişiklikler için zamanlama olanağı haline getirmek isteyen devlet aklı bu konuda şimdilik yeterli mesafe katedebilmiş durumda değil. İsrail ve Mısır’la önemli mesafeler katedilmiş görünüyor. Putin’in yumuşama mesajları ise Erdoğan tarafından üzerine atlanmış olmasına rağmen özür meselesine nasıl formül bulunacağı belirsizliğini koruyor. Türkiye’nin dış politikadaki sıkışmışlığı rakipleri “bir ver, üç kazan” özellikli pazarlıklara teşvik edebilir.
Tabii ki “Fırat’ın Batısı” isimli kırmızı çizginin de yerle yeksan olması, neredeyse bütün dünyanın IŞİD- Türkiye sınırını kapatmak için seferber olması, Menbiç ve Rakka operasyonlarının, YPG’yi çok önemli bir bileşen olarak içererek yürütülüyor olması Suriye politikasının artık kesinlikle iflah olmaz bir noktaya geldiğinin de ispatı. Zaten artık temel çaba Rusya’nın desteğini alan bir Suriye- Türkiye- İran anti Kürt blokunun inşası olacak gibi görünüyor. Birileri şimdiden Saray’ın Davutoğlu tarafından Esad ve Putin’e karşı kumpasa getirildiği hikayeleri yazmaya ve sağda solda fısıldamaya başlamıştır.
Ekonomide ev satışlarının Nisan ayında keskin biçimde düşmesi inşaat şirketleri için kötü haber. Nisan satışları Mart’a göre neredeyse %10 düştü. Turizm gelirlerinin oynamaması ise bir bankanın genel müdürünü “Cari açığı yönetemez hale geliriz” deme noktasına getirdi.
Saray darbesi sınırlarına çarptıkça toplumun direnme eğilimi güçleniyor. Bu eğilimin kırılması için önümüzdeki günlerde yeni bir saldırı dalgasına hazırlıklı olmak gerekir. Her bir saldırı dalgasını yeniden inşa etmek ve yürütmek onlar için daha zor, bunlara karşı yeniden ayağa kalkmak bizim taraf için daha kolay olacak. Fakat istikrar kazanan bir sokak muhalefeti, kendisini kurucu bir irade haline getirebilecek hamleleri yapabilirse, devletin Kürt düşmanlığı üzerinden inşa etmek istediği engeli aşacak hamleler geliştirebilirse oyunun gidişine etki edebilecek bir noktaya gelebiliriz. Şurası çok açık ki direnişe olan inancı büyütecek kararlı çıkışlar bizim tarafın momentumunu geliştirmek açısından son derece önemli bir rol oynayabiliyor. Ayakları üzerinde durabilmeye ve her kritik noktada topluma sözünü duyurabilmeye muktedir bir direniş hareketi hızla güçlenecektir.
Son söz olarak da Türkiye sağının milliyetçi, ulusalcı, İslamcı tüm renklerinin yarattığı değersizleşme, çürüme, yozlaşma atmosferi içinde bu ülkede insan kalabilmek için solda durmanın bir zorunluluk olduğunun hatırası Ahmet Arif’i, Orhan Kemal’i ve tabii ki büyük şairimiz Nazım Hikmet’i de unutmadığımızı, unutmayacağımızı ve onlardan beslenerek binlerce genç insanın yüzünü sola, mücadeleye, devrime çevirdiğini görmenin mutluluğu ile bir kez daha belirtmek istiyoruz.
“ Gök kubbe sıcaktı ve kan kokuyordu
Ve rüzgar
Yükseldi ağır ağır, çoğaldı gitgide
Birikti, birikti ve an-ı vahitte
“Ah edildi derinden
Yer oynadı yerinden”
Yıkıldı köprüler kemerlerinden,
Yazılı taşlar kapandı yüzükoyun.
Bu dem kıyamet demidir,
Bu, buhara inkılabıdır kaynayan suyun….” (Nazım Hikmet, Tebahhur Suresi)
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]