Gezi Parkı’nda direniş devam ederken Erdoğan, Park’ın geleceği konusunda bir referandum önermişti. Park’taki direnişin bunu bir kazanım olarak algılaması ve direnişin aktörü olan çokluğu bir demokrasi aktörü haline getirecek bir referandum çağrısını kabul etmesi mümkündü. Böylece Park’tan çıkıldıktan sonra da ortak bir gündem ve hedef ekseninde siyaset yapılabilecekti. Ancak “temel haklar ile ilgili referandum yapılmaz” gibi bir cin fikirli felsefi önerme referandum şansının kaçırılmasına yol açtı. Felsefi bir ilke, politik bir hedefin ikamesinde kullanıldı ki bu her durumda yanlış sonuçlar vermeye mahkûmdur. Politik kararlar, güçler dengesine ve somut koşullara, mücadele eden güçlerin imkân ve ihtiyaçlarına göre alınır. Park için yapılan referandum önerisi sahiplenilse, o çalışmanın yaratacağı momentum muhtemelen yerel seçimlerin de alınması sonucunu doğurabilecekti. Hareket politik aktör haline gelmeyi reddedince var olan politik güçlerin etkisini tahkim etmiş oldu.
Referandumlar, parçalı bir kitleden bir politik aktör yaratmak için elverişli olanaklar sunar. Dolayısıyla örgütsüz kitleleri peşinde sürüklemek eğilimindeki demagog popülist liderlerin en sevdiği siyasi araçlardan birisidir. Erdoğan’da bu aracı sık sık kullandı şimdiye kadar ve hep kazandı. Peki bu sefer, Erdoğan’ın kendi silahını kendisine karşı kullanabilecek miyiz?
Böylesi bir güçlü niyetin oluştuğunu ve bunun diktatörlük karşıtı çevrelerde bir enerji yarattığı açık. Uzunca bir süredir umutsuzluk kaynağı olan ne yapacağını bilememe hali, referandumun ortaya koyduğu net hedeflerle ortadan kalkacak gibi görünüyor. Sonuç itibariyle “Hayır” örgütlenecek. 7 Haziran’da Erdoğan’a tek yenilgisinin yaşatılmasının arkasında “Başkanlığa Karşıtlık” önemli bir rol oynamıştı. Nasıl yapacağımızı bildiğimiz, denediğimiz, olumlu sonuç aldığımız bir işi bir daha yapmaya çalışacağız. Tabi oldukça farklı koşullarda, OHAL altında, sadece iki seçeneğin oylandığı bir seçimde.
Öncelikle ilk bir iki hafta heves kırmaya dönük sahte kamuoyu yoklaması sonuçlarına dikkat edelim. Bunlar daha çok HAYIRcı iradeyi daha en baştan kırmak için kurulacak tezgahlar olarak görülmeli ve önemsenmemeli. HAYIR mümkündür ve güçlü olan taraftır.
En önemli desteklerimizden birisi değişiklik ile önerilen içerik olacak. AKP’nin savunmakta çok zorlanacağı bir çerçeve bu. Ortada bir Başkanlık rejimi de yok aslında. Yasamada hakim olan partinin başkanı olabilecek bir cumhurbaşkanının, yasama ile yürütme ayrımını kurumsallaştırması akıllara zarar. Başkanın KHK yetkisi ki OHAL koşularında daha da genişliyor, Meclis’i tamamen gereksizleştiriyor. Başkanın Meclis’i fesh yetkisi yine en diktatöryel başkanlık rejimlerinde bile olmayan bir durum. Dolayısıyla Evet cephesinin bizleri içerikten sürekli uzaklaştırmaya çalışacağı bir kampanya olacak bu. Bizler ise inadına içeriğe başvurmalıyız, bunu var olan başkanlık sistemleri ile karşılaştırmalıyız, “parlamentarizmi, burjuva demokrasisini savunuyor duruma düşüyoruz” gibi klasik “sosyalist” tuzaklara düşmeden Anayasa değişikliğini tüm yönleriyle, sürekli deşifre etmeliyiz.
AKP ve MHP tabanını konsolide edecek işlerden kaçınmalıyız. Şimdiye kadar Demokrasi İçin Birlik zeminine sudan gerekçelerle uzak duran Haziran çevresi misali “radikal laik” söylemler bu olumsuz sonuca fazlasıyla hizmet edebilir. Mesela “İmam Hatiplerin Kapatılması için Hayır” vs. gibi söylemleri Erdoğan ve ekibi oya gibi işler. Bu noktalarda çok dikkatli olmak gerekiyor. “Yobazlar, faşistler” vs. gibi AKP-MHP tabanını birbirine yapıştıracak kavramsallaştırmalardan da dilimizin ucuna bile gelse kampanya sırasında uzak durmak lazım. “Başkanlık değil diktatörlük” söyleminde ısrarcı olmak lazım. Bizler her vatandaşın özgürlüğünü güvence altına alacak bir demokratik rejim vaat ediyor olacağız, karşı taraf ise bir tek adam rejiminin savunusunu yapmak zorunda kalacak. Bu durumun avantajını sonuna kadar kullanabilmek lazım gelir.
7 Haziran sonrasında kaos yaratarak Başkanlık Rejimi tesisi stratejisini sonuna kadar teşhir etmeli bunun özellikle ekonomi üzerindeki ağır sonuçlarını çok iyi anlatmalıyız. Doların, benzinin önlenemez yükselişi, işsizliğin ivmelenmesi, iş yerlerinde sıfır zaman dayatılması, yoğun işten çıkarmalar kriz ile Başkanlık zorlaması arasındaki ilişkinin kurulmasını mümkün kılıyor. Bence referandumun sonucu bu bağlantının HAYIR kampanyası tarafından kurulup kurulamayacağına bağlıdır. Eğer 7 Haziran sonrası yaşanan felaketin ve ortaya çıkan kriz dalgasının Başkanlık dayatmasının sonucu olduğunu gösterebilirsek her türlü baskıya rağmen kazanırız.
EVETçiler bu kampanya süresince gerçeklikten giderek koparak bir Türkiye mucizesi ve onu engellemeye çalışan belirsiz dış mihraklar edebiyatına sığınacaklar. Bununla her karşılaştığımızda somutlaştırmaya çalışmak gerekiyor. Yani örneğin “Gezi’nin arkasında İsrail vardı o zaman İsrail büyükelçisi neden Ankara’ya geri döndü?”, “Madem İngiltere bize karşı kirli işler çeviriyor o zaman neden İngiltere’nin en yağlı silah müşterilerinden biri Türkiye?” (“Britain ‘putting arms sales to Turkey’ above human rights”, the Guardian, 22 Ocak 2017), “Madem 15 Temmuz darbesinin arkasında ABD var İncirlik neden hala açık?”, “Türkiye’yi karıştırıyor diye itham edilen Rusya ile nasıl işler bu noktaya geldi?” vs. gibi sorular üzerinde ısrarla çalışmak lazım.
Sonuç olarak gerçek bir seçimin asgari demokratik koşulları olsa çok rahat kazanılabilecek bir referandum bu ama malum OHAL koşullarında gidilecek ve muhalefetin en büyük dezavantajı hukuksuzluk koşullarında siyaset üretme becerisinin noksan olması. 1 Kasım’a giderken bunu açıkça yaşadık. Gözaltılar, tutuklamalar, kapatmalar, işten atmalar tüm hızıyla sürerken bir kampanyanın sürekliliği nasıl sağlanacak. Cevabı mutlaka bulunması gereken en acil sorun bu. Ortak bir çatı altında, kendi ismini öne çıkarmayı değil de kampanyanın sürekliliğini sağlamayı temel hedef olarak koyan, “birden çok hayır” arasındaki rekabeti değil geri dönüşü çok zor olacak bir faşist hamleyi boşa düşürecek ve buradan gerçek bir demokrasi hamlesinin enerjisini ortaya çıkarabilecek, yeni harmanlanmaların önünü kapatmayan bir çalışma tarzına ihtiyaç var.
“Buradaki mesele muhalefet blokunun önünde bir umut olmaması, bir ütopya olmaması. Aslında Türkiye toplumunun önünde bir ütopya yok. Dolayısıyla korkulardan korku beğen oluyor” (Bekir Ağırdır, Referandum’da “hayır”cılar başarabilir, 23 Ocak 2017, Cumhuriyet) Sosyalistlerin sadece ülkemizde değil ama tüm dünyada görevi bu noktada başlıyor. Yetersiz, tıkanan ve neoliberalizmle boğulan burjuva demokrasisini kapsayarak aşan bir sosyal cumhuriyet projesini mücadeleler içerisinde inşa etmek. Ezilenlerin, yoksulların öfkesini popülist diktatörlerin güç rezervi olmaktan “égaliberte/ eşitliközgürlük”ün (Balibar) kurucu unsuru olmaya ancak bu hamle ikna edebilir.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]