Başta Emine Ocak olmak üzere Cumartesi Anneleri, avukatları ve hak savunucularının o meydanı kazanmak için verdiği mücadelenin ne kadar eşsiz olduğunun, 700. hafta nedeniyle Galatasaray’da toplanan pek çok kişi gibi ben de tanığıyım. Emine Ocak’ın polisler tarafından nasıl şiddete maruz kaldığı dün gibi gözlerimin önüne geliyor. O alan kazanılıncaya kadar bir avuç insan her defasında cop yiyerek, yerlerde sürüklenerek, tekmelenerek, tacize uğrayarak, şiddete maruz kalarak gözaltına alındı. Fakat ertesi hafta o kor yürekli insanlar yine aynı meydana gelmekten vazgeçmediler. Sonunda Arjantin’de Plaza de Maya Anneleri’nin yaptığı gibi bizde de zorla kaybedilenlerin akıbetinin ortaya çıkarılması, siyasi ve hukuki sorumlulardan hesap sorulması için bir yüzleşme mekanı oluştu. Ama her defasında devletin demokrasi güçlerine saldırısı koyulaştıkça Cumartesi Anneleri’nin üstündeki baskı da arttı.
90’ların devrimcilerinin birkaç göz altısı muhakkak Cumartesi Anneleri eylemine katılmaktan kaynaklı olmuştur. Benim için de geçerli. Yanılmıyorsam ’97 yılındaydı, yine kitlesel bir oturma eylemi için çağrı yapılmış, o zamanın koşullarında dayanışma için gelenler, aktivistler, Cumartesi Anneleri’yle beraber 500’e yakın kişi gözaltına alınmıştık da, küçücük hücrelerde sıkış sıkış kalmıştık. Vatan Güvenlik Şube marşlarımız, şarkılarımız ve pet şişeli ses çıkarma eylemlerimizle şenlenmişti. Nedense 700. hafta çağrısı da bana bu çağrışımları yaptı. Mutlaka orda olmam gerekir diye düşündüm. İyi ki öyle düşünmüşüm.
700. hafta eyleminin son saatlerde yasaklanması, sabah saatlerinden başlayarak gözaltılar yapılması nedeniyle eş başkanlarımız, milletvekili arkadaşlarımız, İstanbul il yöneticilerimiz ve partililerimizle Cumartesi Anneleri’nin yanında olmamız daha da anlamlı oldu.
Binlerce insan o gün Cumartesi Anneleri’nin omuz başında olmak için Taksim’e yöneldiğinden tek adam iktidarının öfkesi de saldırganlığı da artmış olmalı. Bir kez daha demokratik muhalefeti yalnızlaştıramadıkları, bizleri tecrit edemedikleri için ellerindeki tek güç olan şiddet araçlarına yüklendiler.
Cumartesi Anneleri de bir kez daha hakikatlerle yüzleşme iradesi ve dünyanın en haklı mücadelesini hedef alan tahammülsüzlük karşısında direnişi seçti.
Emine Ocak’ın 23 yıl sonra bir kez daha ceberrut devletin saldırısına maruz kalması, son yıllarda yaşadıklarımızı da açıklar nitelikte. Oğlunun mezarını göremeden bu dünyadan göçen Berfo anadan, cenazesi bir hafta sokakta kalan Taybet anaya, Cizre bodrumlarına bu devlet hep aynı.
Bir taraftan Cumartesi Anneleri ile polemiğe gerek yok, diyerek olanları görünmez kılmaya çalışıyorlar. Ne de olsa onların bahsetmediği hiçbir konu yaygın medyada yer almıyor. Öte yandan, “Cumartesi Anneleri’nin sabah akşam AKP’ye dua etmeleri gerekir” şeklinde bir şuursuzluğu da köşelerinde ilgilenen kafalara yerleştirmeye çalışıyorlar. Saklamak istedikleri ceberrut devletin, devletin yeni sahiplerinin kim olduğundan bağımsız olarak, sürmekte olduğudur. Hep söylendiği gibi ‘devlette süreklilik esastır’.
Kendisi de bir Cumartesi İnsanı olan Pervin Buldan’ın “bir tek ben kalsam bile oturacağım” dediği o hafıza mekanında aslında devlete, iktidara değil topluma haykırış vardır. Türkiye toplumu mutlaka bu insanlara yapılanlarla yüzleşmek zorundadır. Ortak bir yaşamı kurmanın başka bir yolu görünmüyor.
95’de Ahmet Şık’ın, 2018’de Hayri Tunç’un çektiği Emine Ocak’ın taş bir anıta benzeyen fotoğraflarına bakabilirlerse, devletin bugünkü sahiplerine toz kondurmak istemeyenler de çok şey bulabilirler. Daha fazlasını anlatmayı biz de başarmalıyız elbette.
Sistematik olarak muhaliflerine karşı işkence, gözaltında kayıp ve katliamcı politikalara başvurmaktan hiçbir dönem geri durmayan devleti ve onun hem dünkü, hem bugünkü sahipleri sorgulanmalı. Aksi halde hiç kimse için güvenli gelecekten söz edilemeyecek. Sadece zorla kaybedilmelerle mücadele etmeme samimiyetsizliği nedeniyle değil; aynı zamanda sömürü düzenini yürütmek adına siyasi soykırım, zorla kaybetme ve katliamlara tekrar tekrar başvurmaktan vazgeçmedikleri için.
Şimdi geleyim o fotoğrafa.
Gezi’den bu yana toplumun en az yüzde 50’si Erdoğan sistemine itiraz ediyor. 7 Haziran’dan hemen sonra başlayan devletteki keyfiyet giderek tek adam rejimine dönüşüyordu ve biz bunu fark ettik ama durduramadık.
Hileye, zora ve devlet imkanlarını seferber edilmesiyle adil ve eşit olmayan seçimlerle iktidar elde edildi. Artık her şey Erdoğan’ın iki dudağına bakıyor. Güç bende, diye düşünüyor. Ancak unutmayalım ki toplumsal muhalefet de 24 Haziran’da zedelenmekle beraber diriliğini koruyor. Cumartesi Anneleri eylemi de bize bunu bir kez daha gösterdi.
HDP yok edilemedi. Akademisyenlere boyun eğdirilemedi. Demokratik muhalefet tasfiye edilemedi. O çürümüş, yozlaşmış, değer üretemeyen kirli iktidar her şeye rağmen moral üstünlüğü elde edemedi. (Zaman zaman ırkçı, şoven ve sahte anti-emperyalist söylemlerin peşine takılan sözde muhalif partilerin peşine de o partilerden etkilenen toplumsal kesimler takılmamalıdır. Bu kendi hayırlarına olandır.)
Fakat bu demokrasi güçleri açısından çok sancılı bir dönem yaşadığımızı yadsımak anlamına da gelmiyor. Hem seçimlerde yaşananların önemli bir muhalif kesimde yarattığı hayal kırıkları, hem de yeni dönemin mücadele hattının şekillenme sancılarının ağırlığı var. 700. hafta tam da böyle bir sıkışma anına denk geldi. Bu gidişattan endişeli olan, bir şey yapmalıyız, diyen binlerce insan çok iyi bir başlangıç hamlesi yapmış oldu.
İşte o mesaj yüklü fotoğraflar da bu zeminin üstünde ortaya çıkmış oldu.
Bir yanda 23 yıl sonra iki kuşak gazeteciler tarafından çekilen, 3 kuşak direnişçiyi tasvir eden fotoğraflarda büst gibi yüzüyle bize bakan Emine Ocak. Öte yandan bazılarının bir ‘rönesans tablosu habercisine’ benzettiği bir grup arkadaşla beraber Hüda Kaya, Ahmet Şık, Garo Paylan ve benim Arat Dink’i polise vermediğimiz o fotoğraf.
Başlangıçta Hüda vekille el ele tutuşarak alana tekrar gelmek isteyen Cumartesi İnsanları’na su sıkmak üzere bekleyen TOMA’yı durdurmak istedik. Meğer hepimize ilham verecek o tablonun ilk adımlarını atmışız.
Biz TOMA önünde el ele dururken hemen diğer eller de birleşti vekillerden ve eylemcilerden bir zincir oluşuverdi. Yolu boydan boya kapatan bir avuç insana arkadan ve önden emniyet güçleri müdahale edince hukuksuz gözaltı, polis şiddeti karşısında yanımızdakileri vermemeye çalıştık. Ancak çok kalabalık olduklarından çoğu arkadaşı gözaltından kurtaramadık. Son halka Arat kaldığında can hıraş Arat’a yapıştık ve o tablo çıktı ortaya.
Meğer umuda sarılmışız. Bu kadar güzel direnişe övgü yorumlarına epeydir rastlamıyorduk, bize de iyi geldi. Sanırım orada Arat Dink’e sarılmamız tam da ilkelerimize sarılmak gibiydi. Kurmaya çalıştığımız yeni yaşam böyle bir şey işte. Raslantısal olarak da olsa bu dayanışmayı, birleşik mücadele ruhunu, güveni ve direnme kararlılığımızı ve halkların kardeşliği ruhunu karşı tarafa geçirme şansını yakalamak çok güzel. Gücümüzü hatırlamamızı sağlayan, gücümüzü nasıl kullanacağımızı konusunda hafızamızı tazeleyen anlardı.
Size de oluyor mu bilmiyorum. Ama HDP’nin 3 yıldır tarifsiz saldırılar altında olmasına karşın eksilmeden ayakta kalması beni hep cesaretlendiriyor. Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ ve bütün siyasi tutsaklarla hedeflenen tasfiye edilmemizdi. ‘Baraja gömün’ talimatları da. Ama halk HDP’yi kucaklıyor, zalime vermiyor. Bizim Arat’a sarıldığımız gibi, halkımız da HDP’ye sarılıyor, bunu unutmayalım…
Gezdiğim yerlerde dokunduğum insanlarda da hissediyorum bunu. Abluka altında kentleri berhava edilmiş, büyük kayıplar vermiş Kürt illerine gittiğimde halkın HDP’yi sahiplenmesi öyle başka ki. Sahada, basında, sosyal medyada sık sık HDP’nin üstüne titreyen pek çok yorumla karşılaşıyorum. HDP’ye sevgiyle, sahiplenmeyle gözünden sakınarak bakanlara çok rastlıyorum. İttifakların da başka dost siyasi çevrelerin de nasıl bir özenle yaklaştıklarını görebiliyorum. Sanırım nasıl başlamış olursa olsun zaman içinde hepimizin ortaklaşa yarattığı en geniş siyasi çatımız. Birlikte mücadele zeminimiz. Bizim olan parti. Eksiklerine, yanlışlarına, bakıp gelişsin istiyoruz. Güçlenelim istiyoruz. Zaman zaman evhamlanıyor, kötü bir şey oldu olacak diye hayıflanıyoruz.
Faşizm kurumsallaşıyor ve bizler antifaşist bir mücadelenin yolunu açma göreviyle yüz yüzeyiz. Ağır bir sorumluluk. Bu yolda bizlere ilham veren 700. hafta direnişinde bence o fotoğrafın arkasına, önüne bir daha bir daha bakmak gerekiyor. Sanırım bir kaç gündür konuştuğumuz 700. hafta Cumartesi Anneleri eyleminde en az o kısımlarının değerini anlatabildik.
23 yıl süren yüzleşme için inanç ve direnç bir tarafta, diğer tarafta Gezi’den bu yana gerçek bir halk demokrasisi tahayyülü peşinde olanların ortak çabası, mücadelesi var.
Faşizme karşı bütün renklerimizle kenetlendiğimiz sadece vekillerin tablosu değildi; ara sokaklarıyla, pasajlarıyla kararlı mücadeleci binler oradaydı, beraberdik ve direniş her yerdeydi. Direniş boydan boya İstiklal’di.
Plaza de Maya Anneleri’nin dediği gibi; ‘Bir tek mücadele kaybedilir; o da terk edilen mücadele.’ İçerde, dışarıda mücadeleye devam…
SERPİL KEMALBAY
* HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay’ın 28.08.2018’de yeniozgurpolitika.net’de çıkan yazısı