Harmoni Alevi
Ayşe TANSEVER
14 Nisan 2008
Eski Yunan medeniyetinde Olimpia’da yakılan alev ruhani temizlik, saflık, mantık ve barış anlamına geliyormuş. Çinli yetkililer, olimpiyat meşalesini bu eski özellikleriyle günümüze taşımak için ona “Harmoni Alevi” adını taktılar. 130 gün boyu kuzeyden güneye, batıdan doğuya 5 kıtada 23 kenti, en yüksek dağlardan en düz ovalara kadar 85.000 km dolaştırarak dünyamıza barış, kardeşlik, harmoni diledikleri mesajını tüm dünyaya iletmek istiyorlar.
Tam da dünyamızın ihtiyaç duyduğu, tüm ezilen dünya halklarının canı yürekten katılabileceği bir dilek! Çin böylece dünyamıza kendi iyi dileğini duyurmuş olacak ve iyi niyetli bir güç olarak dünya sahnesine çıkacaktır. 5000 yıllık kültürü ile Batı medeniyetlerine taş çıkartabilecektir. Bu kültürünü şimdi kapitalizmin “nimeti” olan kalkınma ile birleştirdiğini göstererek yeni bir model sergilemek istiyor.
Çin, olimpiyatlara 2001 yılından beri hazırlanıyor. Bu sportif olayı kendini tanıtmak ve kanıtlamanın ötesinde kendi yolunu çizmekte bir çıkış olarak kullanmak istiyor. Çin artık kapitalizme doğru bir hayli yol aldığını düşünmekte ve artık kendi “markasını” bulma ve damgalama düşüncesinde. Çin, kültür ve gelenek görenekleri ile Batı’dan aldığına yeni bir şeyler eklemek istemekte. Hem siyasi hem ekonomik olarak böyle bir hazırlık içindedir. Olimpiyatlar da bunun bir başlangıç noktası olacaktır. O nedenle “harmoni alevini” mümkün olduğu kadar çok yerde ve uzun bir zaman dilimi içinde dolaştırma derdine düştü.
Bu anlattıklarımız bile kapitalizmin “babalarını” tedirgin etmeye yetmez mi? Yeter de artar bile. Batılı merkezler hesaplaşma gününün bir gün geleceğini ve bunun yakın olduğunu biliyorlar.
Nedenler
Çin böyle gelişip serpilirken Batı tam tersi bir kavis çizmektedir. Batı ekonomileri hiç de iyiye doğru gitmiyor. ABD ekonomisi gerileme ve daralma sancıları çekiyor. ABD bütçesi dünya tarihinin en büyük açığını veriyor ve kapanması da ufukta görünmüyor. ABD’de ithalat, ihracatın çok üstüne çıktı ve dünyanın en borçlu ülkesi oldu. Dışarıdan ucuz mal alıp tüketen, üretmeyen bir ülke haline gelen ABD, bu kısır döngüden çıkmak için iyice saldırganlaştı. Irak’ta daha düzenini kuramadı aksine oradan kovulmamaya çalışıyor. Bütün bu sebeplerden dolayı ABD dünyada inandırıcılığını yitiriyor, dolar düşüyor. Doların değer kaybetmesi ise için tüm ülkelerde fiyat dengesizlikleri yaratıyor. Ülkelerin mali sistemleri olumsuz etkileniyor.
ABD’deki bu durum AB ülkeleri için bir olumluluk yaratmıyor. Yani ABD çökerken AB yükselmiyor. Sanıldığı gibi doların yerini avronun alması pek olası değildir. Çünkü AB bir dünya gücü olacak kadar askeri, siyasi ve ekonomik güce sahip değildir. ABD’de başlayan finans krizinin yakında AB’yi de pençesine alması bekleniyor. AB Merkez Bankası’nın telaş içerisinde almaya çalıştığı önlemler de çare olamıyor.
Batı kapitalizmi, yeni liberal politikaları ve küreselleşme biçimi ile çökme sinyalleri verirken; karşısında Çin’in başını çektiği yeni bir Doğu kapitalizm merkezi şekilleniyor. Sosyalizm aşılı bu kapitalizmin ne yapacağı belirsizdir. Kapitalizmin üretimi canlandırmasının meyveleri tüm halk sınıf ve tabakalarına yayılabilecek midir? Kapitalizmin dengesiz gelişiminin önüne geçilebilecek midir? Henüz bu sorular yanıtsız olmasına rağmen, Doğu kapitalizm merkezi şimdiki hali ile de bir çekim alanıdır.
Japonya ve Avustralya gibi ülkeler bile Çin ile yaptıkları ticaret yoluyla Batı’da görülen çökme belirtilerinden bir nebze olsun kurtulup, ayakta durmaktadırlar. İki ülkenin de ekonomisi Çin’e muhtaçtır. Etrafındaki Vietnam, Endonezya, Filipinler gibi irili ufaklı tüm ülkeler Çin ile sürekli iyi ticaret ilişkileri içindedirler. Bu sayede ekonomileri Batı’daki durgunluğun etkisinden bağımsız kalabilmekte. Çin etkisi Pakistan, Hindistan, Bangladeş gibi Güney Asya ülkelerine de yayılabilir ve İran ile Orta Doğu alanına girebilir. Hindistan bile ABD’nin kendisini Çin’e yaklaşmaması için el üstünde tutma çabalarına pek yüz vermemektedir. Pakistan son yaşananlardan sonra Çin’e daha fazla bakar hale gelmiştir. İran ile Çin’in yüzyılın anlaşması gözü ile bakılan gaz ve petrol anlaşmaları vardır.
Çin geçen yıl bir ilki gerçekleştirerek tüm Afrika kıtası ülkelerini Pekin’de ağırladı. Afrika ülkelerinde Çin’i Batı ile yaşadıkları bunca olumsuzluktan sonra bir kurtuluş yolu olarak görme eğilimi doğdu. Çin’in Afrika’ya açılım stratejisi Batı’nınki gibi değil. Çin ham madde karşılığı para yerine ham madde karşılığı altyapı tesisleri kurmayı öneriyor. Bu politikaları ile Sudan petrolünün söz sahibi olabildi.
Çin, yalnızca Afrika değil Güney Amerika kıtasına da girdi. Venezüella’dan Arjantin’e kadar birçok ülke ile anlaşmalar imzaladı. Bu ülkeler Çin ile yaptıkları ticaret ile yeni liberal politikaların yarattığı yıkımı biraz olsun tedavi edebildiler. Güney Amerika ülkeleri artık ekonomilerini düzeltmek için ABD ve onun IMF gibi finans kaynaklarına muhtaç değiller.
Yani Çin tüm dünyada Batı politikalarına alternatif bir ekonomi politika üretiyor. Bu politikayı destekleyecek maddi güce de sahip. Elindeki birikimleri ABD bankalarına yatırarak emperyalist savaşları finanse etmenin onunla aynı çukura gömülmek olduğunun farkındadır. Öte yandan artık kendi stratejik çıkarları doğrultusunda dünyanın herhangi bir yerinde yatırım yapmaktan, ABD ve Batı çıkarlarına meydan okumaktan korkmamaya başlıyor. Sudan petrollerinin arkasına geçmesi bunun en güzel örneğidir. Elbette henüz daha İran üzerindeki yatırımlarını çok güçlü bir şekilde savunamıyor ama geri adım da atmıyor. Çin’in hazırlıklarını Batı çok yakından izliyor ve çok rahatsızlık duyuyor.
Tibet Sorunu
Yukarıdaki anlattıklarımıza karşı Batı elbette yıllardır kendi stratejisini ve politikasını geliştirmeye çalıştı. Tiananmen meydanı olayları ile Çin’in insan hakları ihlali tüm dünyaya duyuruldu. Sonra ortaya Falun Gong olayı çıktı. Japonya’ya destek verilerek Çin’in dünyada yükselişine karşı bir baraj oluşturulmaya çalışıldı. Kuzey Kore “öcüsünün” asıl hedefi gene Çin idi.
Ama ne oldu? Dünyayı Kuzey Kore’nin öcülüğüne ikna etmekte ABD başarılı olamadı. Japonya’nın tercihi ve çıkarı şimdilik ABD’den çok Çin’in ekonomik gelişmesinden yana.
ABD’nin elinde daha büyük bir koz vardı: Tayvan. Bilindiği gibi Tayvan bağımsızlık istiyor ve Batı bunun canla başla destekliyordu. Ancak 23 Mart’ta seçimler yapıldı. Seçimlerde Çin ile barış anlaşması imzalama sözü veren parti en çok oyu aldı. Bağımsızlık yanlısı, Amerikancı parti seçimleri kaybetti. Bu Batı’nın yediği son şamar oldu. Çin’e karşı bir kale daha kaybedildi. Yeni hükümet başkanı iyi ilişkilerin adımını atmak için bu yazıyı yazdığımız sıralarda Çin’i ziyaret etmekte.
Batı çıkar politikalarının tutunduğu dallar birer birer kopmaktadır.
Batı elbette tek ipte oynamaz. Diğer bir konu da Uygur Türklerinin bağımsızlık mücadelesidir. Uygur Müslüman Türkleri Çin’in batısındaki eyaletlerini Çin’den ayırıp bir Doğu Türkmenistan kurma mücadelesi veriyorlar. Elbette CIA güçleri de bu ayrılıkçı grupları el altından destekliyorlar. Çin geçtiğimiz hafta içinde bu bölgede birçok kişiyi tutukladı. Tam da İslam ile uluslararası terörün bağlanmaya çalışıldığı günümüzde Uygur Müslümanları aslında Batı’nın pek kullanabileceği bir bahane olmayabilir.
Asıl gündemleştirilen konu Tibet oldu. 13. yüzyılda işgal edilmiş. Uzak Doğu’da emperyalist işgallerin kızıştığı 200 yıldan beri de Tibet sorunu var. 200 yıldır da hiçbir ülke Tibet’i bağımsız bir ülke olarak tanımamış.
Tibet 1959 yılında Mao kültür devriminin kendi kültürünü yok etmesine baş kaldırınca Batı’nın “korumacı kollarını” sırtında hissetti. İşgalden kaçan Budistler CIA ajanlarınca ABD’ye yerleştirildiler. Direnişleri için askeri talim yapabilecekleri alanlar verildi. Ancak Budizm Tibet’teki mücadeleden çok Batı toplumları içinde örgütlenmeyi uygun bulmuştur. Budizm’in yaşam felsefesi, Batı aydınlarının ilgisini çekmiş, Batı’nın çürüyen insan ilişkilerine ve kirli politikalarına karşı aydınlar arasında büyük bir sempati doğmuştur. Batı toplumlarında bu felsefe ile yaşayan binlerce insan vardır.
Tibetlilerin lideri bilindiği gibi Hindistan’da sürgünde yaşayan Dalai Lama’dır. 1989 yılında Dalai Lama o güne kadar savunduğu Tibet’e bağımsızlık ilkesinden geri adım attığını açıkladı. Bağımsızlık yerine genişletilmiş bir otonomi istediklerini, bağımsız bir ülke olma emellerinin olmadığını açıkladı. Ancak Çin hükümeti bu açıklamanın ardından herhangi bir politik girişimde bulunmadı.
Tibet’in başkenti Lhara’da rahipler 1959 yılındaki ayaklanmanın 49. yıldönümü olan 10 Mart 2008 günü bağımsızlık için direnişe geçtiler. Çin hükümet yetkilileri sıradan sivil halkın da katıldığı bu direnişi bastırdı. Çinli yetkililere göre 20, Tibetli direnişçilere göre 140 kişi öldü.
İşte bu olaylarla Tibet, batı medyasının gündemine girdi ya da sokuldu. Tibet’in bağımsızlık talebi tartışılıyor. Batı, Çin’i Dalai Lama ile masaya oturmaya zorluyor. Çin, Tibet’in kendi iç sorunu olduğunu söylüyor ve kimsenin karışmamasını istiyor. Lama’yı olayların sorumlusu görüyor. Olimpiyatları gölgelemek, yapılmasını engellemek istemekle suçluyor. Lama, bütün bu suçlamaları kabul etmiyor.
Dalai Lama, şiddete karşı olarak gerçekten Tibet’te ve sonra “harmoni alevinin” taşınmasında yaşanan şiddetten sorumlu tutulabilir mi? Tanrı sayılan biri yalan söylüyor olabilir mi? Tanrı olarak arkasına gizlenmiş güçleri görmüyor olabilir mi?
Spor Arkasında Siyaset
Bazı yazarlar ise Dalai Lama kliğinin içinde çatlaklar görmekte ve olayların sorumluluğunu başka guruplara yüklemekteler. Sürgündeki Tibetliler, çeşitli fraksiyonlara parçalanmışlardır ve Pekin Olimpiyatlarını sabote etmeyi planlayan radikal genç tabakalar vardır.
“Sürgündeki bağımsızlık yanlısı Tibet örgütleri içinde en etkin olanı, 1970’de kurulmuş olan Tibet Gençlik Kongresi’dir (TGK). 30.000 üyesi olduğunu iddia etmektedir, ABD dâhil tüm dünyada 70 şube kurmuştur. Üye olmak için çok az bir aidat ödemek yeterlidir. Gelirlerinin büyük bir kısmı dışarıdan gelmektedir.
TGK Batı’da sürgünde eğitim görmüş çok sayıda genci bünyesine çeker. Bunların dinle ilgisi eski nesil kadar fazla değildir. Dalai Lama’ya saygıları vardır, ama onu karşı durulmaz yaşayan bir ruhani Buda lideri olarak tanımazlar.” (Cracks merge in ‘Dali Lama klik.’ Law Siu-lan. Atimes) TGK’nin son lideri Tsewung Rigzin, Hindistan’da büyümüş, ABD’de çalışmış ve sonra orada vatandaş olmuştur. Ve davaları uğruna şiddet kullanılabileceğini savunmaktadır. Şimdi de bağımsızlık mücadelesi vermek için ailesini Amerika’da bırakarak kendisi Hindistan’a taşınmıştır.
TGY’nin eski lideri Tibet olaylarını, Çeçen ve Bosna gibi kurtuluş mücadelesi vermekle açıklıyordu. Hatta Filistin Kurtuluş Örgütü gibi, kendi ülkelerine sahip olup, kendi bayrakları altında, kendi pasaportları ile dolaşma hayali taşıdıklarını dile getiriyordu. Bu açıklamalar bile, bize TGY’nin nasıl bir örgüt olduğu konusunda bilgi vermektedir.
Şimdi taşınan Olimpiyat meşalelerini sular atarak söndürmeye çalışan ya da meşale taşıyıcılarının ayaklarının altına atlayarak koşmalarını engellemeye çalışanlar bu ayrılıkçı örgüt üyeleri olsa gerektir.
Nasıl önce Bosna ve şimdi de Kosova Rusya’ya karşı AB ile bir sorun haline getirildiyse, şimdi Tibet de Çin’e karşı bir sorun olacaktır. Şimdi biraz unutulur gibi oldu ama her an gene gündemleşebilecek olan Çeçen sorunu, Rusya’ya karşı bir baskı aracıdır. Aynı şeyi, Bolivya’da Morales ilerici hükümetine karşı örgütlemeye çalışıyorlar. Latin Amerika’nın ortasında kurulmaya çalışılan sosyalizmi, dürtükleyip duracakları bir alan oluşturacaklar. Çin’e karşı da bir Tibet çıkarılıyor. Artık herkesin bildiği eski taktik kullanılıyor.
Boykot
Batı hemen sanki dünden hazırmışçasına, Olimpiyatları çeşitli şekillerde boykot etme kararları alıyor. Daha alevin özel merceklerle Atina’da yakılmasının hemen arkasından o “kraldan çok kralcı” Polonya başbakanı, açılış törenlerine gitmeyeceğini açıkladı. Arkasından Almanya başbakanı Angela Merkel aynı niyette olduğunu belirtti. Fransız Sarkozy ise, katılmasını Çin’in Dalai Lama ile masaya oturması koşuluna bağladı. Londra’daki “harmoni alevi” töreninden sonra Gordon Brown, açılışı boykot edeceğini belirtti. Hemen AB parlamentosu toplandı ve üye ülkelere katılmamayı tavsiye etme kararını oy birliği ile kabul etti. Bir bağlayıcılığı yok. O sıralar yine BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon aynı gün başka bir programı olduğu için katılmayacağını (!) sekreteri kanalıyla dünya basınına iletti. Tüm dünya bu haberlerle birbirine bakıyor. Bugün acaba hangi ülke lideri katılmayacağını açıklayacak diye bekliyor. El altından da bunun dokusunun örüldüğü ve katılmama baskıları yapıldığına şüphe yoktur.
“Harmoni alevi” sonunda Amerika kıtasına girdi ve oradaki turunu tamamladıktan sonra Afrika kıtasında Tanzanya’ya geçti. Herkesin gözü Bush’ta idi. Ona, katılıp katılmayacağı soruluyordu. AB’nin bu işgüzarlığı karşısında ABD’nin ne yapacağı bekleniyordu. Bush’un güvenlik danışmanı açıklamasını yaptı. Bunun Çin’in iç sorunu olduğunu, Bush’un katılacağını söyledi. Gerekçe olarak da, “açılış gösterilerine katılmamak, yanlış davranmak olacaktır” dendi. Çin’e cepheden karşı durmak yerine, şimdiye kadar yürütüldüğü gibi sessiz diploması uygulanacağı belirtildi.
Sanki ABD, AB ülkelerine deyim yerindeyse kazık atmış gibidir. Çin’in öfkesini üstlerine çekmiştir. ABD, Çin’e cepheden saldırmayı istememektedir. Ama başkalarını sanki saldırmaya zorlamaktadır. ABD’nin istihbarat gücü daha fazladır. O, daha fazla diplomasi kurnazıdır. Çin, olimpiyatlara karşı gösterilecek tavırdan etkilenecektir. Ülke içinde Batı’ya karşı duyulan saygı ve hayranlığın azalacağı kesindir. Çünkü Çinliler bu olaya çok hevesle ve öz veriyle hazırlanıyorlar, kendilerini tüm dünyaya kanıtlama telaşı içindeler. Ancak daha önemlisi şudur. Artık Batının aldığı tavırlar 3. Dünya Ülkelerini çok etkilememektedir. Boykot’a karşı Çin yetkilileri, “isteyen gelmez bize Afrika ve Latin Amerika kıtasından yeterince gelecek var” dedi. Gerçekten bu ülke liderleri gelirlerse yeter de artar bile. Böyle günlerde Çin’i desteklemek önemli olsa gerektir. Asya ülke liderleri de desteklerini verirlerse, AB’nin başlatmaya çalıştığı şov geri de tepebilir. AB ülkeleri zaten nedir ki? Boykot etmeleri çok da etkili olmayacaktır. AB kendi imajını zedelemiş olacak ve Çin kendi dostlarını daha yakından tanıyacaktır. ABD ise, güçler dengesinde Batı’nın yalnız kalacağını sezip katılmayı uygun bulmuştur. Cepheden karşısına alacak bir gücü artık olmasa gerektir.
Çin Karnesi
Batı güçleri istedikleri kadar Çin’de insan hakları çiğnendiğini Tibet olayları ile dünyaya duyurmak istesin, onun ikiyüzlülüğü artık herkes tarafından öğrenildi. Bu insan hakları masalı gına getirdi. Irak’tan, Afganistan’a, Afrika’sından Amerika’sına tüm ülkelerde yaptıklarından sonra, başkalarına insan haklarından söz etmeleri inandırıcılığını çoktan yitirdi. Bu hakkı içeriğinden çok saptırdılar. Başka kıstaslar alınmalıdır.
Bir ülkede aç, işsiz, cahil insanlar varken, diğerlerinin zenginlik içinde yüzmesi bazı insanların insan haklarının elinden alınmasıdır. Enflasyon ile paralar iç ediliyorsa, istikrarsızlık varsa, kırlarda haksız yere ya da parası ödenmeden kır yoksullarının topraklarına el konuluyorsa, eğer parti yöneticileri para yiyorsa, suç işleyenler korunuyorsa, bu insan haklarına aykırı davranmaktır. Eğer insanlar boğaz tokluğuna çok ucuza çalışırken bazıları onların sırtından milyonlar vuruyorsa, insan haklarından söz edilemez. Bu sıraladıklarımız, tüm kapitalist ülkelerde olduğu gibi Çin’de de vardır. Yani Tibet gibi olaylarla insan haklarından söz etmek yerine, asıl bu konularda insan hakkı savunuculuğuna soyunmak doğru olanıdır. Belki o zaman olimpiyat açılışını boykot etmenin bir anlamı olsa gerektir.
Çin, Olimpiyat meşalesine “Harmoni Alevi” diyor. Dünyaya harmoni, kardeşlik ve barış diliyor. Ancak dünyada olduğu kadar Çin’de de gelir dağılımında korkunç dengesizlikler varsa, yoksullar açlık tehlikesi ile karşı karşıyaysa, böyle bir harmoni dilemenin bir anlamı olmasa gerek. Açlar spor yapmak şöyle dursun, kollarını kıpırdatacak enerjiyi bulamayacak duruma gelme tehlikesi ile karşı karşıyalar. Belki “Harmoni Alevi” insanlara herkesin karnının doyduğu, emeğinin karşılığını aldığı durumda harmoninin olası olduğunu düşündürebilirse, ya da harmoni, “kardeşlik diye bir şey vardı galiba” dedirtebilirse, eh ne ala. Umarız dendiği gibi, bu olimpiyatlar dünyanın gelmiş geçmiş en politik olimpiyatı olur da insanlar biraz politikleşir.