“Şunu unutmayalım CHP Türk milletinin boynuna geçirilmiş Batı halkasıdır. Yaşadığımız menfiliklerin yanında sevindirici olan husus, Batı’nın içimizdeki tüm unsurları bertaraf edildi ve sıra asli unsuruna geldi. (Demek ki “asli” unsur “tüm” unsurlara dahil değilmiş, işte quantum çağına uygun siyasi analiz böyle yapılır. B.n) Bu son halkayı da boynumuzdan koparıp attık mı tam bağımsız bir Türkiye’den bahsedebiliriz. … Kılıçdaroğlu’na buradan sesleniyorum: Türkiye’yi işgal etmek için seni yürütenleri açıkla, gel itirafçı ol, devlete sığın.” (“İşgal yürüyüşü”, Yakup Köse, 28 Haziran, Star gazetesi)
Bu satırların benzerlerini yandaş basında bolca bulmak mümkün. Bu haşin dil neyin işareti? Hiç kuşku yok ki, Saray cephesinde artan yüksek tansiyonun. 15 Temmuz öncesinde yapacakları, yeni devletin alamet-i farikası olacak kutlamalar, anmalar, törenler CHP liderinin başlattığı Adalet Yürüyüşü ile gölgede kalacak gibi görünüyor. Demirtaş’ı tutukladıktan sonra etkili bir muhalefet tehdidinden azade hale gelmiş olan Saray, şimdilik sahasına gelen topu nasıl çevireceğinin yolunu bulabilmiş değil. Şimdiye kadar buldukları en iyi fikir Düzce’de CHP kampının önüne dökülen tezek oldu. Çok yaratıcı bir yaklaşım sayılmaz, kendilerini rezil etmekten başka bir işe yaramadı.
Saray’ın heybesindeki gerçek hamlenin bir kez daha 7 Haziran sonrası alıştığı kanattan geliştirileceği anlaşılıyor. Afrin sınırına yapılan yığınak, 27 Haziran gecesi bölgenin obüslerle vurulmasına kadar sıçratıldı. Rusya’nın ABD tarafından düşürülen Suriye uçağının faturasını YPG’ye ne oranda çıkarttıracağını göreceğiz. Türkiye’nin Afrin’e Rus ordusunun yol vermesi olmadan saldıramayacağını biliyoruz. Türkiye’nin NATO ile arasına mesafe koyacağı izlenimi vermesi, Katar konusunda İran’a yarayan bir tutum takınması Afrin konusunda Rusya ile anlaşmanın yolunu açabilecek mi? Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyinde büyük bir operasyona girişebileceklerini Izvestiya gazetesi üzerinden açıklamış olması da bu resme dahil edildiğinde Türk tarafının bu konuda oldukça umutlandığı ve planlara giriştiği anlaşılıyor. YPG’nin Rakka sonrasıyla ilgili net bir taahhütte bulunmaması Rusya ile, “Deyr ü Zor’a gitmem” demesi de ABD ile arasını açabilir. Bu zor denklemin nasıl aşılacağını göreceğiz. Ancak Erdoğan’ın bu fırsat penceresini Adalet Yürüyüşü’nü de boğmak için bir olanağa çevirmek istediği ortada. ABD’nin ve Fransa’nın, Suriye Ordusu’nun yeni bir kimyasal saldırı hazırlığı içerisinde olduğu gerekçesiyle yüksek sesle dile getirdikleri tehditleri de bu resme eklemek gerekiyor. Sonuç olarak bütün aktörlerin birbirlerinin kafasına silah dayadığı, karşılıklı tehditlerin çok ince bir dengede masada olduğu bir momentteyiz.
Afrin’e yönelik bir saldırı ve örneğin Tel Rıfat’ın ÖSO tarafından ele geçirilmesi, 15 Temmuz anmasının parlatılması ve Adalet Yürüyüşü’nün görünmez kılınması için işe yarayacak bir sonuç yaratabilir mi? Kolay değil. Eğer beklendiği gibi İzmit’ten sonra büyük bir kitleselleşme yaşanırsa tansiyonun çok yükselmesi kaçınılmaz görünüyor. Saray bir kez daha savaşı ve milliyetçiliği adaletsizlikleri örtmek için devreye soktuğunda nasıl bir tepki üretilebilecek? “Devletimizin ve milletimizin şu zor günlerinde ipleri çok germeyelim.” gibi bir anlayışla demokrasi ve adalet talebi geri çekilirse bu CHP ve demokrasi güçleri için büyük bir yıkıma dönüşebilir. Kemalistlerin Kürt meselesi ile imtihanı bir kez daha önemli bir dönüm noktasında ülkenin kaderi ile ilgili önemli sonuçlar yaratacak gibi görünüyor. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına “korkunç ama evet” diye destek vererek işleri “CHP halkasının boyunlardan atılması” çağrılarının yükselmesine getirenler bu kritik noktada da “milli hassasiyetlerle” davranırlarsa yıkılan duvarın altında ilk kendilerinin kalacağını mutlaka bilmelidirler. Barış olmadan adaletin hayal olduğunu daha nasıl anlatabiliriz?
Eğer demokrasi güçleri bu önemli sınavdan alınlarının akı ile, giderek artacak provokasyonları püskürterek ve daha da konsolide olarak çıkabilirlerse normalleştirici bir demokratikleşme programı ekseninde buluşmanın olanakları artacaktır. Saray’ın iktidarını pekiştirmek adına ülkenin şirazesini bütünüyle kaçırdığı tüm düzenlemeleri ortadan kaldıracak bir “restorasyon”a ihtiyaç var. Ancak bu restorasyonun en önemli çelişkisi eskinin yeniden kurulması olarak hayata geçirilemeyecek olması. Saray rejimini akamete uğratabilecek tek program aslında Türkiye siyasi tarihinde hiçbir zaman karşılığı olmamış bir demokrasinin restorasyonu olabilir. Geçmişin aynen inşası artık kesinlikle mümkün değil. Birileri bunu ne kadar çabuk anlarsa Demokrasi Cephesi o kadar hızla bir seçenek haline gelebilir. Adı olan ancak çok geniş kesimler için neredeyse hiçbir anlamı olmamış, genelde bir derin devlet tahakkümü ve gündelik faşizm olarak yaşanmış bir geçmişin inşası değil geçmişte sadece ismen var olan bir demokrasinin ete kemiğe büründürülmesi olarak bir restorasyon. Büyük bir felaketten kurtulmak için son çare olarak birbirine tutunmuş, son derece farklı bakış açılarında ancak hayatta kalabilmek için birbirini anlamak zorunda olduğu noktasında bir idrake doğru yol alan bir çokluğun ortak programı, çokluğun birlikte yaşamasını mümkün kılabilecek bir demokrasi programı olacaktır: AKP’nin inşa ettiği rejimi demokratikleşme adına yıkacak, barajları kaldıracak, yargıyı demokratikleştirecek (Perinçek bu işe çok üzülecek), eğitimi asgari bilimsel ölçekte yeniden kurumsallaştıracak, basın özgürlüğünü garanti altına alacak, AKP’nin yoksullara sağladığı “patronaj ağları”nı ikame edecek hakları mutlak biçimde garanti altına alacak, ülkenin büyük meselelerini demokratik bir tartışma ve müzakere zemininde, “uçurumun kıyısından dönmüş” bir topluluğun bilgeliğiyle çözümünü gündemleştirebilecek bir kurumsal mimarinin inşasını gerçekleştirecek bir Geçici Restorasyon Hükümeti. Yeni bir Anayasa ancak böylesi bir inşa ile mümkün hale gelebilir. Saray’ın en azından iki millet haline getirdiği Türkiye toplumu ancak bu şekilde ayağa kalkabilir. Devletin değil toplumun beka sorunu oluştu derken bunu kastediyorduk.
Sosyalistler böylesi bir “Restorasyon Programı”nın neresinde duracak? Demokrasi güçleri içerisinde nasıl bir hegemonya mücadelesi sürecek? Demokrasi mücadelesi sınıfsız toplum mücadelesine nasıl taşınacak? Bu soruların cevaplarını birlikte bulmaya çalışmaya devam edeceğiz.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]