10 Ekim 2008 tarihinde yaşamını yitiren Filistin Kadın Komiteleri Başkanı Maha Nassar 2004 Kasım ayında İstanbul Kadın Platformu’nun davetlisi olarak ülkemize gelmişti. Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği’nin Nassar ile o dönemde yaptığı röportajı yayınlıyoruz.
İstanbul’da sinagoglara yönelik bombalama eylemleri Türkiye’de önemli bir tartışmaya neden oldu. Bu tür eylemlerin aynı zamanda Filistin’de de yaşandığı biliniyor. Siz bu bombalamaları nasıl yorumluyorsunuz?
Maha Nassar- Öncelikle, sinegogların bombalanmasına karşıyım. ABD ve Britanya’ya ait hedeflerin her yerde vurulmasından yanayım. Ama halkın zarar göreceği biçimde değil. Türk halkı da bu saldırının kurbanı oldu. Sinegogların da herhangi bir yerde bombalanmasına karşıyım ve Filistinliler bugüne kadar hiç sinegog bombalamadılar.
Benim özellikle üzerinde durmak istediğim soru şu: Böyle bir eylemin ne gibi bir faydası olabilir? Sinegogların bombalanması bana Yahudi soykırımında yaşanan bazı olayları hatırlattı. Soykırım sırasında bazı katliamlar, bizzat Siyonist hareket tarafından, Yahudilerin Filistin’e göçünü hızlandırmak için yapılmıştı. Aynı zamanda, tam Türk hükümetinin Irak konusunda dikkatli adımlar attığı sırada gerçekleşen bu bombalamalar, halkın üzerinde Irak’a asker gönderme konusunda bir basınç oluşturabilir.
İNSANLAR FEDA EYLEMİ İÇİN YARIŞIYOR
Tartışmalı noktaya dönersek… HAMAS ve İslami Cihad’ın lokantaları, belediye otobüslerini bombaladığı biliniyor. Sizin bu tür eylemlere, İsrail’e karşı mücadeleye bakış açınız nedir?
Maha Nassar– Halk Cephesi için temel bakış açısı, askeri eylemleri yerleşimcilere ve İsrail askerlerine yöneltmektir. Yerleşimciler, işgalci siyonist düşüncenin taşıyıcılarıdırlar. Filistin toprağında yaşıyorlar. Dışarıdan gelerek, bizim toprağımıza el koyuyorlar. Herhangi bir sivil gibi değil, siyonist düşünceyle toprağımızı işgal etmek için geliyorlar. Aynı zamanda hepsi silahlıdır. Bizim toprağımızda, bizim içimizde yaşıyorlar. Toprağımıza kanser gibi yayılıyorlar.
Halk Cephesi, diğer ülkelerin devrimci mücadele deneyimlerinden, feda eylemlerinin devrim savaşımında kullanılan bir biçim olduğunu biliyor ve bir mücadele yöntemi olarak feda eylemlerini tanıyor. Örneğin askeri üslere intihar saldırısı düzenleyen Japon Kızıl Tugayları gibi… Ama hedefler tamamen askeri olmalı, deniliyordu.
Ancak ikinci intifadadan sonra durum kısmen değişti. İsrail’in çocuklarımızı evlerinde öldürdüğünü gördükten sonra, hukuken kendi devleti altında yaşayan masum insanların katledildiğini gördükçe, Halk Cephesi de belirlenmiş somut hedeflere karşı sivilleri de vuran feda eylemlerine girişmeye karar verdi. Ve bugüne değin, sivilleri de vuran beş feda eylemi gerçekleştirdi. Özellikle de (FHKC Genel Sekreteri, çn.) Ebu Ali Mustafa’nın katledilmesinden sonra. Ama bunlar da seçilmiş sivillerdi. Örneğin orduda çalışan siviller gibi.
İkinci bir nokta, FHKC’nin üyeleri, militanları, “bu bizim bedenimiz ve biz feda eylemi gerçekleştirmek istiyoruz” demeye başladılar. Kızgınlıktan, baskıdan vb. dolayı… Bu insanlar, “Eğer Halk Cephesi bize bu olanağı sağlamazsa, HAMAS’a, İslami Cihad’a gideriz” demeye başladılar. Halk Cephesi, bu eylem biçimini uygularken hep çok dikkatli davrandı ve feda eylemlerinin taşıdığı sınırların ayırdında oldu.
ZEEVİ SUİKASTİ ŞARON’A BİR MESAJDI
FHKC’nin İsrailli Bakan Zeevi’nin öldürülmesiyle açtığı yeni bir ufuk var. Yine, askeri kontrol noktalarına FHKC’nin tek başına veya El Aksa ve HAMAS’la birlikte düzenlediği baskınları biliyoruz. Askeri mücadele anlayışı ve hedefler bakımından yeni bir tarz yaratma çabası mı bu?
Maha Nassar– Politikanın bakış açısından HAMAS’la Halk Cephesi arasında çok büyük bir fark olduğunu düşünmüyorum. Ama sosyal ve ideolojik açıdan büyük bir fark var. Tabii, bu da eylem tarzına yansıyor. Halk Cephesi eylemlerini, HAMAS’ın yaptığı gibi, bu eylem karşılığında, şehit olunduğunda Allah’tan alınacak hediyenin ne olacağı üzerinden planlamıyor. Halk Cephesi’nin bakış açısı; “Burası bizim anavatanımız ve biz bu ülkeyi savunmak için kendimizi feda ediyoruz. Bu eylemler karşılığında Tanrı’dan bir şeyler beklemiyoruz. Mücadele hattımızı, metafizik değil, materyalist bir bakış açısına bağlıyoruz. Ülkede süren tüm mücadele biçimlerinin içinde Halk Cephesi de yer almalıdır” şeklinde. FHKC ikincil bir kuvvet olamaz, çatışmanın askeri, politik, kitlevi tüm boyutlarında en önde yerini almalıdır.
Zeevi suikasti, Ebu Ali Mustafa’nın katledilmesine karşı açık bir intikam mesajıydı. Zeevi “transfer” fikrinin babasıydı. O, Filistinlileri anavatanlarından sürmek, (Ürdün’e) transfer etmek istiyordu. Zeevi, Şaron’dan bile daha tehlikeliydi. Şaron da Zeevi’yi “öğretmeni”, “arkadaşı” ve “manevi yol göstericisi” olarak niteliyordu. Şaron yerine Zeevi’nin hedef olarak seçilmesi de büyük bir mesajdır. FHKC’nin, Siyonist transfer ideolojisinin başına ulaşıp vurabileceğini gösterir. Yani Halk Cephesi, İsrail’in Siyonist liderlerine “size her yerde ulaşabiliriz” mesajını vermiştir.
FHKC ÜÇÜNCÜ BÜYÜK GÜÇ
Filistin direnişi içinde beş ana politik kuvvet olduğunu biliyoruz: FHKC, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi (FDKC), HAMAS, İslami Cihad, El Fetih. Bunların politik çizgileri arasındaki farklar neler?
Maha Nassar- HAMAS ve İslami Cihad’dan başlayalım. Bunlar İslami köktendinci örgütlerdir. İkisi de birinci intifadanın ardından ortaya çıktılar. Dolayısıyla Filistin Devrimi içinde derin ve köklü bir güç değiller. Sonradan yaratılmış bir güçtür. Bu gücü yaratan da işgalin kendisidir. FKÖ’yü yok etmek için, işgal güçleri islamcı HAMAS’ı korudular ve teşvik ettiler.
HAMAS ve İslami Cihad arasında da bazı farklar var. HAMAS, dinsel inançlar konusunda Cihad’dan daha serttir. Cihad, bu konuda daha açıktır. Ama sonuçta ikisi de köktendincidir. Bu iki güç de direnişin saflarını ve FKÖ’yü zayıflatmak için İsrail tarafından geliştirildi. Bu örgütlerin başarısı ise, FKÖ’nün Oslo sürecindeki uzlaşmacı tutumundan ve İsrail’e verdikleri tavizlerden kaynaklanıyor. Oslo süreci, bu örgütlerin büyümesi için çok verimli bir toprak sundu, çünkü askeri eylemleri çok güçlüydü. Dolayısıyla halk desteği kazanmaları zor olmadı.
Demokratik Cephe (FDKC, çn.) geçmişte FHKC’den ayrılmıştı. Daha sonra, kendi içinde de ikiye bölündü. FİDA (Filistin Demokratik Birliği) isimli bir başka örgüt kuruldu. FİDA merkeze daha yakın bir grup. Naif Hewatne’nin başkanı olduğu FDKC ise FHKC’nin çizgisine yakın. Hatta, yakın geçmişte, Demokratik Cephe ve Halk Cephesi tekrardan birleşmek için görüşmeler de yaptılar. Kalplerimizde ayrılık sürecinden kalan kötü hatıralar nedeniyle birleşmeyi başaramadık.
FHKC’ye gelince… FHKC, Filistin’deki tüm solcu, marksist kesimlerin lideri durumundadır. Solda yer alan en büyük kuvvettir.
FHKC, 1993’te imzalanan Oslo Barışı’na hep karşı çıktı. İsrail’le yapılan görüşmeleri hiç onaylamadı. Ama bu yıllarda politikası giderek sağa kaydı. Devrim fikri, silahlı mücadele fikri geriledi. FHKC’nin kendisini marksist leninist olarak tanımlayıp tanımlamayacağı konusunda fikir ayrılıkları oluştu. 1987’deki 5. Kongre’nin çizgisinden geri düşüldü. 1999’da yapılan FHKC 6. Kongresi, bu gidişe bir son verdi. 6. Kongre, silahlı mücadele çizgisini yeniden onayladı ve FHKC’yi açıkça Marksist-Leninist bir örgüt olarak tanımladı. Yeni Genel Sekreteri Ebu Ali Mustafa’yla devrimci savaş çizgisini pratikleştirdi. Ebu Ali Mustafa’nın 27 Ağustos 2001’de İsrail işgal ordusu tarafından katledilmesinin ardından, FHKC’nin yeni Genel Sekreteri Ahmet Sedat oldu. Ahmet Sedat ise, Arafat’ın Nisan 2001’de İsrail tarafından esir edildiği günlerde yapılan bir pazarlık sonucu Filistin Özerk Yönetimi tarafından tutsak edildi. Şu anda Eriha’da zindanda.
El Fetih bir harekettir. Bir parti değildir. İki gövdesi vardır. Biri “Hareket” olarak anılır, diğeri ise Tanzim’dir. Fetih Hareketi çok geniştir. Herkes kendisini Fetih Hareketi’yle tanımlayabilir. Fetih Tanzim, bu hareketin içinde yer alan bir örgütlenmedir. Seçimlerle oluşturulan bir hiyerarşisi vardır. Ve Fetih Tanzim’in içinden, El Aksa Şehitleri Tugayı doğdu. Dolayısıyla, El Aksa Şehitleri Tugayı’nın Fetih Hareketi’yle doğrudan bir bağlantısı yok. El Aksa, Fetih Tanzim’le ilişkili. Hatta Fetih Hareketi içinde El Aksa’nın varlığına karşı olanlar bile var.
El Fetih, Filistin Otoritesi’nin partisi. Ya da teoride öyle. Ama pratikte, El Fetih içindeki iyi insanlar Otorite içinde herhangi bir mevki elde edemediler. Filistin Otoritesi, kadrolarını daha çok Fetih Hareketi’nin içinden aldı. Daha önce de söylediğim gibi Fetih Hareketi geniş bir bileşime sahip ve içinde liberaller, İsrail’le çıkar ilişkisi bulunanlar, zenginler vb. de var.
Hangisinin daha güçlü olduğu sorununa gelirsek… Sayı açısından bakıldığında, en güçlü olanlar El Fetih ve HAMAS’tır. Sayı açısından ikinci sırada FHKC yer alır. Ama askeri operasyonlar açısından ikinci sırayı İslami Cihad alır. FHKC ise askeri operasyonlar açısından üçüncü sıradadır. El Aksa Şehitleri Tugayı önemli bir güce sahip. Ama inişli çıkışlı, istikrarsız bir çizgisi vardır. El Fetih para verdiği zaman çok iyidirler ve her şeyi yapabilirler. Ama Fetih parayı kestiği anda hiçbir şey yapamazlar. Yakın dönemde dikkat çeken başka bir olay da, Halk Cephesi’yle İslami Cihad’ın, El Aksa’nın ve HAMAS’ın yaptığı kimi ortak eylemlerdir.
İNTİFADA’YI BİRLEŞİK LİDERLİK YÖNETİYOR
Türkiye’de yayımlanan “İntifada Gerçeği” adlı bir kitapta, ikinci intifadanın ardından Filistin’deki sosyalist, ulusalcı ve dinci örgütlerin bir birleşik ulusal komutanlık kurduğunu okumuştuk. Bu birleşik önderlik hâlâ varlığını koruyor mu?
Maha Nassar- Evet, Ulusal ve Dinsel Partilerin Birleşik Liderliği. Hâlâ sürüyor. Birinci intifadada, ismi Birleşik Ulusal Liderlik idi. Ama şimdi buna “Dinsel” ibaresi de eklendi. Bu kurum şu anda işliyor ve Filistin Otoritesi’nin adımlarından farklı bazı adımlar atıyor. Daha iyi adımlar. Bu birleşik önderliğin içinde El Fetih, Halk Cephesi, HAMAS, İslami Cihad, FİDA, Demokratik Cephe ve diğer tüm örgütler var. Aynı zamanda, içinde Halk Cephesi, Demokratik Cephe, Halk Partisi ve El Fetih’ten bazı bağımsız insanların olduğu bir demokratik komite de var.
Peki bu Birleşik Liderlik, gerçek hayatta gerçekten önderlik rolü oynayabiliyor mu?
Maha Nassar– Evet, intifadayı yönetiyor. Bir ölçüde sorunlu olan tek duruş El Fetih’inki. Çünkü Fetih, bazen emirleri doğrudan Abu Ammar’dan (Arafat, bn.) alıyor ve yapmaya niyetlendikleri şeyleri aniden durdurabiliyorlar. Çünkü parayı veren Arafat. El Fetih temsilcileri bazen Birleşik Liderlik’e geliyorlar, haydi şöyle şöyle yapalım, diyorlar ve hepimiz anlaşıyoruz. Ama sonra dışarıya çıktıklarında iş değişiyor. Örneğin Cenevre Anlaşması konusunda olanlara bakalım. Birleşik Liderlik toplantısında “biz Cenevre’ye karşıyız” diyorlar ve toplantıdan bu kararla ayrılıyorlar. Ama toplantıdan çıkıp Arafat’la görüşmeye gittiklerinde bu fikirden dönüyorlar. Süreç içinde, El Fetih içindeki, Otorite’den çıkar sağlamayan temiz insanların Birleşik Liderlik içinde çok önemli noktalara geldiğini de gördük.
KİTLELER GEÇİCİ OLARAK GERİ ÇEKİLDİ
Peki intifada ne durumda? 2001’de TV ekranlarından bize yansıyan görüntüler, İsrail askerlerine taş atan kitlelerdi. Bugün ise kitle eylemleri daha az yansıyor, daha çok askeri eylemler öne çıkmış gibi görünüyor. Bu doğru mu?
Maha Nassar– Bu çok doğal bir durumdur. İki şeyi dikkate almak lazım. Birincisi, 11 Eylül’den sonra ABD’nin Filistin Otoritesi üzerindeki baskıları (“Demokratikleşeceksiniz” vb.) ve Otorite’nin bu baskılar karşısında attığı geri adımlar. Halk, Otorite’nin zayıf olduğunu ve ABD-İsrail’in emirlerine boyun eğdiğini gördü. İkincisi, Irak’ın düşüşünün yarattığı etkileri düşünün. Bunun halkta yarattığı hayal kırıklığını hesaba katın. Irak’ın bu savaşta yenilebileceğini düşünmüştük; ama bu kadar kolay bir yenilgiyi aklımıza getirmemiştik. Biz Bağdat’ın Lübnan gibi üç ay direneceğini düşünmüştük. Ama Bağdat büyük bir şehir ve bir gecede düştü. Bizim küçük Cenin mülteci kampımız bile İsrail ordusuna dört gün direnmişti.
Bir de, İsrail’in Filistin’i yeniden işgal hareketini ve direnişin elindeki silahların büyük bir kısmının İsrail ordusunun eline geçişini hesaba katın. Dolayısıyla şimdi Filistin’deki insanlar beklemeci bir ruh haline girdiler: “Bir bakalım ne oluyor”… Otorite’ye güven kalmadı. Halk hareketi gerilemeye başladı. Psikolojik olarak, halkta, İsrail’in içinde yapılacak askeri operasyonlara bel bağlama eğilimi gelişti. Şimdi insanlarımızın çoğu, İsrail’in içinde yapılacak tek bir askeri eylemin Batı Şeria ve Gazze’de yapılacak birçok başka eylemden daha etkili olduğunu düşünüyor. Halk, böyle eylemlerle her şeyin durdurulabileceğini düşünmeye başlıyor. Bir bombayla Cenevre Anlaşması’nı durdurdular, tıpkı Yol Haritası’nı yaptıkları gibi… Ama şunu da belirteyim: Son aylarda İsrail ordusuyla girişilen kitlesel çatışmalarda bir artış var. Geçenlerde Ramallah’ta çok büyük bir çatışma yaşandı. O kadar ki, atılan taşlardan dolayı sokaklarda yürümek olanaksız hale gelmişti.
ARAFAT, ÇÜRÜMENİN SORUMLUSUDUR
Cenevre Anlaşması’nın arkasında kimler var?
Maha Nassar– Bu sürecin arkasında Arafat var. Biz Arafat’ın oyunlarını iyi biliyoruz. Ne zaman çözümsüzlük içine düşse, bir kişiyi şu yöne, bir diğerini diğer yöne, bir üçüncüyü bambaşka bir yöne yönlendirir ve bu yollardan hangisinin kendisine başarı getireceğine bakar. Cenevre sürecinde de, Avrupalılarla ilişki içindeki bazı Filistinliler öne çıktı; ama Arafat bu oyunun aktörlerini seçebiliyor. Cenevre süreci, aynı zamanda İsrailli barış aktivistleri ve bazı Avrupalı devletler tarafından da başlatıldı.
Arafat’ın sizin için anlamı nedir? Arafat’ın siyasal pozisyonu sizce nedir ve hangi güçleri temsil ediyor?
Maha Nassar– Arafat bizim için, Filistin Otoritesi’ndeki bütün çürümenin sorumlusudur. İsrail’e verilen bütün tavizlerin sorumlusudur. Bazı çürümüş kadroları kendi eliyle yarattı ve onları durdurmak istediğinde, artık bu kadrolar ondan daha güçlü hale gelmişlerdi. Şimdi İsrail ve ABD, Arafat’ın yarattığı bu insanlar üzerinden kumar oynuyorlar.
Kim bunlar?
Maha Nassar– Ebu Mazen (Mahmud Abbas, bn) gibi, Nebil Şaat gibi, Saib Erakat gibi kadrolar… Bunlar Arafat’ın elinde büyümüştür. Ama şimdi onları Arafat bile durduramıyor.
Peki ulusal bir lider olarak Arafat’ı sahipleniyor musunuz?
Maha Nassar– Hayır… Bakın, 2001’de Arafat İsrail’in eline esir düştüğünde hepimiz onu sahiplendik. Ama sonuçta, kendisinin esaretten kurtulması karşılığında Arafat, FHKC Genel Sekreteri Ahmet Sedat’ı Filistin Otoritesi’nin zindanına attı. (Arafat’ın esareti sırasında İsrail’le El Fetih arasında yapılan pazarlıkların sonucunda, Ahmet Sedat’ın da aralarından olduğu 4 FHKC’li “Zeevi’nin öldürmek” iddiasıyla Eriha’daki Özerk Yönetim’e ait bir zindana atıldılar, bn.) O zaman şöyle düşündüm: “Eğer Arafat tutsaksa, nasıl Ahmet Sedat’ı tutsak edebiliyor?” FKÖ’nün içindeki ikinci büyük örgütün Genel Sekreteri’ni nasıl hapsedebiliyor? Bazen halktan insanlar dahi, yaşananın bir oyun olduğunu söylüyorlar. Değişik aktörlere sahip bir oyun. Artık Abu Ammar’a güvenemeyiz. Abu Ammar’ın yaşlandığını biliyoruz. Birçok taviz verdiğini de biliyoruz. Bu yaştaki bir Abu Ammar, Filistin halkının kaderini belirleyecek son belgeyi imzalayamaz. İmzalatmak için başka birini bulacaklardır. Başka bir işbirlikçiye imzalatacaklardır. ABD ve İsrail, Filistin’in sonunu getirecek, mültecilerin geri dönüş hakkını içermeyecek böyle bir belgeyi imzalatmak için herhangi biriyle anlaşabilirler. Ona iktidar gücü verirler ve imzalatırlar.
KADININ SİLAHLI MÜCADELEYE KATILIMI ARTIYOR
Filistin kurtuluş mücadelesine kadının katılımı hakkında neler söyleyebilirsiniz? Gelişiyor mu, geriliyor mu?
Maha Nassar– Bazı açılardan ilerliyor, bazı açılardan geriliyor. Kadınların askeri mücadeleye katılımında bir artış var. İntifadanın birinci ve ikinci yıllarında kadınlar silahlı mücadele içinde fazlaca yer alamadılar. Çünkü işgal altında büyüdükleri için, silah kullanmayı bilmiyorlardı. Şimdi daha fazla kadın silah kullanmayı öğreniyor ve mücadelenin bu alanında yerini alıyor. Örneğin İsrail 2001’de Ramallah’ı işgal ettiğinde, silahlı direnişçiler içinde, kızıl atkılarıyla FHKC’li kadınlar da vardı.
Ancak, kadın haklarını hayata geçiren yasalar çıkarma konusunda, İslamcı köktendinciler giderek daha fazla engel çıkarıyorlar. Bu alanda kadınların karşılaştıkları güçlük giderek büyüyor.
Aynı zamanda kadın hareketinin halk tabanının kaybedilmesi gibi bir tehlike ortaya çıkıyor. Çünkü Filistin kadın hareketi içindeki liderlerin pek çoğu orta sınıflar ve daha yukarısından geliyor. Bu da yoksul kadın kitlelerinin katılımını tehlikeye düşürüyor. Bu şimdilik yavaş yavaş biriken bir durum; ama yarın birden bire bakacağız ki, kadın hareketinin tepesiyle, tabandaki emekçi kadın kitleleri arasında büyük bir açı farkı oluşmuş. Bu da kitlenin kadın liderlere duyduğu güveni ortadan kaldıracak ve kadınlar arasında metafizik, İslami düşünceye eğilimin artmasına yol açacak.
Bu güzel röportaj için size teşekkür ederiz.
Maha Nassar- Böyle diyalogları, halklarımız arasında kurulan bir iletişim köprüsü olarak görüyoruz. Asıl biz teşekkür ederiz. Lütfen herkese, desteğinizin bizleri çok sevindirdiğini, ülkemizin kurtuluşu ve sınıfsız, yeni bir dünyanın kuruluşu mücadelesinde hep omuz omuza olacağımızı söyleyin. Birlikte kazanacağız.