Sosyalist dünya görüşünü benimseyen, hele de eylemini, yaşantısını sosyalizmin kurulmasına dair yönlendiren insanlar için Ken Loach’un filmleri bir başka anlam taşır. Sinema perdesinde de görmek isteyeceği gerçekliğin yönetmenidir o.
Doğaldır ki her insanın fikri, ruhu, her yeni günle yeniden üretilir, yeniden anlam kazanır. Yaşananlar, deneyimler, gelişen olaylar, okunan kitaplar, izlenilen filmler, dinlenilen müzik, edilen sohbetler, tartışmalar… Hepsi düşünceleri şekillendirir, yön verir.
Günümüzde sosyalist bir insanın düşünce dünyasını zenginleştireceği algıları o kadar azaldı ki. Yaşanan sosyalist deneyimlerin başarısızlığı genel bir umutsuzluk yarattı. Rüzgâr başka yönlerden eser oldu. Mumla aramaya başladık fikirlere huzur verecek yazarları, sanatçıları, yönetmenleri. Hele de iş sinema filmlerine gelince işimiz daha da zorlaştı. Sosyalist bakış açısını taşıyan bir yönetmenin koskoca sinema endüstrisinde yer bulması, filmlerinin kitlelerle buluşabilmesi imkansız gibi bir şey.
Nasıl olduysa olmuş, İngiliz sineması bize Ken Loach’u armağan etmiş. Politik sinemanın en önemli ismi. Tüm filmleri ezilenlerin safında. “Ekmek ve Gül”de temizlik işçilerinin sorunlarını, 11 Eylül’ü anlatan kısa filminde Şili’deki faşist darbeyi anlatarak egemenlerin “teröre” bakışının ikiyüzlülüğünü, “Özgürlük Rüzgârı”nda ulusal kurtuluş mücadelesinin sosyalizmle buluşması gerekliliğini ortaya koyuyor.
Ken Loach’un en önemli yanı ezilenlerden yana yüzeysel bir tavır almıyor. Sadece muhalif, sadece anti-kapitalist yanı ortaya çıkmıyor. Bunların çok ötesinde sineması bize bir şeyler anlatıyor. Toplumsal dönüşüm mücadelesi verenlerin önüne çıkan kritik sorunlara eğiliyor. İrlanda halkının bağımsızlığı kazanması çok önemli ama nasıl yapıda bir bağımsızlık. Bağımsız Cumhuriyet’in kurulması yeter mi? Kürt Halk Hareketi’nin sorunlarını işlerken ders diye izletilecek bir film Özgürlük Rüzgarı. Kaba, slogancı, düz anlatım değil sineması. Fikri de düz değil. Günümüz gerçeklerine eğilen ve günümüzün kurtuluşuna ışık tutan dili var sinemasının.
Son filmi “İşte Özgür Dünya” ile kapitalist merkezlerin pisliklerini ortaya döküyor. Film ilk elden adıyla, egemen kılınmaya çalışan kapitalizmin özgürlük anlayışına bir vuruş yapıyor.
Konusuna gelince; İngiltere’ye çoğu eski sosyalist ülkelerden çalışmaya gelen işçileri anlatıyor. Babasız bir çocuk sahibi, iş arkadaşının cinsel tacizinden dolayı son işinden de ayrılan Angie kendi işini kurmak ister. Göçmen işçilere iş bulan bir personel olmaktansa, tümüyle bu işin patronu olmaya karar verir. Angie çarkın içinde temiz kalabilir mi? Sanki filmin her sahnesi “cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir” lafını doğrulamaktadır. Angie, çocuğu ve kendisi için daha yaşanılası bir hayat yaratabilmenin bedelinin başkalarının hayatından çalmak olduğunu kısa sürede öğrenecek.
Kapitalist ruh insanı kirletir. Filmde özdeşleşilen çok az insan bulacaksınız. Ama bazı sahnelerdeki insani sıcaklığı yine göçmen işçilerde görebilirsiniz.