Aforoz devletinin inşası yolunda ilerleyen Erdoğan, incilerine her gün bir yenisini ekliyor. Partisinin Beyoğlu ilçe kongresinde yaptığı konuşmada anlaşıldığı kadarıyla sosyalistleri, kadınları, LGBTİ’leri, sokaklarda yürüyerek hakkını arayanları, kendi deyimiyle marjinalleri edepli olmaya davet ederek aksi takdirde kulaklarından tutup atmakla tehdit etti. Aslında Türkiye kamuoyuna yansıyan son birkaç aylık tartışmalara baktığımızda marjinallik konumunun daha ziyade İslamcılar tarafından doldurulduğu rahatlıkla anlaşılabilir. Erdoğan’ın marjinal olarak tanımladığı kesimler içerisinde Nuh peygamberin cep telefonu sahibi olduğu, Google’un Abdülhamit tarafından bulunduğu, yoğun bakımda kadın ve erkek hastaların ayrılması gerektiği, kız çocuklarının 9 bilemedin 10 yaşında evlenebileceği gibi tartışmalar yapan yok bilebildiğimiz kadarıyla. Dolar kuru 4 liraya çıkmışken “doların 4 liraya çıktığı algısı yaratmak doğru değil” demecini veren sarayın başekonomistine de kimse marjinal demiyor. İslamcı kesimden gelen demeçler, gazetelerde yazılanlar, Bakanların “Afrin’de yedi düvele diz çöktürdük” açıklamaları insanda yüksek doz uyuşturucu alındıktan sonra söylenebilmiş sözlerin etkisini yaratıyor. Rejim, bir türlü istenen “iktidarının güvende olduğu” duygusunu üretemedikçe büyük bir hırs ve saldırganlıkla kafasındaki hayallerini topluma gerçekmiş gibi dayatıyor. Boğaziçili öğrenciler gibi bu yalan halesini ciddiye almayanları ise ağzından çıkardığı ateşlerle bir tür anomali olarak yansıtmaya çalışıyor. Rızanın üretilmesi zorlaştıkça, “yalan gerçeğin” üretilmesi konusundaki çaba ve baskı çok daha katı hale geliyor. Internet yayınlarına RTÜK kontrolü ve Aydın Doğan’ın 28 Şubat’ın sivil ayağı olarak yargılanmaktan kurutulmak için medyasını devretmek zorunda bırakılması halkın yüksek doz yalandan kurtulma olanaklarının daha da kısıtlanması anlamına geliyor. Doğan medyasının bir süredir ne kadar çok kraldan çok kralcı olduğunun bilinmesi bu gerçeği değiştirmiyor.
Tillerson kanalından gerçekleşen müzakerenin aslında ABD açısından PYD ve Türkiye’yi aynı safta yan yana getirebilme amacı taşıdığı anlaşılıyor. Türkiye’ye bir uydu Müslüman Kardeşler devleti, PYD’ye de kimi kayıplar karşısında orta vadeli bir detant dönemi teklif edilmiş olabilir. Afrin’in ABD’ye rağmen alındığı AKP’nin parlatmayı en çok sevdiği sanal gerçeklik unsuru, ancak en marjinaller dışında hiç kimsenin de buna inanmadığını düşünmek için yeterli sebebimiz var. Bu değerlendirmenin geçerliliği bir yana, Trump hükümetinde yaşanan değişikliklerin şimdiye kadar gelinen aşamayı büyük oranda geçersizleştirdiği, en azından yeniden değerlendirmeye açtığı hesaba katılmalı. Ancak Pompeo’nun Türkiye’nin İran’a karşı cepheye katılması durumunda bozulan ilişkilerin düzelebileceği iması ABD’nin devlet aklını yansıtan bir yaklaşım. Trump’un yeni savaş kabinesi İran ile işleri beklendiği gibi kızıştırırsa bölgede kartlar kaçınılmaz olarak yeniden karılacak. Çerçevesini emperyalistlerin ve bölgedeki ulus devletlerin oluşturduğu düşmanlık kalıplarını kırarak halklarımız arasında sosyalist kardeşlik köprüleri inşa edemezsek bu yeni yükselişin tüm bölge için felaketlerle dolu olacak bir gelecek taahhüt ettiği açıktır. Türkler ve Kürtler, Sünniler ve Şiiler, Araplar ve Farslar emperyalizmin ve sığ milliyetçiliklerin dayattığı rolleri oynamayı reddederek ancak kurulan oyunu bozabilirler. Yeni Sykes-Picotlar kısa vadedeki “kazananlar” sahnesinde kim olursa olsun orta vadede tüm bölge halklarına kaybettirecektir. İnanmayanlar Irak’ın tüm bölgelerinde yaşananlara bakabilir.
“Yalan gerçek” imal etme konusundaki yetkinlik ne kadar geliştirilmek istense de gerçekler oldukça inatçı. Özellikle de ekonomide yaşanan gerilim artık bir korku filmi halini almak üzere. Cari açığın yönetilebilmesi konusunda bir avantaj sağlayan düşük petrol fiyatları iklimi kayboluyor. Petrolün varil fiyatı 40 dolarlardan 70 dolara kadar çıktı. Türk lirasının değer kaybı rekor üstüne rekor kırarken ucuz para avantajı dış ticaret açığını azaltamıyor, çünkü ihracatın artması ithalatın daha çok artması ile mümkün olabiliyor. AKP’nin 15 yıllık iktidarının Türkiye ekonomisine kazandırdığı yapısal bir zaaf bu. Trump’un ticaret savaşlarının finansal fonları da merkez ülkelere çekme ihtimali, FED’in daha hızlı faiz artışına gideceği yönündeki sinyaller Türkiye kategorisindeki ülkeler için alarm verici. Türkiye’nin kendi özel koşullarından dolayı kendi kategorisindeki ülkelere göre bu gelişmeden çok daha fazla etkileneceği son 2 haftadır yaşananlardan açıkça görülüyor. AKP’nin “Afrin olayı”na rağmen erken seçime kapıyı kapatmış gibi görünmesi, Mehmet Şimşek’in ekonomiyle ilgili bir bakandan beklenmeyecek bir biçimde “yaklaşan kriz”den bahsetmesi hükümet çevrelerinde yaşanan tedirginliğin bir işareti olarak okunmalı. Yükselen enflasyon, geniş yığınların yaşam koşullarını giderek daha da ağırlaştırıyor, yükselen faizler borçlanma maliyetlerini giderek daha da arttırıyor. Yaşam koşullarındaki kötüleşme, Saray tarafından dayatılan sanal gerçekliğin etkinliğini yıpratıyor. Toplumdaki arayış hali, bütün sanal zaferlere rağmen daha da göze çarpan bir hale ulaşıyor.
“(Pahalı döviz) sayesinde ihraç mallarının ‘net ulusal katma değeri’ artacaktır. Geldik zurnanın zırt dediği yere: Pahalı döviz, ücretlerin döviz cinsinden düşmesi demektir. Eğer gazetelerimiz döviz fiyatlarının her artışından sonra “ücretler ve emekli maaşları yüzde şu kadar geriledi, fark kapatılmalıdır” diye yayın yapar ve etkili olurlarsa, TL yüzde 90 değer kaybetse bile, bunun ihracat artışına zerre kadar faydası olmaz.” Bu cin fikirli ekonomi yazarı Yeni Şafak’ta, Star’da değil Sözcü’de yazan Ege Cansen. İşçiler aç kalma pahasına sırf ülkenin ihracatı artsın diye seslerini çıkarmamalı, açgözlü patronların milyon dolarları ceplerine indirmelerini sineye çekmelidir bu kafaya göre. Kılıçdaroğlu’nun “Münbiç’e yürüsünler biz de arkadan geliyoruz.” mealindeki sözleri de hatırlanınca, sosyalistlerin halklarımıza gerçek bir sol ve demokratik seçenek yaratma konusundaki sorumlulukları ve bu konuda tek seçenek oldukları daha net anlaşılıyor. Ancak bu yan yana gelişin başarılabilmesi için özenli davranabilmek durumundayız. Hepimizin onlarca yıllık alışkanlıkları, en olumlu niyetlerin bile dostlarımız tarafından yanlış anlaşılmasına yol açabilir. Bir araya gelme projelerini birbiriyle rekabet eden bir noktadan birbirini güçlendiren bir noktaya taşımak zorundayız. Somutlamak gerekirse, giderek olumsuzlaşmakta olan ekonomik koşullar, sosyalistlerin ortak bir kampanyasına dönüşebilecek olanaklar yaratıyor. Ortak ve güçlü bir 1 Mayıs’a giderken üretilen zenginliğin toplumsal paylaşımını gündeme getiren; neoliberal zengin sevici politikaları, AKP’nin adrese teslim ihaleci anlayışını hedefe koyan bir ortak kampanya örgütlemek ve buradan anti-faşist bir cepheye yol almak yürünebilecek bir yol olarak görünüyor. Halka gerçeklerin ulaştırılmasının önüne yeni engeller dikildikçe, bunların aşılmasının kolektif yollarının bulunabilmesi AKP’ye teslim olmayan tüm kesimlerde moral ve coşku yaratacaktır. Bir arada iş yaptığımızı, toplumun kendi geleceğine sahip çıkması noktasında bir kanal açtığımızı gösterebilmek bu toplumun nefes yollarında ani bir açılma ardından da ciddi bir enerji ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir. Sosyalistler bu potansiyeli açığa çıkarmayı başarmak zorundadır. Baskı ve zorbalığın dayattığı umutsuzluk iklimi ancak böyle dağıtılabilir.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]