Her açıdan ve her ölçekte büyük bir alt üst oluşun içinden geçildiğinin işaretleri her geçen gün daha da artıyor. Obama’nın giderayak Demokratların seçim yenilgisinden Putin’i sorunlu tutması işlerin ne seviyede çığırından çıktığının bir göstergesi. Trump, multimilyonerlerden oluşturduğu kabinesiyle ABD’deki yoksullaşan işçilerin derdine derman olacak hiçbir adım atamayacak ama ABD’yi Ortadoğu’dan Çin Denizi’ne taşıyacak gibi görünüyor. Bu durumda Ortadoğu’da Rusya şimdiye kadar hiç olmadığı kadar mevzilenme şansı bulabilir. 2016 sonunda küresel ölçekte ortaya çıkan en önemli gelişmenin bu olduğu belirtilebilir. Rusya’nın bu ağırlığı bölgedeki jeopolitik hesapların yeniden yapılmasına yol açacaktır. ABD öncelikle İsrail’in güvenliğini güvence altına almakla yetinecek midir? Suriye Savaşı’nın İdlib safhasına adım adım yaklaşılırken Rus Büyükelçinin öldürülmesine benzeyen sarsıcı olaylarla karşılaşılacağı açıktır. Türkiye’nin bölgedeki cihatçılarla ilişkisi Rusya-İran anlaşması sonrasında yepyeni bir noktaya geldi. Cihatçıların önemli bir kısmının kendilerini sırtlarından hançerlenmiş hissettikleri hem büyükelçi suikastinden hem de IŞİD’in yayınladığı asker videosundan anlaşılabiliyor. Esad Haleb’i almışken Türkiye’nin El Bab’ı ele geçirebilmesi ne kadar gerçekçi bunun önümüzdeki günlerde göreceğiz ancak ortada her açıdan devasa bir fiyasko olduğu ortadadır. Türkiye “pragmatik” hamleleri ile kendisini çözümsüz bir karmaşanın içerisine batırdıkça batırıyor. Rusya-Suriye-İran ittifakı İdlib’e müdahaleyi başlattığında bu karmaşanın daha da büyük komplikasyonlarını göreceğiz. Hükümete yakın duran cemaatlerin halka açık vaazlarını iptal etmeleri ve internet üzerinden vaaz sistemine geçmeleri cihatçılar ile tarikatlar arasındaki gerilimlerin işareti olarak okunmalı. Suriye’de ortaya çıkan yıkım önümüzdeki yıllarda lanetini tüm komşu coğrafyalarda hissettirecek.
Doların 3.50 üzerinde demirlemesi, bu konuda yazılıp çizilmesi fiilen engelleniyor olsa da şirketler üzerindeki baskıyı arttırıyor. 200 milyar dolar açığı olan şirketler bu yükü nasıl taşıyacak? Cemaat’in el konulan şirketlerinin TMSF çatısı altında Koç Holding’ten daha büyük bir varlığı oluşturduğu görülüyor. Erdoğan savaş ve krizin ortasında sermaye yapısında daha köklü bir değişiklik için hamle yapabilir mi? Döviz borçlusu şirketler, devlet tarafından nasıl desteklenecek? Varlık Fonu ekseninde İşsizlik Fonu’nun batacak şirketleri kurtarmak için kullanılması “vatan savunması” retoriği ile yutturulabilecek mi? Demokrasiden daha da uzaklaşılmasının en doğrudan sonucunun asgari ücrete %0 zam tartışmasını mümkün kılmış olması faşizm ve emek arasındaki ilişkide işçi sınıfımıza nasıl anlatılabilir? Faşizmin yandaş sermayeye destek için 80 milyon insanı nasıl süründürebileceğinin en açık örneği saatlerin geri alınmamasında görülebiliyor. Küçücük çocukları gecenin karanlığında sokaklara dökenlerin derdi meğerse başta yandaş Cengiz, Kolin gibi holdinglerin denetimindeki elektrik dağıtım şirketlerinin gelirlerini arttırmakmış. 2016 Kasım’ında elektrik tüketimin geçtiğimiz yıllara göre %7 artması, bunun da özellikle elektriğin 7-9 saatlerindeki birim fiyatını arttırması, “sermayeye uzatılmış” bir can simidi değil mi? Bunu “Batı’nın saatinden de uzaklaşma” diye anlatan geri zekalılara milliyetçiliğin gerçek anlamını göstermek için daha iyi bir örnek bulunabilir mi?
Faşizmin savaş, militarizm ve sermayeye kar transferi anlamına geldiği ortada. Meclis’ten apar topar geçirilmeye çalışılan Anayasa değişikliği bu rejimi kökleştirmeyi amaçlamaktadır. Erdoğan’ın HSYK’nın yarısını doğrudan atadığı bir rejimde bağımsız yargı kağıt üstünde bile mümkün olamaz? MHP’nin büyük başarısı ile taslağa Cumhurbaşkanı’nın “doğuştan” Türk vatandaşı olması ibaresi eklenmiş, yani MHP bir destan yazmış kendi çapında. Neredeyse tüm yetkileri elinden alınan Meclis’in milletvekili sayısı 600’e çıkarılıyor. Cumhurbaşkanı’nın kararname çıkarma yetkisine sahip olması parlamenter rejimin kapısına tam anlamıyla kilit vurulması anlamına geliyor. Zaten Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i feshetme yetkisi de bulunacak. Yani sonuç olarak bu Anayasa değişikliği ülkeyi Erdoğan’a zimmetlemek anlamına geliyor. “Şu an bir hükümet krizi olmaması iktidarda Ak Parti olmasından kaynaklanıyor. Farklı partilerde olası bir çatışmanın rejim krizine dönüşme riski karşımızda duruyordu. Kuvvetler ayrılığı anlamındaki değişiklikler söz konusudur.” Rejim krizinin en abartılısının içinden geçerken tek parti, tek adam iktidarının bunun en büyük sorumlusu olduğunu üstünü hiçbir süslü laf örtemez. Her şey Erdoğan’ın ağzından çıkan bir kelimeye bağlandıkça kriz daha da şiddetleniyor.
Bu yaşananları bir ara dönem olarak görmenin imkânı yok. Artık 7 Haziran öncesi koşullara dönme olanağı kalmadı. Önümüzde iki seçenek var: Ya giderek kurumsallaşan bir faşizm ya da gerçek bir demokrasi. İkinci seçeneği güçlendirmek için ise bu anayasa değişikliğinin faşizan içeriğine karşı direnişi örmenin yollarını bulmak zorundayız. Sadece referanduma hazırlanmak yetmez, çünkü ortada demokratik bir referandum gerçekleşme ihtimali yoktur. Hayır diyeceklerin terörist, hain ilan edileceği, kazayla hayır çıksa bunun silah zoruyla reddedileceği gayet açıktır. O yüzden faşizmi durdurmak için gerçek bir demokrasi programıyla direnmek zorundayız.
Son söz olarak Maraş Katliamı’nın yıldönümünde Kılıçdaroğlu’nun “Ben de her ülkücü kadar ülkücüyüm!” demesi bir kenara not edilsin. Perde arkasında yeni Maraş’ların planlarının yapıldığı bir dönemde kendi dayanışma ve direniş örgütlerimizden başka güvenecek hiçbir şeyimizin olmadığı daha açık nasıl ifade edilebilirdi?
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]