Dünya Güç Dengelerinde Neler Oluyor?
Mehmet YILMAZER
9 Kasım 2010
Obama, ara seçimleri kaybetti. Amerikan siyasi literatüründeki deyimle “topal ördek” oldu. Cumhuriyetçilerle daha fazla işbirliğine mahkum olması, Amerikan dış politikasının daha fazla sertleşmesi anlamına gelir.
Öte yandan, ABD Merkez Bankası yeniden piyasaya 600 milyar dolar sürmeye karar verdi. Üstelik bu karar G20’ler toplantısından hemen önce ilan edildi. Toplantıya giderken ortaya çıkmış bir “ortak çözüm” görünmüyor. Özellikle Çin, hala Washinhton’un dayattığı adımları atmakta direniyor.
Kasım’ın ortalarında bir diğer önemli toplantı da Portekiz’de yapılacak. NATO yeni stratejisini kararlaştıracak. Bu toplantı Berlin duvarının yıkılışından sonra yapılan en önemli NATO toplantısıdır. ABD, Avrupa ve Rusya ilişkilerinin geleceği bu toplantıda belirlenecek. Aynı zamanda genel olarak Batı dünyasının, dünyanın diğer kesimiyle güç ilişkileri tanımlanacaktır.
Bu kapsamda bir diğer önemli gelişme, Rusya’nın ABD’ne Afganistan’da “yardım” etmeye karar vermesidir. Rusya, İran konusundaki kısmi dönüşünden sonra, Avrupa ve ABD ile yeni bir işbirliği stratejisine yöneliyor. Henüz derinliği yeterince ortaya çıkmamış olsa da, Dünya güçler dengesinde yaşanmakta olan en önemli değişim budur.
Bunları alt alta topladığımızda ortaya nasıl bir dünya tablosu çıkıyor?
Bütün güç merkezlerini ortak kesen sorun hala büyük ekonomik krizdir. İlk alınan tedbirler, yani piyasalara para pompalama, krizin sert darbelerini kısmen yumuşattı. Ancak ekonomik canlanma anlamında hiçbir etki yaratmadı. Trilyon dolarlar büyük finans kurumlarının spekülasyonunu, dolayısıyla karlarını arttırdı, ancak ekonomilerde bir genişleme olmadı. Bunalımdan çıkılmadığı gibi, gittikçe çıkış yolları konusunda ayrılık derinleşiyor.
Bu krizin ilginç iki yönü vardır. Çin krizden hala fazlaca etkilenmedi ve kendi stratejik yönelişlerini sürdürebiliyor. Öte yandan, üçüncü dünyanın “gelişmekte olan” ekonomileri de krizle yerlere kapaklanmadılar. Ancak krizin yeni dalgası gelirse, kimin ne olacağını kestirmek zordur. Aslında, bu krizden çıkış yolları tartışılırken, aynı zamanda neoliberalizm ve küreselleşme tartışılıyor. ABD, hala kendi rotasını dünyaya dayatma inadını sürdürüyor, fakat bugüne kadar bir sonuç alamadı. Yaşanan krizde iki büyük güç merkezi ABD ve Avrupa büyük kan kaybına uğradılar. Krizden çıkış konusunda da gittikçe yolları daha fazla ayrılıyor. “Kur savaşları” ve “enflasyon tehdidi” krizin gürbüz çocukları olarak doğmak üzere.
Masa başında konuşmalarla çözümlenemeyen sorunlar sonunda zorun devreye girmesini kaçınılmaz kılar. Dünya bu yönde ilerliyor. Elbette zorun mimarı ve yürütücüsü yine Washington olacaktır. Amerikan iç politikasında ortaya çıkan “Tea Party” tipik bir faşist harekettir. Bir dönem, 80’li yılların ortalarında, Japonya’ya karşı atılan nefret nutukları şimdi Çin’e karşı atılıyor. Amerika, bir yandan Çin’e dayatmalar yaparken, öte yandan dünyayı yeni bir silahlanma dalgası içine çekmek için tüm yeteneklerini seferber etmiştir. Dünya ekonomik güçler tablosunda Amerikan ekonomisini canlandıracak güçlü dalga ancak silah sanayinden gelebilir. Neredeyse tüm diğer alanlarda rekabet gücünü kaybetmiştir. Obama yönetimi açısından sanayinin yenilenmesi için büyük alt yapı yatırımları hayalden bile öteye imkansız hedefler hale gelmiştir.
Rusya’nın stratejik duruşundaki kayma Amerika’nın elini rahatlatır mı? Bu sorunun cevabı henüz açık. Rusya, kendi etki alanının, yani batıda Ukrayna, doğuda Merkez Asya’nın rahat bırakılması; Avrupa’nın enerji tedarikçisi olma ve Batı güvenlik sisteminin doğrudan kendini hedef almamasına karşılık, politikalarında değişime hazırlanıyor. Bu pazarlıklarda ne ölçüde gelişme sağlanacağını göreceğiz. Bu yönde önemli gelişmeler olursa, Amerika’nın dünyaya kendi politikalarını dayatmada eli biraz daha rahat olacaktır.
Buna rağmen, dünya, ekonomik durum ve güç dengeleri açısından o ölçüde kırılgan hale gelmiştir ki, bir taş yerinden oynadığında işlerin nereye kadar akacağını kimde kestiremez. Bu kaypak denge aynı zamanda Amerika için dayanılmaz bir durum yaratıyor. Afganistan ve Irak savaşları süresince Çin, Rusya ve bazı üçüncü dünya ülkeleri kendini toparladı. Bugünkü belirsizlik devam ederse Atlantiğin iki yakası da güç kaybetmeye devam edecektir. Dünya yeni bir kırılma noktasına doğru yol alıyor. Bu kimseye fazla kıpırdama alanı bırakmayan dünya dengelerine bir radikal müdahale kaçınılmaz hale geliyor.
Bakalım düğmeye kim, ne zaman basacak!