Dönemin Esas Mücadele Aracı İşgallerdir *
İrfan KAYGISIZ (DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı)
Mayıs 2009
1 Mayıs 2009’da Taksim’in kazanılması, hakların, inatçı, ısrarlı bir mücadele ile alınabileceğini bir kez daha hatırlattı. Tam da, krizin bütün ağırlığı ile sınıfını ezdiği, özellikle de işsizlikle terbiye etmeye çalıştığı, bunda bir ölçüde de başarı sağladığı, dolayısıyla karamsarlığın yaygınlaştığı bir dönemde, işçilere ve ezilenlere önemli moral sağladı. Mücadele azmi ve kararlılığı, başarının önemli anahtarlarından biri olduğunu gösterdi.
Son 4-5 aylık süreçte kriz karşısında verilen mücadelelere baktığımızda, eylemlerin 3 sektörde yoğunlaştığını görüyoruz. Tekstil, tersane ve metal. Ayrıca beyaz yakalıların eylemlerini de belirtmek gerekir. Bunun tek nedeni, krizin esas olarak bu sektörlerde daha yoğun yaşanması değil. Bu 3 sektörde yapılan mücadeleler, “küçük” olarak tanımlanan mücadeleci sendikalar ile Birleşik Metal-İş sendikası ekseninde gelişiyor. Bunun anlamı, mücadeleci sendikaların ve sınıfla ilişki kuran siyasal yapıların oynadıkları rol ve geleceğin de nerede olduğudur. Yaşananlar, yapılması gereken için de yol gösterici niteliktedir.
Kazanım sağlayacak mücadele biçim ve araçları elbette yaşanan soruna bağlı olarak değişecektir. Araç tercihi/tespiti, saldırının şiddetine uygun olmak zorundadır. Buradan bakıldığında, bu dönemin esas mücadele aracının işgaller olduğu görülmektedir. Ancak, yapılan işgallerin bir bölümünün fabrika işgali değil, yemekhane işgali olduğunu, üretim süreci üzerindeki denetimin tümüyle ele geçirilmesinin sonuç alma bakımından önemini de görmek gerekir.
Kriz sonrası dönemde yapılan eylemlere bakıldığında, hem sayısal olarak, hem de bu eylemlere katılan işçi sayısı bakımından büyük bir direniş ve baş kaldırıdan söz etmek mümkün değil. Ayrıca, grev silahının bu dönemki etkisinin sınırlı olduğu da görülüyor. Zaten halen süren grev de 4 tane ve katılan işçi sayısı da bini geçmiyor.
İşgaller, bu dönemin en önemli mücadele aracı olma işlevini görüyor. Bu biçimin tercih edilmesi tesadüfi olmasa gerek. İşgal gibi daha önce yaygın olarak kullanılmayan mücadele yöntemlerinin kullanılması, yapılan saldırıya ancak bu biçimdeki bir yöntemle karşı durulacağı inancından ve gerekliliğinden kaynaklanıyor. Bu aynı zamanda, asıl olanın meşru olduğu gerçeğinin de pratikteki kanıtıdır. İşgal gibi radikal mücadeleleri sahiplenmeli, bunların başka mücadeleleri tetikleyici özelliklerini öne çıkarmalıyız. Biçimsel değil, sahici dayanışma ilişkileri dönemin gereklerindendir.
Yükselen büyük bir mücadeleden değil ama, biriken büyük bir öfkeden söz etmek mümkün. Sorun bu öfkenin nasıl ve nereye kanalize olacağı ya da pasifize edilip edilemeyeceğidir. Sınıfın sendikal ve siyasal örgütleri, büyüyen bu öfkeyi birlikte örgütlemek zorundadırlar. Bugünkü güç ilişkilerine bakıldığında, tek başına hiçbir siyasal ya da sendikal örgütün bunu karşılaması olanaklı değildir.
Sürekli yinelenmek ve maalesef yapılamayanı yapma girişimini sürdürmek gerekiyor. Sol/sosyalist çevrelerle, ilerici/demokrat sendikal yapılar öncelikle işyeri/şube düzeyinde, yerelden başlayan bir mücadele ortaklığı yaratamaz ise bu büyük saldırının geri püskürtülmesi olanaklı değildir.
* Yazarın 2009 yılı Mayıs ayında atılım.org sitesinde yayınlanan yazısını, güncel değerinden dolayı tekrar sitemizde yayınlıyoruz.