Çelmer İşçileri İşgal Eylemini Değerlendirdi
Bir direnişin öyküsü… “Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!”
Direnişçi Çelmer Çelik işçileri, direniş ve işgal süreçlerini değerlendirdikleri bir bildiri yayınladı. Değerlendirme şöyle:
Neden sendikaya üye olduk?
Ekonomik kriz ortamında yoğunlaşan hak gaspları bizim fabrikamızda da kendini göstermeye başlamıştı. Özellikle sosyal haklarımızın gasp edilmesi ve ücretlerimizin “düşük zam” dayatmaları ile erimeye başlaması fabrikamızda içten içe bir hoşnutsuzluk ortamı oluşturmaya başlamıştı. Bu hoşnutsuzluk ortamı kısa bir süre sonra da örgütlenme ihtiyacını gündemimize soktu. Kısa süreli bir çalışmanın sonunda örgütlenmemizi tamamlayıp sendikaya üye olduk. Yine kamuoyu tarafından da bilindiği üzere örgütlenme adımımız ÇEL-MER patronu tarafından işten atma saldırısı ile karşılandı. Bu ilk saldırıda 12 arkadaşımız işten çıkartıldı. Böylece de ÇEL-MER işçilerinin direniş öyküsü başlamış oldu.
Bu ilk direnişimiz 19 gün gibi kısa sürede başarıyla sonuçlandı. Ancak ÇEL-MER patronunun bizi pek fazla yormadan 11 arkadaşımızı işe geri alması içimizde “bu kolay zafer, yeni saldırıların habercisi mi?” düşüncesini de uyandırdı. Keza içeride kısa bir süre çalıştıkta sonra ÇEL-MER patronu tekrar ve daha ağır bir biçimde saldırıya geçerek bu kuşkumuzda haklı olduğumuzu da göstermiş oldu. Bu ikinci saldırıda (değişik zamanlarda olmak üzere) toplam 23 arkadaşımız işten çıkartıldı. Böylece ÇEL-MER işçilerinin ikinci direnişi de başlamış oldu.
Nasıl bir direniş?
Açıkça ifade etmek gerekirse direnişe ilk başladığımızda kafamızda sadece “bir haksızlığa uğradık” düşüncesinden başka bir şey yoktu. Bırakalım bir sınıf bilinci ile hareket etmeyi, nasıl bir mücadeleye adım attığımızı, nasıl bir mücadele yürütmemiz gerektiğini bile bilmiyorduk. Büyük bir çoğunluğumuz hatta neredeyse tamamımız herhangi bir sendikal deneyime bile sahip değildik. Karşı karşıya kaldığımız haksızlık nedeniyle kapı önüne çıkmıştık sadece. Ama çok geçmeden yaşadığımız deneyimler hepimiz için bir okul işlevi gördü. Kapı önüne çıkışımızla birlikte birçok baskı ve ayak oyunu ile karşılaştık. Bir yandan patron türlü oyunlarla hem içerideki örgütlülüğümüzü kırmaya hem de bizleri dışarıda baskı altına almaya çalıştı. Kolluk güçleri sürekli yasalara işaret etmeye, yasalar yoluyla bizi tecrit etmeye ve bir köşeye sıkıştırmaya çalıştı. Aslında tam da bu karşı karşıya kaldığımız türlü baskı ve ayak oyunları bizim aslında “çok aktörlü” bir savaşın içerisinde olduğumuzu da fark etmemizi sağladı. Yine bu aşamada düşüncelerimizi sendikamızla paylaştık. Baskılara karşı daha etkin bir direniş örgütlenmesi gerektiği yönünde telkinlerde bulunduk. Böyle olması gerektiğini biliyorduk. Ama bunun nasıl olacağı konusunda sendikanın daha yönlendirici olması gerektiğini düşünüyorduk.
Ancak maalesef sendikamız bizim bu istemlerimizi “yasal-meşru zeminden ayrılmayalım” sözleri ile karşılıyordu. Bu derece baskı altında iken “yasal meşru” zeminde kalmanın tercümesinin “susalım-bekleyelim” olduğunun da farkındaydık. Bu aşamadan sonra da “sendika önlüğünü giyiyorsak, sendika biziz” bilinci ile hareket etmeye başladık. Madem nasıl bir mücadele yürüteceğimizi bilmiyorduk, o zaman öğrenecektik. İşe direnişteki diğer işyerlerini ziyaret etmekle başladık. Bununla yetinmedik. Geçmiş direnişleri incelemeye ve bu direnişlerin deneyimlerinden dersler çıkartmaya başladık. Bu girişimlerimiz hem daha büyük bir ailenin parçası olduğumuzu gösterdi, hem de aklımızda “yasal-meşru” değil “fiili-meşru” mücadelenin şart olduğu düşüncesini oluşturmaya başladı. Madem bir savaşın içerisindeydik, madem birileri bizi korkutmak için yasalara işaret ediyorken, yasaları çiğneyerek bizi kapı önüne koyuyordu, o zaman artık işçilerin haklı mücadelesi ve bu mücadelenin yasaları geçerliydi bizler için. İşte bu yüzden mücadelede cepheyi en ileriden kurmaya, fabrikayı işgal etmeye karar verdik.
Nasıl bir işgal?
Direniş komitesi olarak işgal kararını aldığımız andan itibaren de artık her açıdan işgalin örgütlenmesi çabasına koyulduk. Bu noktada üç önemli karar aldık:
1. Örgütlülüğümüzü hem direnişçi işçiler hem de içeride çalışan arkadaşlarımız açısından bu eylemi gerçekleştirebilecek bir düzeye kavuşturmak gerekiyordu. Bu amaçla komite sayımızı arttırdık. Dışarıda bir komitenin yanında içeride de bir komite oluşturduk. Üçüncü bir komite ile de bu ikisini birbirine bağladık. Böylece hem içerisini hem de dışarısını tek bir hedefe yöneltebilme zeminini yaratmış olduk.
2. Direnişimizin sesini dışarıya taşımak ve direnişin etrafında bir kamuoyu desteği oluşturabilmek için girişimlerde bulunduk. Bu amaçla basın açıklamaları, yürüyüşler, bildiri dağıtımları, diğer fabrikaların temsilcileri ile görüşmeler yaptık.
3. Sendikamız ile ilişkilerimizi “tabanın iradesini” etkin kılacak şekilde yeniden düzenledik. Bu kararlar çerçevesinde anlamlı bir mesafede kat etmiş olduk. Ancak her şeyin kâğıt üzerinde hesaplandığı kadar mükemmel olmayacağını da biliyorduk. Nihayetinde oluşturduğumuz bu programın hayata geçirilmesi noktasında belirli sıkıntılar da yaşamaya başlamıştık. Kamuoyu desteği ve sendika ile ilişkiler bakımından anlamlı sonuçlar almaya başlamışken, direnişteki işçi arkadaşlarımızın dirençlerinde zayıflama da kendini göstermeye başlamıştı. Elbette “geçim sıkıntısı” bunun başlıca nedeni idi. İşte tam da bu aşamada komite olarak “işgal zamanının geldiği” yönünde karar aldık. Bir iki gün içerisinde işgalin ayrıntılarını planlamaya koyulduk. Avukatlarla toplantılar yaptık. Ve tüm eksiklerimizle ilgili riskleri de alarak içerideki arkadaşlarımızın da katılımı ile 2 Ağustos günü fabrikamızı işgal ettik.
İşgal süreci
İşgalin ilk saatleri bizim için fazlasıyla önemliydi. Polisin saldırısı ile karşı karşıya kalabilirdik. Dışarıda kamuoyu desteğinin oluşacağını tahmin ediyorduk. Hatta bunun için işgal öncesinden de hazırlıklar yapmıştık. Ancak bu destek örgütlenene kadar polis müdahalesi ile karşılaşmamak için işgali metrelerce yüksekte vinç üzerinde gerçekleştirme kararı almıştık. Elbette işgal gibi günlere yayılabilecek bir eylemi bu şartlarda sürdürebilmenin zorlukları da vardı. Ancak tüm zorluklarına rağmen polis müdahalesini mümkün olduğunca zorlaştırmak ve geciktirebilmek için böyle bir karar almış olduk. Keza bu taktiğimiz başarılı da oldu. Bir süre sonra dışarıda destek için gelenlerin slogan seslerini işitmeye başlamıştık. Bu bizim için inanılmaz bir moral güce dönüştü. Bizler de gürültü çıkararak veya slogan atarak karşılık veriyorduk. Dışarıda oluşmaya başlayan desteğin içeriye katkısı çok büyük oldu. Bilindiği üzere sonrasında çeşitli baskılar kendini göstermeye başladı. Üzerimize kapılar kilitlenerek havasız bırakıldık, su ve yiyecek verilmedi. Ancak dışarıdan desteğe gelenlerin önemli çabasıyla kapılar açılabildi, yemek ve su ihtiyacımız karşılandı. Bir aşamadan sonra diplomasi trafiği ve tehditler devreye sokuldu. Ancak biz bunlara da hazırlıklıydık. Tüm baskılara cevabımız “Taleplerimiz kabul edilene kadar inmeyeceğiz!” oldu. Sonuçta Vali, sendika yöneticileri ve patronun katıldığı birkaç görüşme gerçekleşti. İşgalin 4. günü son görüşme gerçekleştirildi. Bu görüşmede 11 arkadaşımızın işe geri alınmaması dışında tüm taleplerimiz kabul edildi.
İşgalin sonlandırılması
Yapılan protokolün ayrıntıları sendikacılar aracılığı ile bizlere iletildi. Bizler de sendikacıların dışarı çıkmasını, durumu işçiler olarak değerlendireceğimizi söyledik. Çok net bir şekilde ifade edebiliriz ki, işçi arkadaşlarımızın tamamı “Hiçbir arkadaşımızı geride bırakmayacağız” diyerek çok net tutum aldılar. Buna rağmen bizler işgal komitesi olarak işgal eylemimizi bitirme kararı aldık. Bu kararı almamızda olumlu olumsuz birçok nedenin etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Olumsuz etkenlerin başında ise vinç üzerinden düşerek ölümler yaşanması olasılığı geliyordu. Ki polis müdahalesi ile de bu yaşanabilirdi, bu göze de alınmıştı. Ancak bunun yorgunluk sebebiyle yaşanması bizleri endişelendiriyordu. Diğer bir olumsuz etkense sendikanın işgale müdahaleyi “etkin diplomasi” sınırlarında ele alan yaklaşımıydı. Bizler ÇEL-MER işçileri olarak işgali günlerce sürdürebilecek bir kararlılığa sahiptik. Ancak eylemimizin ve kazanımlarımızın yoğun baskı altında boğulmamasının garantisi, dışarıya ne ölçüde mal edilebildiği, dışarıda ne ölçüde bir kamuoyu desteği örgütlenebildiği idi. Bu bakımından üzerine düşeni fedakârlıkla yapan tüm güçlere, sonsuz teşekkür ediyoruz. Ama bu noktada asıl sorumlu olarak sendikamızı görüyoruz. Sendikamız açıktır ki bu bakımdan da sınıfta kalmıştır. İşgalin devamında karşılaşabileceğimiz saldırılar karşısında eylemimize soluk katacak etkin bir dayanışma ve mücadele örgütleyememiştir.
Olumlu etkenlerin başında ise elbette sendikanın fiilen işyerine sokulması ve 25/2. maddeden verilen çıkışların iptal edilmesi, hukuki olarak yaptırımla karşılaşmayacak olmamız geliyordu. Tabi burada bir yanlış anlaşılma olmasını istemiyoruz. İşgale katılan her arkadaş yasal yaptırımları göze almıştı. Ancak bize direniş esnasında yasaları işaret edenleri kendi yasalarını çiğnemek zorunda bırakmak, fiili meşru mücadelenin gücünü gösterebilmek açısından önemliydi. Ötesinde de artık direniş bizim için birkaç işçinin işini geri kazanması mücadelesinin çok çok ötesine geçmişti. İşçi sınıfı mücadelesine katkı sağlayıp sağlayamadığımız, işçi sınıfını temsil ettiğimiz bu eylemden, işçi sınıfı adına başımız dik çıkıp çıkamayacağımız noktası son derece belirleyici oldu.
Sonuç olarak işgal komitesi bu olumlu-olumsuz etkenleri kendi içerisinde değerlendirdi ve işgal eylemini kazanım ile sona erdirme kararı aldı.
İşgalin her saniyesinde daha fazla güçlendik
En başta ifade ettiğimiz gibi işgal eylemimize bazı sıkıntılarla başlamış olduk. Direniş-İşgal Komitesi olarak işgal sürecinde ve sonrasında karşılaşabileceklerimiz konusunda asgari bir birikim sağlamış ve hazırlık yapmıştık. Ama bu birikim ve düşünsel-pratik hazırlığı diğer arkadaşlarımıza da mal edebilme noktasında eksiklerimiz vardı. Bunu bilerek ve bu açıdan tüm riskleri de üstlenerek işgal eylemini başlatmış olduk. Buna rağmen işgal eylemimizin sadece kendisi bile her saniyesi ile kaygılarımızı ortadan kaldırdı. Vinç üzerinde metrelerce yükseklikte, yoğun sıcak ve düşerek ölme tehdidi altında, kah gözyaşları içerisinde kah halaylar ve türkülerle birbirine kenetlenen her bir ÇEL-MER işçisi arkadaşımızın yarattığı bu 4 günlük işgal öyküsünü hangi kelimelerle anlatsak yetersiz kalacaktır. İşin bu kısmı belki de sadece yaşanınca anlaşılabilecek tam bir kararlılık ve fedakârlık hikâyesidir. Asıl kazanımımız da burası olmuştur. İşgal sürecini yaşamış her bir arkadaşımız, artık nasıl bir sınıfa mensup olduğunun farkında, sınıf çıkarlarının bilincinde, örgütlülük ve mücadele bilinci gelişmiş bir biçimde, asgari olarak da işçi ve emekçileri başarı ile temsil edebilmiş olmanın onuru ile başı dik çıkmıştır dışarıya.
ÇEL-MER işçisi, 11 arkadaşının dışarıda kalmasının burukluğunu, ama aynı zamanda haksızlığa uğramış/uğrayan milyonlarca işçi ve emekçinin haklı mücadelesini temsil etmenin onurunu, direnen diğer işçilere moral güç ve olumlu bir örnek olabilmenin gururunu taşımaktadır. Bu açıdan ÇEL-MER işçisi için işgal eylemi bir son değil, aksine yeni bir başlangıç olmuştur. ÇEL-MER işçileri haklarını söke söke almıştır. Sermaye ile hesabımız daha kapanmamıştır. Açıkça ilan ediyoruz:
Eksik bıraktıklarımız boynumuzun borcu olsun! Kazanımlarımız işçi sınıfına armağan olsun!
Yaşasın ÇEL-MER işgalimiz!
İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!
ÇEL-MER Direniş-İşgal Komitesi