Hayırcıların Boykot Öfkesi
M. Sinan MERT
24 Ağustos 2010
Referandum ekseninde sosyalist hareket içinde yaşanan tartışma ve kamplaşmalar, hem önemli işaretler içeriyor hem de kalıcı bir takım sonuçlar doğuracak gibi gözüküyor. Referandum yaklaştıkça tartışmaların şiddeti artıyor, dillerin altındaki baklalar daha açık ifade edilir oluyor.
Sosyalist kampta ortaya çıkan EVET-HAYIR-BOYKOT bloklaşmaları farklı beklenti ve gelecek tasavvurlarını ifade ediyor aslında. Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla örneğin bu gelecek değerlendirmeleri şöyle tasnif edilebilir:
EVETçiler
Türkiye normal bir burjuva demokrasisi olma yolunda. İç siyasette yaşanan gelişmeler ve AKP’nin icraatları Türkiye’yi AB’ye yaklaştırıyor. Askerlere siyasetten el çektirilmesi Türkiye’nin kimi temel meselelerini de çözüme taşıyor. Bu yaşananlar iyi şeylerdir, biz de kenarından köşesinden bu işin bir parçası olursak siyaseten biz de büyürüz. CHP ve geleneksel sol hareketler bu süreçte temel desteklerini kaybedecekleri için solda büyük bir alan boşalacak. Biz de oralara yerleşiriz. Türkiye’de tabandan gelişecek bir radikal anti-kapitalist işçi hareketi beklentisi gerçekçi değildir. Kürt hareketi de liberalize olmaya açıktır, AKP’nin açılımı Kürt hareketini daha ılımlı bir çizgiye çekecektir.
HAYIRcılar
AKP toplumun tüm temel taşlarını arkasına uluslar arası destek alarak yerinden oynattı. Bu harekete karşı tepkiler sola çekilirse sol yeniden büyüyebilir. Zaten solun doğal tabanı olan kesimlerde AKP’ye tepki çok büyük. Biz de bu tepkiden yararlanarak büyüyebiliriz. 70’lerde Ecevit’in rüzgarı solu büyütmüştü, şimdi de Kılıçdaroğlu bir rüzgar yaratıyor. Bunun ötesine berisinde olmamızın sola faydası olur. Zaten Kürtler de emperyalizme çok yakın duruyorlar ve ülke içinde milliyetçiliği kışkırtıyorlar. Kürt hareketinin güdümünde gibi gözükürsek doğal tabanımızdan kopuyoruz. Dolayısıyla Kürt hareketi ile farklı noktalarda durabilmemiz önemli. AKP karşıtlığı ile birlikte işçi-emekçi dostu bir çizgiye oturabilirsek büyürüz.
BOYKOTçular
AKP karşıtlığı ulusalcılık ile araya yeterince net çizgiler çekemiyor. Kürt hareketi ile araya mesafe koymaya çalışarak devrimci bir çıkış yaratılamaz. Sosyalistler sermayenin iki ana bloğuna da –liberal ve ulusalcı- eşit uzaklıkta Kürt hareketi ile de eşgüdüm kurabilecek kadar yakın bir mesafede bloklaşmalı. Buna 3.cephe denebilir. Kürt hareketi ile Batı’daki yoksulların, işsizlerin, ezilenlerin ortak hareketini yaratabilirsek devrimci bir çıkış yapabiliriz.
Bu bloklardaki kimi öznelerin tutumlarını izah edemese de –Sosyalist Parti, BDSP vs.- bu tasnif büyük oranda doğru gibi gözükmekte. Dolayısıyla referandum ekseninde ortaya çıkan kamplaşmalar rastlantısal olarak ortaya çıkmaktan öte bir araya gelişleri temsil ediyor aslında. Özellikle HAYIRcı kampta ortaya çıkan beraberlik uzunca bir süredir pişirilmekteydi ve maalesef bize uzun ömürlü olacak gibi gözükmektedir- EMEP’in buradaki zayıf halka olduğunun altını çizebiliriz-HAYIRcı kampın en büyük avantajı görece birbirine denk ve bir süredir ortak mesaisi olan gruplardan oluşmasıdır.
EVETçilerin durumu bellidir. Burada tespit edilmesi gereken en önemli şey ÖDP’ de kalanların Ufuk’larla ilgili tespitlerinde bu kadar isabetli olabilmiş olmalarıdır. “Sosyalistleri birleştireceğiz” noktasından bu kadar büyük bir hızla hükümetin sol üzerindeki gölgesi haline dönüşebilmek ilginç bir maharet olmuştur. EDP ile altın çağını yaşayan DSİP’e Allah selamet versin demekten başka bir şey yapabilmek çok zor.
Fakat HAYIR cephesi ilginç bir ruh hali içindedir. Bir kere BOYKOTçulara saldırma konusunda çok daha cüretkarlar. Zaman zaman işin içine maalesef densizlik ve cahillik de karışıyor. Örneğin bu cephede olmasına en fazla hayıflandığımız Halkevleri çevresinin etkisinde olan sendika.org sitesinde çıkan kimi yazılar bu cüretkârlığı oldukça iyi temsil ediyorlar.
Bizim anlayabildiğimiz kadarıyla bu kesimde CHP ve MHP ile aynı cephede olmaktan kaynaklı bir sıkıntı var. Bu sıkıntının üstünü “halkın hayırı” gibi ayrımlarla kapatmaya çalışıyorlar o da tam tutmuyor. Bu sefer de paketin içeriği ile ilgili aşırı bir neo-liberalizm vurgusu yaparak olayı perdelemeye çalışma var. Mahkemelerin “yerindelik” değerlendirmesi yapmasının engellenmesine dönük bir düzenleme öne çıkarılarak HAYIR demenin anti-kapitalist zorunluluğu ortaya konmaya çalışılıyor. Burada da neredeyse var olan Anayasa’nın faziletlerini anlata anlata bitirememe hali ortaya çıkıyor, insanın aklına “Allah’tan mahkemelerimiz varmış, yoksa halimiz nic olurmuş” fikri düşmeden edemiyor. Yani tam da o korktuğumuz “HAYIR diyerek 12 Eylül Anayasa’sının kutsanması” hali ortaya çıkıyor. “Sandığa gittiğinde “hayır oyu” vermesi beklenen bu kişiler, sandıktan “evet” çıktığında uygulamaya geçecek icraatları neyle engelleyecekler? Boykotun siyasal sorumluluğu genel geçer doğruları sıralamak değildir. Ekonomik Sosyal Konsey işlemeye başladığında orayı basıp işlevsiz hale getirecekler mi? Kamu yararının gözetilmediği kararlar karşısında HES’te çalışan dozerin önüne yatacaklar mı? Uzlaştırma kurulunun verdiği son kararı kabul etmeyip kamu çalışanlarını greve çıkartabilecekler mi? vs. vs. vs” İnsanın hakikaten Anayasa’mıza şükredesi geliyor, baksanıza bizi ne büyük felaketlerden koruyormuş. Örneğin şimdiye kadar Karadeniz’de hiç HES açılamadı, ya da memurlar maaş zamlarına karşı hep greve çıktı ve DİSK ile TÜSİAD hiç sarmaş dolaş olmadı? Anti neo-liberal hassasiyetin abartılmasından bunu kastediyoruz. HAYIRcılar kendi tabanlarına ne kadar haklı olduklarını buradan yola çıkarak anlatmaya çalışıyorlar ve BOYKOTun basıncı altında kalıp BOYKOT cephesine saldırmaya çalışıyorlar fakat bunu yaparken var olan durumun bir tür güzellemesini yapmadan duramıyorlar.
Bir de Kürt hareketi ile ile ilgili şu dile bakar mısınız: Bu arada diğer boykotçulara bir dost nasihatinde bulunmakta yarar var. İşçi sınıfının çıkarını PKK siyaseti ile bir tutanlar, onlar boykottan vazgeçerse durumlarını nasıl açıklayacaklarını şimdiden düşünsünler. Boykotçular ne yapıyormuş? İşçi sınıfının çıkarını PKK ile bir tutuyorlarmış. İşçi Partisi bildirisinden alınmış zannedebilirsiniz ama hayır, yine sendika.org’dan. Kürt hareketi ile aynı taktik ile yol almaya çalışmanın karşılığı bu kadar net. Bu ifadedeki derin milliyetçiliğin nasıl yorumlanması gerektiğini sizler bırakıyoruz. Fakat bu HAYIR bloğunda TKP çizgisinin kurduğu hegemonyayı görünce insanın canı sıkılıyor.
Bir de cehalet örneği verelim. Yine sendika.org’un bir yazarına göre HAYIRı savunan bir egemen sınıf kesimi söz konusu değil. “Hiçbir sermaye fraksiyonu “hayır” diyemiyorken sol hangi gerekçeyle emeğin ve doğanın üzerindeki sermaye egemenliğini pekiştirecek bir Anayasa’ya göğsünü gere gere “hayır” diyemiyor? Sermaye evetçiler-hayırcılar olarak saflaşmıyorken, “egemenler arası mücadelede taraf olmama” tavrı ne kadar geçerli? “ Sayın yazar neden böyle düşünüyor? Çünkü malumunuz MÜSİAD Evet diyor, TÜSİAD’ında ne dediği belli değil. O zaman bu boykotçular nereden çıkartıyor canım egemen sınıf fraksiyonları arasındaki çatışma hikayesini? Yani gülelim mi ağlayalım mı? Arkadaşımız dernekler safhasından öteye geçemiyor. Türkiye’nin son 15 yılına damgasını vuran bir ana gerilim en temelde dernekler arası bir gerilim olarak mı anlaşılıyor. Ya da CHP ve MHP egemen sınıf partileri değilse kimin temsilcileri? Kılıçdaroğlu “halkın iktidarı” falan dedikçe bu arkadaşın kafası mı karıştı acaba?
Uzun sözün kısası HAYIR bize EVET’ten daha yakın fakat HAYIRcıların bu celallenmelerinin yaratacağı tahribat çok daha güçlü olacağa benzer. Bu referandum meselesi solda kalıcı izler bırakmaya aday gözüküyor.