Daha önceki birkaç yazıda Saray karşısında direnmek isteyen çokluk ile bunun içerisindeki hegemonyayı birbirinden ayırmak gerektiğini belirtmiştim. Adalet Yürüyüşü bu iki sorunsalı daha belirgin bir biçimde görünür hale getirdi. Çokluğun harekete geçmek için organize olması ve motivasyon yükseltmesi açısından Adalet Yürüyüşü’nün önemli bir ivme kattığı ortada. Maltepe mitingi bunun bariz bir ispatı oldu. Son yıllarda görülmemiş bir kalabalık, OHAL’in genel sessizliği ile alakası olmayan bir coşku ve kararlılık. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında mücadele kararlılığından bahsettiği her söz büyük alkış aldı. Nuriye ve Semih’ten bahsedilmesi benzer biçimde büyük destek gördü. Alana akan kitlenin mücadele arzusuna sahip olduğu çok belirgindi. Bu önümüzdeki günler için çok önemli bir gelişme ve iyi bir haber.
Fakat bu çokluğun politik merkezi sosyalistlerden ve HDP’den bir miktar daha uzaklaştı. Erdoğan, 15 Temmuz’dan kendi sultanlık mitosunu yaratmak istiyor. Kılıçdaroğlu da bu yürüyüşle kendi etrafında bir hale yaratmayı başardı. Silik parti başkanlığı boyunca başaramadığını 25 günde gerçekleştirdiği yürüyüşle becerdi. Bu kendisi açısından önemli bir başarıdır ancak bizim için de kötü bir haberdir. Gezi’de sosyalistler, 7 Haziran’da ise HDP hegemonik unsurdu. Bugün ise 16 Nisan’dan bu yana CHP’nin ve Kılıçdaroğlu’nun belirginliği ön plana çıkıyor. CHP yürüyüşün sonlarına doğru kendi geleneksel sembollerini daha rahat kullanır hale geldi. Kendi solundakileri de “milliyetçileri idare etmem lazım” diyerek şimdilik ikna edebiliyor. Çok önemli bir heyetle yürüyüşü ziyaret eden HDP’nin adı bir kez bile zikredilmedi. Demirtaş’ın tutukluluğu, mahkemeye kelepçe ile getirilmek istenmesi, bunu reddetmesi açık olarak gündem yapılmadı. HDP’nin mitinge katılmasına rağmen isminden bahsedilmemesi, herkesin bildiği ortak bir sır oldu miting katılımcıları için. Bu söylem, hegemonyanın nerede kurulmaya başlandığını çok açık bir biçimde gösteriyor.
Yürüyüş İstanbul’a yaklaşırken hükümetin ve MHP’nin gerilimi neden düştü? Bu gerilimin düşmesi mitinge katılımı hiç kuşku yok ki daha da arttırdı. Bunun iki sebebi olabilir. Birincisi, Kılıçdaroğlu’nun kararlı durması ve yürüyüşün AKP tabanında bile bir karşılık bulması. Bu seçeneği imkânsız olarak değerlendiremeyiz. Bir diğeri ise HDP’nin ve sosyalistlerin “fazla” içerilmemesi kaydıyla Kılıçdaroğlu’na bir alan açılması, bir tür uzlaşma olabilir. “Seni tutuklamayacağız, partiye çok kapsamlı yönelmeyeceğiz, sen de HDP’yi meşrulaştırma, sosyalistlerle mesafeni kısaltma” uzlaşması mümkün müdür? Emin olabilmek için birkaç güne daha ihtiyacımız var.
Şurası açık ki CHP bir biçimde sokakta olmaya, kendi kitlesini mobilize etmeye gayret edecek. Kılıçdaroğlu’nun 9 Temmuz’dan bir başlangıç olarak da bahsetmesi bu öngörüyü destekler. Sosyalistler bununla nasıl ilişkileneceklerine hızla karar vermeli. Kimi sosyalist grupların Maltepe için hazırlıkları gayet yerindeydi. Bildiri dağıtanlar, kendi dövizleri ile yürüyenler mitinge kısmi de olsa bir müdahale gerçekleştirmiş oldular. HDP, CHP’ninkinden farklı karakterli bir adalet yazısı ile katılsa bile bir etki yaratmış olurdu ancak bu tercih edilmemişti. Belirsiz bir biçimde bu mobilizasyonun içinde erimek de burnu büyüklükle kenardan eleştirmek de kazandırmaz. Hareketi demokratikleşme eşiğine doğru iteleyecek hamleler sosyalistlere yeni örgütlenme olanakları ve etki alanları yaratabilir.
Kılıçdaroğlu yürüyüşe parti seviyesinde destek verenlere teşekkür etti, tutuklu milletvekillerinden de bahsetti. Ancak asla HDP’nin, Demirtaş’ın, Yüksekdağ’ın adını ağzına almadı. Bu tutum bu mücadelenin turnusol kağıdıdır. Bunca anti-demokratik tutumdan bahsederken bir kere kayyumlardan bahsetmemek, bu mücadelenin tamamen iktidar klikleri arasında bir mücadele olarak kalması, demokratikleşme olanağının son derece sınırlı olması anlamına gelir. Aksi durum ise, HDP ile çok daha belirgin bir ittifakın gelişmesi gerçek bir demokratikleşme seçeneğini ortaya çıkartır. Bizlerin tutumu bu gerçeği asla gözden yitirmemelidir. Bu ülkenin en önemli 3. partisini, onun eş başkanlarına, belediyelerine, yöneticilerine yapılanları bu derece görmezden gelen bir tutum 1. Cumhuriyet’in restorasyonu hedefinden kopuşamamanın ifadesidir. Bu tutum ise demokrasi cephesi için yenilginin baştan kabullenilmesi anlamına gelecektir. Kemalistler, 3. Cumhuriyet’e ikna değillerse mücadeleyi kaybetmeye mahkûmdurlar. Hayat onları 1921 çizgisine itiyor, 1924’te ısrar onları da tüm toplumu da Abdülhamit despotizmine mecbur eder.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]