Bunaltıcı sıcak koğuşumuzu kasıp kavururken oturup yazıp yazmak pek iştah açıcı değil. Zaten oturmuş yazacaklarımı düşünürken kalemin yazmıyor oluşuna cezaevinin olmazsa olmazı volta yetişiyor. Volta mahpushaneye düşenin yegane silahıdır. Avluda volta atarken bütün arkadaşlara voltanın tarihini sordum (kıdemliler dahil) bilen olmadı. Zaten soru şok etkisi yaratmıştı. “Bunca yıldır okumaktan helak olduk hiç aklımıza gelmedi voltanın tarihini araştırmak” dediler. Hemen attım elimi cebime “akıllı telefonuma yazar bulurum” diye geçirirken içimden acı gerçekle yüz yüze gelmem uzun sürmedi. Ne gezer telefon cezaevinde, alışkanlık işte. Şimdi dışarıda olmak vardı. Enseyi karatmayıp sözlükleri karıştırırken buldum kendimi. Maalesef sözlüklerde de “geminin yele karşı aşağı yukarı gidip gelmesinden” başka ne anlam ne de voltanın tarihine ilişkin tek bir satır yazıyordu. Yine de şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki zindanların tarihiyle voltanın tarihi eşdeğerdir.
Konumuz voltanın tarihi kökleri değil elbette.
İçeriyle dışarının birbirine karıştığı ülkemizde, siz “dışardakilerle” bizlerin muazzam benzer yanları var. İşte bunlardan en önemlisi “volta” atmaktır. Sizinki açık mekanlarda ve daha uzun sadece.
Söylemekten, okumaktan, duymaktan gına gelse de şu meşhur 7 Haziran sürecinden beri adımlarımız seyrelmiş, neredeyse durma noktasına gelmişti. Hele ki insanların toplu halde yakıldığı, sokak ortasında cenazelerin günlerce kaldığı zamanlarda yolları kitlesel arşınlamamak beraberinde kentlerin yıkımını getirdi. Öyle ki ağır tahribata uğrayan sadece Kürt’ün yaşamı değildi. İki yıllık bu zaman diliminde görüldü ki karşı konulmadığında “vermenin” sınırı yok. Üzerine bir de -tam da bu tarihlerde- “Allah’ın lütfu” darbe girişiminin gelmesi keyfi saldırıların sınırsızlığını var etti.
Kitle desteğinde önemli oranda erime yaşanan AKP’de, darbe girişimi sonrası yürüyüş ve mitinglerle geçirilmesi -alanları dolduran kalabalıkların orada bulunma nedenlerinden bağımsız olarak- önemli oranda moral değerler yarattığını kaydetmek gerekir.
Sihirli Formül “Yürümek”
Süleyman Demirel’in ağzını şapırdatarak “Yollar yürümekle aşınmaz” sözüne kelimesi kelimesine katılmamak elde değil. Çünkü yürümek yolları değil karşıtını aşındırır.
Milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması en çok CHP’ye yaradı. Her şeyin kürsü konuşmalarıyla, Ankara’nın resmi koridorlarında bürokratlıkla çözülmediğini sıranın kendilerine geldiği an gördüler. Enis Berberoğlu’nun CHP’de yarattığı şok, onu sokağa attı. Sanki arı kovanına sıkılmış duman gibi ilk Kılıçdaroğlu’nu kovanından çıkardı. CHP tarihinde ilk defa üzerinde çok düşünmeden kendini sokağa attı. İyi de yaptı. “Akılcı davranmayı” salık vermenin dışındaki davranışlar büyük etkilere neden olabiliyor. Yaşam bir kez daha F. Engels’i haklı çıkarıyor böylece “bir gram eylem bin ton teoriden daha değerlidir” dediğinde.
Cezaevinde sınırlı takip etme olanaklarımız olsa da sık sık “Neden HDP eş başkanları ve milletvekilleri tutuklandığında CHP sokağa çıkmadı?” eleştirileri yapılıyor. Meşhur “Ermeni’yi dövdürtmeyecektik” hikayesi gibi. CHP daha HDP’nin adını dahi ağzına almaktan imtina ederken nasıl çıkabilirdi sokağa? Hem HDP’liler eş başkanları, milletvekilleri, yöneticileri tutuklandığında basın açıklamalarının dışına taşıp yürümeleri gerekmez miydi? Ayrıca baskı ve şiddet dalgası HDP ve müttefikleriyle sınırlı kalıyorsa CHP nazarında pek de sorunsal bir durum teşkil etmiyor. Bugünkü yürüyüş CHP açısından bir ön almadır.
Ülkenin en önemli olaylarından biri yaşanıyor, merkez medya ikinci, üçüncü haber olarak vererek sırandanlaştırıyor. Oysa ana muhalefet genel başkanı ile birlikte bu ülkede gelecek kaygısı güden binlerce insanın başkentten İstanbul’a yürüyüşü söz konusu. Utanmasalar trafik kazası haberleri ile birlikte verecekler. Bütün medya organlarını tahakküm altına alan iktidarın milyonlarca insanın üzerinde yarattığı etkiyi burada izleyebildiğimiz TV’lerden görebiliyoruz. Sağolsun Kılıçdaroğlu da ne her sabah düzenli izlediğimiz açıklamalarında ne de yürüyüş boyunca sarf ettiği cümlelerde “adalet” ve “provokasyonlara gelmeyeceğiz” dışında bir şey söylemiyor.
Gandi payesi biçmek Kılıçdaroğlu’na ağır gelse de yürümek kendisine iyi geliyor. Bunu bile yapıyor olması baskı rejimini kabul etmeyenler için olumluluktur. Her gün kendi talep ve renkleriyle katılan demokrasi güçlerinin varlığı, yürüyüşe önemli oranda nitelik kazandırıyor. Kuşkusuz hala “dışarıda” olmanız hasebiyle yürüyüşten ve yarattığı etkiden imkanlarınız dahilinde daha fazla yararlanıyorsunuzdur. Bizler de burada her saat haber bültenlerinin verdiği ölçüde takip etmeye çalışıyoruz.
Yürüyüş Maltepe’de sonlandığında Eniz Berberoğlu tahliye edilmeyecek. En azından içeriden gözlemlediğimiz maalesef bu yönde. CHP’nin kimi vekilleri için de tutuklama sinyallerinin çok önceden verildiğini biliyoruz. Yürüyüşün ortaya çıkardığı enerji böylesi planların önünü almaya yetip yetmediğini yaşayarak göreceğiz.
Kılıçdaroğlu ve beraberindeki binlerin yürüyüşü ciddi enerji biriktiriyor. Farklı anlayışlara sahip kesimlerin yer aldığı bu eylemselliğin yarattığı motivasyondan güç alma ve sıçrama noktası olarak değerlendirmek demokrasi güçlerinin omuzlarındaki sorumluluktur.
İstanbul’a yürüyenler utanç duvarlarının yıkılmasında tarihsel bir misyona sahip. Duran her şey çürüyor. Maddi hiçbir varlık durarak kendini var edemez, olduğu gibi kalamaz. Cezaevlerindeki aydınları, yazarları, gazetecileri, siyasi tutsakları dinç ve moralli tutan, sınırlandırılmış mekanda sınırsız üretkenliğe hazırlanmaktır. Bununla birlikte önemli dayanak noktalarımızdan volta atmak hantallaşmanın önüne geçmenin yanı sıra düşünsel çalışmalarımız ve umutlarımızı her daim besliyor, diri tutuyor.
Adaletsizliğin sonucu cezaevlerinde olan bizler de sizler gibi durmadan yürüyoruz. Sizler Ankara’dan İstanbul’a yürürken biz de daracık avlumuzda voltadayız. Yürümek çürümenin ve erimenin karşısında etkin bir silah olarak önümüzde duruyor.
Sayım başladı, haydi voltaya…
Sezgin Kartal
Sosyalist Dayanışma Dergisi
Yazı İşleri Sorumlusu