2001 krizi sonrasında Türkiye’deki neo liberal dönüşümün mimarı Derviş’in olası bir CHP iktidarında ekonomi bakanı olmayı kabul etmesi sonrasında CHP seçim bildirgesini açıkladı. Anlaşılıyor ki CHP bu seçimlerde ana ekseni ekonomi üzerinden kurmak istiyor. İşsizliğin bir kez daha %11.3 ile zirve yaptığı, büyüme oranının %3’ün altında kazık çaktığı bir dönemde mantıklı bir tercih.
Sosyal yardımların arttırılmasına dönük vaatler bir partiyi solcu yapar mı? Aslında toplumun en alt kesimlerinden en zenginlerine dönük bir kaynak transferi amacını güden neo liberalizmin 2000’lere gelinirken yaşadığı gömlek değiştirmede sosyal yardımlar çok önemli bir rol oynadı. 90’lı yıllarda Dünya Bankası literatürü yoksulluk yazını ile dolmuştu. Bütün bu tartışmalar 2000’li yıllarda sosyal yardım mekanizmalarını daha aktif bir biçimde kullanan bir neoliberalizm ortaya çıkarttı. Neo liberalizm o kadar fazla sayıda yoksul ve dışlanmış insan yaratmış, işçi sınıfı o kadar çözülmüştü ki bunların rızasını bir biçimde yeniden üretecek bir araç geliştirilemese düzenden yabancılaşma daha da artacaktı. “Sürdürülebilir yoksulluk” politikalarıyla siyasi iktidarlar doğrudan kendilerine bağladıkları geniş bir yoksul kitlesi üzerinden siyaset yapar hale geldiler. Bu mekanizma Latin Amerika’da Brezilya İşçi Partisi ve sol üzerinden yürürken bizde neoliberalizm Siyasal İslam’ın yardımlaşma ağları ile aşılandı.
AKP’nin iktidarının aslında büyük oranda yoksullarla kurmayı başardığı ilişkinin bir ürünü olduğunu sosyal demokrasinin bu kadar geç kavraması nasıl açıklanabilir? AKP’ye Baykal tarzı muhalefet, ekmek meselelerine hiç girmeden militan bir laiklik çizgisi üzerinden şekillendi ve AKP hegemonyasının oluşmasında muazzam bir rol oynadı. Söz konusu hegemonyanın oluşumunda bir anti figür olarak Baykal’ın katkısı, yetmez ama evet’çilerden fazladır. Kılıçdaroğlu parti başkanı olduğu ilk günlerde sınıfsal meselelere daha fazla değecek bir sosyal demokrat görüntüsü vermişti ancak o da hızla geleneksel CHP çizgisine oturdu, Erdoğan’ın karşısında etkisiz kaldı. Aydın Ayaydın gibi bir danışmanla yoksulları esas alan bir siyasi çizgi geliştirebilmek zaten mümkün olamazdı. Bugün de bildirgedeki tüm “yenilikçi” görüntüye rağmen Derviş’li ekonomi yönetimi 2001 model görüntüsü veriyor. Sermayenin alanını daraltmayan, faturayı finans kapitale kesmeyen, servete vergi getiremeyen, uluslar arası sermayeye güven faktörü olarak Derviş’i pazarlayan paket doğal olarak inandırıcılık sorunu da yaratıyor.
“Devlet sosyalizminin ortaya koyduğu büyük ders, üretim sürecinin doğrudan toplumsal düzenlemesinin somut biçimleri olmaksızın, özel mülkiyetin ve piyasa tarafından düzenlenen mübadelenin doğrudan ilgasının, zorunlu olarak esaretin ve tahakkümün doğrudan ilişkilerini hortlattığıdır” (Slavoj Zizek, “Sorusu Olmayan Cevaplar”, Komünizm: Yeni Bir Başlangıç içinde s.227). Bugün kestirmeden “özel mülkiyeti ortadan kaldıralım sorunları çözelim” noktasında değiliz, toplumun ekonomi üzerindeki denetimi arttıracağı yöntemleri adım adım geliştirmek zorundayız. Sermaye ilişkisinin toplum tarafından denetim altına alınması, bu konuda yöntemler geliştirilmesi gerekiyor. HDP’nin ekonomi programına bu açıdan bakmak gerekiyor. Burada amaçlanan toplumun adım adım güçlenerek ve örgütlenerek ekonomi üzerinde, toplumsal artı değer üzerinde söz ve denetimi arttırdığı bir yolu açabilmek. Yoksa sadece sosyal yardımlara dayalı bir yaklaşım hem yoksulluğun önüne kalıcı olarak geçme imkanına sahip değil hem de iktidar-teba ilişkisini otoriter zeminde güçlendirme riski taşıyor. Yoksulu “yardımla ayakta kalan teba “olmaktan özerk bir politik özne haline nasıl getireceğiz?
Soma’nın Ularca köyünde kurulan işçi/köylü kooperatifi bu açıdan Kazova sonrasında önemli bir deneyim olarak gözüküyor. Derviş’in ekonomik dönüşümü sonrasında topraktan kopan, maden kazaları sonrasında ise yeraltına inmek istemez hale gelen Ularca köyü sakinlerinin Metin Yeğin’in de desteğiyle kurdukları KoopUlarca umudu büyüten bir girişim. Köylülerin süt ve süt ürünlerinden oluşan ürün paketi 1 Mayıs’tan itibaren raflarda olacakmış. Metin Yeğin “bu kooperatif batar!” diyen karamsarlara şöyle cevap veriyor: “ Bu kooperatif tutmaz diyenlere, batan bankaları, şirketleri hatta ülkeleri anlatıyoruz. Neden kapitalizmden vazgeçmiyorlar? Biz de daha çok kooperatif daha çok dayanışma öreceğiz”. İşçilerin kendi artı ürünlerini kendi denetimleri altına aldıkları zamanla birkaç işletmenin organize ve yerel yönetimle entegre olması aracılığıyla ikili iktidarların inşası hayal değil. Bu tarz adalar halka tüm ülke ekonomisi ve ortak hayat üzerinde denetim kurmak için gerekli enerjiyi sağlayacaktır.
Halkın inisiyatifinin güçlenmediği hiçbir girişimden hayırlı bir şey çıkmaz. HDP’nin ekonomi politikasının ayrıcalığı da bu olsun, Çalık’ın CEO’su Damat ile Derviş ve Babacan modellerinin karşısında gerçek bir halk inisiyatifine dayanan güvence ekonomisinin adım adım inşası…
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]