31 Mayıs 2013’ten bu yana çeşitli biçimlerde tezahür eden, çeşitli kanallardan ilerleyen politik kriz doğal sonuçlarını veriyor. İç Güvenlik Yasası’nın Meclis’ten geçirilme biçimi, Erdoğan’ın fiili başkanlığı artık hukukun fiilen askıyı alındığının açık ifadesi olarak okunmalı. Türbe operasyonu ise Suriye konusunda geliştirilen dış politikanın gerçek anlamda çöküşü… Şam’da namaz hayaliyle yola çıkılan Suriye yolundan pılı pırtıyı YPG’ye emanet eden bir sahte zafer alayı, görülmemiş bir traji- komedi görüntüsünde. Esad güçleri Halep’i ele geçirirse ki Erdoğan’ın Davutoğlu’nun uzunca bir süredir kabusu budur, trajedide Türkiye açısından çok daha “stratejik derinlikler” in ortaya çıkacağı muhakkak.
Politik krizin derinleşmesi ve giderek Arınç’ın deyimiyle “işlerin yönetilebilir olmaktan çıkması” ezilenlerin devrimci inisiyatifinin ileriye doğru sıçramasına uygun zemini güçlendiriyor. Bence Türkiye tarihinde böylesi imkanların yoğunlaştığı dördüncü momenti yaşıyoruz.
Birinci moment, 1919 sonrasında Anadolu’da yaşandı. Çerkez Ethem’in Kuvvayı Seyyaresi, Yeni Dünya gazetesi, Halk İştirakiyun Fırkası, İstanbul’da Aydınlık grubu Ekim Devrimi’nin de desteği ile toplumun tarihini bambaşka bir yöne akıtacak bir hamle yapacak ortaklaşmayı yaratabilirdi. 1921’e kadar geçen iki yıl içinde Ankara hükümeti giderek kendisini toparladı, eski İttihatçı örgütü büyük oranda kendi yanına çekti, merkezi bir ordu yarattı ve Ekim Devrimi’nin de desteğini kazandı. Alternatif politik çizginin kendi zeminini güçlendirememesi, birleşememesi; yenilgiye ve Kemalizmin, burjuva devriminin kerhen desteklenmesine yol açtı.
İkinci moment, 1978 Tariş Direnişi dönemidir. Siyasi rejimin çözülme emareleri gösterdiği, CHP dahil tüm düzen güçlerinin siyasi itibarının zayıfladığı bir dönemde Tariş’te işçiler silahlanarak faşizme karşı direnişin seviyesini yükseltmişlerdi. Gültepe’de kurulan barikatlar, Ege Üniversitesi’nde işgal sınıfın tüm öbeklerinin mücadeleye büyük bir şevkle atılması Genel Direniş’i öne çıkarak bir taktik açılımı gerektirmekteydi. Düzenden kopmakta olan kitleler akabilecekleri bir devrimci seçeneğin peşindeydiler. Sorumluluğun bu derece artması ise devrimci harekette ters etki yarattı, önemli devrimci siyasi yapıların neredeyse hepsi 1978’de bölünme yaşadı. Kitlelerde yaşanan ruh hali gerilemesi ise 12 Eylül’ün yolunu açtı. Devrimci hareket ve ezilenler gerektiği zamanda birleşememenin bedelini çok ağır ödedi.
Üçüncü moment, 1996 ölüm oruçları sonrasında yaşandı. Ağar’ın tabutluk genelgeleri, verilen şehitler ve sokaklarda yükselen mücadelenin şiddetiyle püskürtülmüştü. Sermaye fraksiyonları arasındaki çatışmanın yükseldiği, Siyasal İslam’ın ilk kez iktidarın hakim unsuru haline geldiği bir dönemdi. Sokak eylemleri devletin tüm konsantrasyonunu dağıtmıştı. İnisiyatif tamamen devrimcilerin elindeydi. Eylemlerin ödenen bedellere karşın bir kazanımla sona ermesi muazzam bir iyimserlik yaratmıştı. Tüm devrimci örgütlerin bir arada ortak siyasi faaliyet yürütmesi, ortak bir sosyalist gazetenin çıkarılması yönünde toplantılar yapılıyordu. Sonrasında ölüm orucu- süresiz açlık grevi gibi tali bir iç çelişki öne çıkarılarak ortak ruh hali dağıtıldı. Kazanımı kendi örgütüne temellük etmeci yaklaşımlar dayanışmacı havayı dağıttı ve siyasi rekabet ortak işlerin gerçekleşmesini engelledi. 6 ay sonra 28 Şubat yaşandı, “derin devlet” sürece el koydu.
Dördüncü momenti ise 31 Mayıs 2013’ten beri yaşıyoruz. Düzenin hakim politik unsuru çok ağır darbeler aldı bu iki sene içerisinde, bu darbelerin olumsuz etkisinden kurtulmak için bir baskı rejimi inşa etmeye çalışıyor, fakat içeride ve dışarıda o kadar yıpranmış vaziyetteki bir türlü dikiş tutturamıyor. Ülkede geniş kesimlerde muazzam bir rahatsızlık var, düzen güçlerinin hiçbirisi hegemonya inşa edebilecek bir durumda değil. Toplum neredeyse bir kurtarıcı arıyor. Böylesi bir momentte HDK/P ve BHH önemli iki alternatif siyasi odak olarak ön plana çıkıyor. Bu gruplar arasında seçim politikası ve sokak mücadelesi konusunda bir yakınlaşma eğilimi güçleniyor. Daha da önemlisi daha önce bu siyasetleri çok da önemsemeyen geniş yığınlar açısından umut olarak görülmeye başlanıyorlar. Burada devrimci-sosyalist politik çizgi çok önemli bir sıçrama gerçekleştirme olanağına sahip. Son iki yılın eğilimleri sürse bu çizginin temel çizgi haline gelebilmesi kuvvetle muhtemel.
“Eğilimlerin sürmesi” ise giderek sürpriz olarak karşılanacak bir seçenek haline geliyor. Son iki yıllık eğilimleri dönüştürmeye dönük iki tehlikeli hamle var. İç Güvenlik Yasası Sokağı zapturapt altına almak ve katliamcı bir çizgiyle Kürt Hareketinin serhildan çizgisini boşa çıkarmak istiyor. Erdoğan, serhildan çizgisinin müzakerenin sağlıklı bir zeminde yürüyebilmesinin güvencesi olduğunu mutlaka görüyor ve belki de bu kanalı olabildiğince kapatarak Kürt Hareketini savaşa zorluyor. İkinci tehlikeli hamle ise derin devlet kalıntıları ile MHP’nin ortak prodüksiyonu. Burada da bir “iç savaş” tetiklemesi gayreti ile karşı karşıyayız. MHP’nin orijinal çizgisi zaten iç savaş çizgisidir, 12 Eylül öncesi stratejileri de bu idi.
Bahsedilen bu iki tehlikeli hamlenin ortaklaşması da imkan dahilindedir ki o zaman tablo çok daha karanlıklaşabilir. Düzene karşı ciddi bir devrimci alternatif egemen sınıf fraksiyonları arasındaki çatışmanın yatışmasına yol açabilir.
Bütün bu tablodan çıkan esas sonuç, büyük olanakları gerçeğe dönüştürmenin büyük bir mücadeleyi ve direnişi sürdürebilme ile ancak mümkün olabileceğidir. Bir toplumsal dönüşümün “gerçek bir dönüşüme” yol açabilmesinin biraz da nasıl bir yoldan yürünerek gerçekleştiğine bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor.
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]