İşçilerin Ali Hocası Nusrettin Yılmaz Bursa’da Anıldı
“Nusret Hoca Kendisini Sınıf Mücadelesine, Sosyalizme, Parti’ye Adamıştı”
İşçi sınıfının ve Türkiye Komünist Partisi Kıvılcım’ın (TKP-Kıvılcım) önderlerinden Nusrettin Yılmaz, aramızdan ayrılışının15. yıldönümünde Bursa’da anıldı. 5 Aralık Cumartesi günü BATİS ve SODAP tarafından ortaklaşa düzenlenen etkinlik BATİS toplantı salonunda gerçekleşti. Anma etkinliğine Ali Hoca’nın genç öğrencilerinin yanı sıra mücadele ve Parti bayrağını birlikte omuzladığı yoldaşları katıldı.
Anma etkinliği Devrim ve Sosyalizm kavgasında şehit düşenler anısına saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından açılış konuşmasını BATİS Genel Başkanı Metin Burak yaptı. Ali Hoca’nın yaşamından ve mücadelesinden kesitler sunan Burak, Bursa Soğanlı tabakhanelerindeki deri işçilerinin Ali Hoca’nın öncülüğünde gerçekleştirdiği eylemlerden söz etti.
Metin Burak’tan sonra Ali Hoca’nın mücadele arkadaşları söz aldı. Yapılan konuşmalarda Ali Hoca’nın iyi bir teşkilatçı olduğu, mücadeleye ve harekete bağlılığı vurgulandı.
Son olarak Bursa’da Ali Hoca’yla mücadeleye katılan ve uzun yıllar O’nunla birlikte mücadele eden Sebuktay Kaan’ın anma etkinliğine yolladığı mesaj okundu.
Sebuktay Kaan’ın mesajının tam metni şöyle:
Nusrettin Hoca’nın 15. Ölüm Yıldönümü Anma Toplantısına
Değerli Arkadaşlar!
Nusret Hoca’yı, işçilerin Ali Hocası’nı kaybetmemizin üzerinden koca bir 15 yıl geçti.
Klasik bir deyimle, “O’nu anlatmak zor!” Bu zorluk elbette ki “mistik” bir anlatılamazlıktan kaynaklanmıyor. O’nun çok daha ötesinde, Hoca ile ilgili anlatacak şeyin anlatılamayacak kadar çok olmasında. Ben gene de onun en çarpıcı özelliklerini sizlerle paylaşmaya çalışayım.
Geleneğimizde Nusret Hoca’nın adı, teşkilatçılıkla özdeşleşmiştir. Ne zaman bir örgütlenme problemiyle karşılaşılsa, eski yoldaşları onun adını anmadan, eksikliğini duymadan edemezler. O sıkı bir teşkilatçıydı. Girdiği hiçbir alandan, işçi, gençlik, memur, mahalle vb. asla eli boş çıkmamıştır. Bununla birlikte, sosyalizmin genel ve özel sorunlarından ayrı durmamış, teorik olarak da kendisini yenilemeye çalışmış ve bunu bilinçle yapmıştır. Çünkü kendisini teorik olarak yenilemeyen bilincin, teşkilatçılık yeteneğinin de köreleceğini biliyordu.
Nusret Hoca’nın sosyalist harekete ve hemen ardından Dr. Hikmet geleneğine girişi 12 Mart yıllarında, 1970 başlarındadır. Ben onu o yıllardan tanımam. Bu yaşça da mümkün değildi. Ben Hoca’yı Bursa’ya üniversiteye gittiğim zaman, 1974 sonu ya da 1975 başı tanıdım. O zamana kadar “Doktorculuk”u bilmiyordum. ’71 devrimcilerine, Deniz Gezmiş’e, Mahir Çayan’a yoğun bir sempatimiz vardı. Kimlik de almıştık. Daha lise yıllarında bir grup genç olarak eğitim çalışmaları yapıyor ve “Cepheciyiz!” diyorduk. İşte Hoca’yı böyle bir dönemimde tanıdım.
Hoca pek okula gelmezdi. Zaten sonradan anladım ki öğrenciliği bile formeldi. O daha çok işçi alanlarını dolanıyor, oralardaki örgütlenmeyi güçlendiriyordu. Gençlik içerisindeki bir kısım arkadaşı, o alana kısmen yetebiliyorlardı. O dönem İstanbul’daki İYÖD, Ankara’daki AYÖD gibi Bursa’da da BYÖD (Bursa Yüksek Öğrenim Derneği) vardı ve yönetiminde Hoca’nın ekibi bulunuyordu. Yani, gençlik içersinde yaygın bir etki söz konusuydu. Ben Hoca’yla politik ve ideolojik olarak bu dönemde yakınlaştım ve Cephecilik’ten Doktorculuğa sancılı bir geçiş yaptım.
O dönem abartmasız, 4-5’er kişiden oluşan 6-7 tane komün evi vardı. Bu komün tarzı, sosyalist düşünceye uygun yoldaşça yaşamın nüveleri gibiydi o evlerde. İnanmanızı isterim ki o evlerden çıkan kadrolar uzun yıllar, mücadelenin çok kahırlı günlerinde yol açıcı, yük omuzlayıcı olmuşlardır.
Sözü tabi ki Nusret Hoca’ya getireceğim. Onun bu teşkilatçılığının altındaki şey, yani teşkilatçılığının gücü, derin bir yoldaşlık duygusundan, insana olan sevgisinden, sosyalizme duyduğu inancından geliyordu. Hoca çok sevilirdi. Hem de çok sayıda insan tarafından çok sevilirdi. Çünkü o, merkez komitesindeki bir arkadaşıyla da -yataylaştırırsak- çok sıradan bir işçi sempatizanla da yoldaşça bir ilişki kurabilirdi. O ilişki içinde kendini eşitleyebilirdi ve karşısındaki buna inanırdı, çünkü gerçekten öyleydi. Bunu başarabilen çok az insan vardır. Hoca’nın teşkilatçı başarısının altındaki “giz” budur.
Nusret Hoca’nın bir diğer özelliği teşkilatçılığın, bir sosyalizm projesi (yani programı) ve kuralları (yani tüzüğü) olan bir sınıf partisiyle yapılması bilincidir. Mücadelesi süresince örnek bir örgütçü kişiliğin yanında, kuralınca mücadele eden örnek bir örgütlü de olmuştur. Bu tutumu hem sözle, hem kendi yaşam tarzıyla etrafına da öğretmiştir. O’nun kanalından, özellikle Bursa’dan mücadeleye katılan genç kadrolar, sadece Bursa’da değil, Adana’da, İzmir’de, İstanbul’da, merkez yönetimde öncü konumlarda mücadele etmişler, uzun yıllar, hareketin “ileri taşıyıcıları” olmuşlardır. Bu dönemde hareketin Bursa’da, 2 ya da 3 tane PİM şubesi, mahalle ve işyerlerinde 10’u aşkın tüketim kooperatifi, birçok sendikanın şubesinde doğrudan ya da dolaylı etki ve değişik iş kollarından yüzlerce işçi ilişkisi vardı. Yaklaşan faşist darbeye ve yoğunlaşan teröre karşı sınıfın devrimci zoru öne çıkarıldı.
Nusret Hoca yerel bir önder değildi. Diyarbakır’da (oralıydı –merak edilirse, annesi Kürt, basası Gürcü idi-) ilişkileri vardı. Oradan batıya epey kadro da aktarılmıştı. Bursa zaten bir anlamda Nusret demekti. VP/SVP ayrılığı günlerinde ve ertesinde daha sonra büyük bir örgütlü gücün yaratılacağı Adana’nın yollarını açan odur. Ve zaten SVP Genel Sekreterliği’ne getirilişi de bileği hakkına olmuştur. Bölünmenin o moral bozucu günlerinde toparlanmanın -dönemin fedakâr yoldaşlarının hakkını yemek kesinlikle aklımızdan geçmez- mimarıdır.
12 Eylül sonrasında Nusret Hocanın, Parti’nin yeraltında yeniden yapılandırılmasında da rolü belirleyicidir. Bu dönemde -bu vesileyle bir kere daha saygıyla analım, Kenan Budak yoldaşımızla birlikte- yeraltı sendikacılığının öncü emekçilerindendir. Daha sonra artık yeraltı sendikaları “yerin altına” sığmaz hale geldiğinde, Adana’dan İzmir’e, İstanbul’dan Bursa’ya, metal, tekstil, genel hizmet, kimya ve deri iş kollarında yüzlerce işçinin katıldığı eğitim, propaganda ve örgütlenme toplantılarından dışarıya, geniş işçi yığınlarına bir devrimci işçi önderinin adı ulaşıyordu: Ali Hoca.
O zamanlar, “12 Eylül’den, 12 Mart’tan çıkıldığı gibi çıkılmayacak!” tespitini yapmış olsak da nasıl çıkılacağı konusunda netleşemiyorduk. Sınıf kabuk değiştiriyordu. Yeni bir mücadele tarzı yaratmak gerekiyordu. Ancak binlerle ifade edilen ilişki ağının “dar yapı” üzerinde yarattığı basınç, koşmaktan düşünmeye fırsat vermiyordu. İster istemez eski tarz ve yöntemlerle yürünüyordu; “yeni” henüz bilinmiyordu. Bu durumda ardı ardına gelen 84 ve 85 operasyonları ve yüzlerce kadronun kaptırılması, yeni bir bunalımın zeminini yarattı. Birinci sorumlu konumundaki Hoca’nın bundan etkilenmesi kaçınılmazdı.
Sonraki süreçte bu bunalımdan daha ustaca çıkmak belki mümkün olabilirdi. Ama günün yeraltı şartlarından kaynaklanan zorlukların yanı sıra -büyük ölçüde o şartlardan kaynaklanan- yapısal zaaflar buna izin vermedi. ’90 da bir küçük burjuva kariyerist unsurun dayatmasıyla alınan karar, Hoca’nın ayrılmasına yol açtı.
Hoca bu ayrılıkta -adetten olmak üzere- başkaları gibi bir “pay koparma” küçük burjuvalığına düşmedi; yol kesmeye kalkmadı. Yanına gidenlere “Kesinlikle hayır! İş yapmak istiyorsanız adres orası!” dedi.
Daha sonra ’90 başlarında DİSK üzerinden kapatma yasağı kalkınca, Deri-İş Sendikası’nı yeniden canlandırdı. Daha henüz kendi legalitesinin ne olduğu belirsizken sendika kongresini topladı. Genel Başkan seçildi. Sayısız direnişler örgütleyerek Deri-İş’in üye sayısını 12 Eylül öncesinden çok daha üst düzeye çıkardı. Ancak baraj aşılamayınca sendika çözülmeye başladı, çaba başarısızlıkla sonuçlandı.
Nusret Hoca kendisini sınıf mücadelesine, sosyalizme, Parti’ye adamıştı. Mücadeleden ayrı düşmek ona çok ağır geldi. Bir de “ekmek parası” derdi başladı. Öğretmenlik yapmaya hazırlanıyordu. Bu sıkıntılara ne yazık ki kalbi dayanamadı.
Değerli arkadaşlar, Nusret Hocamızı bugün sadece, Türkiye devrimci hareketinin ve geleneğimizin örnek bir önderine saygıyla değil, aynı zamanda candan bir yoldaşıma ve dostuma duyduğum derin bir özlemle anıyorum.
Yaşamı, mücadelesi ve anısı onurumuzdur!