Aralık ayında Meclis’te 2015 Bütçesi görüşmeleri tamamlanacak. Bütçe meselesinde ezilenlerin, sesi duyulmayanların sözü olarak toplumun kendi ürettiği zenginliği kendi denetimine alması konusunda önemli bir adım atabiliriz.
Toplumun sermayeyi denetimi altına alabilmesinin yolu demokrasinin sadece siyasi alanla sınırlanmamasından, üretim faaliyetinin örgütlenmesinden başlayarak işçilerin süreç ve ürünler üzerinde demokratik bir denetim kurmasından geçiyor. Neo-liberalizmin en önemli başarısı hiç kuşku yok ki bu gündemi büyük oranda siyaset alanının dışına taşımayı başarması ve ekonomiyi teknik bir mesele haline getirmesi. Bütçenin mahiyeti ile ilgili ezilenleri taraf haline getirebilmekle neo-liberalizmin bu başarısını tersyüz etmek yönünde mevzi kazanabiliriz.
Bütçenin tamamen halkın kontrolü altına alınması dünyanın her yerinde emekçiler açısından bir zorunluluk ancak bunun meşruiyetinin en güçlü olarak inşa edilebileceği ülkelerin başında Türkiye geliyor. Çünkü 2015 yılında 427 milyar lira olması beklenen bütçe gelirlerinden en önemli kalemi oluşturan vergilerin %70’i dolaylı vergiler aracılığıyla toplanacak. Dolaylı vergilerin oranı bir ülkede işçi sınıfı ile egemenler arasındaki güç dengesinin en yalın işaretlerinden biridir. Sermaye güçlü olduğu ülkede, üzerinde ezilenlerin politik basıncını hissetmediği ülkede vergi vermez. Devletin toplumsal yeniden üretim işlevini yerine getirmek üzere giriştiği harcamaları da büyük oranda emekçilerin omuzlarına yıkar. Türkiye’de dolaylı vergilerin oranı AB ortalamasının 2.5 katı düzeyinde. 1980’de %63 olan dolaylı vergi oranı 2013 yılında %69’a yükseldi. Almanya’da aynı oran %28, Bulgaristan’da ise %20. Sermaye tamamen kendi ceplerini dolduran bir üretim sürecinin yeniden üretiminin kamusal maliyetlerini üstlenmekten dahi kaçınıyor, sahip olduğu siyasi gücü kullanarak bunu da emekçilerin, sömürdüğü kişilerin omuzlarına yüklüyor.
Bu tablonun çok benzerini eğitim ve sağlık alanlarında da görebiliyoruz. Eğitim son kertede devlet ve sermaye açısından nüfusun işgücü haline getirilmesine dönük bir biyopolitika alanıdır. AKP son yıllarda bütçenin aslan payının eğitime ayrılmasıyla övünüyor. Oysa burada da AKP’nin çok iyi bildiğimiz algı operasyonlarından birisi ile karşı karşıyayız. Eskiden devletin personel giderleri ayrı bir bütçe kalemi olarak gösterilirdi. Yapılan değişiklikle her faaliyet alanındaki personelin giderleri kendi bakanlığının bütçesine eklenince 850 bin öğretmenin maaşının katkısıyla Milli Eğitim bütçesi birinciliği alır hale geldi. Bu sene örneğin Bakanlığın 62 milyar liralık bütçesinin %78’i personel harcamalarına ayrılmış durumda. Eğitim yatırımlarının payı ise 2002’deki %17’den 2014’te %9’a gerilemiş durumda. Öğrenci sayısı sürekli artan bir ülkede eğitim yatırımlarının düşmesi niteliksiz bir eğitim altyapısı anlamına gelmektedir. Eğitimin niteliğinin düşmesi sonucunda ise velilerin cebinden her yıl yaklaşık 15 milyar lira çıkar hale gelmiştir.
Özel hastanelerin de devlet tarafından finanse edilmeye başlanması sonrasında sağlık harcamaları bütçede patlamış durumda. Fakat son 5 yılda sağlık hizmetine ulaşabilmek için halkın kendi yaptığı harcamalar %85 artmış durumda. Sermaye işgücünün çalışır halde olmaya devam etmesiyle ilgili maliyetleri de hem bir kar alanı haline dönüştürüyor hem de bunun mali yükünü sırtından milyar dolarla biriktirdiği toplumun sırtına yüklüyor.
Savaş bütçesindeki artış da dikkat çekici, 2007 yılına göre %113’lük bir artış söz konusu.
Sonuç olarak halkın gündemine bütçeyi sokmak zorundayız. Hele de Erdoğan’ın 1.3 milyar liraya yaptırdığı Sarayın ne kadar büyük bir israf olduğu ortadayken, bunu da güçlü bir biçimde ajitasyonda kullanarak halka nasıl soyulduğunu anlatabilmek durumundayız. Yılda yaklaşık 1500 işçinin iş cinayetlerinde öldüğü bir ülkede, Çalışma Bakanlığı’nın bütçesini 2.1 milyar lira kısıp, 1.3 milyar liraya Cumhurbaşkanı’na 1000 odalı saray yaparsanız, bu inşaatın harcı hem soyut hem de somut anlamda işçilerin kanıyla karılmış demektir. AKP hükümetinin Maden Yasası’na bir zorunluluk olmaktan patronların ricasıyla çıkarttığı Yaşam Odalarından tam 2000 tane yapılabilecekti Aksaray’a harcanan para ile…
Asgari ücretin 891 lira olduğu bir ülkede milletvekili maaşının 15 bin lira, cumhurbaşkanı maaşının ise 43 bin lira olması nasıl kabul edilebilir?
Gelir dağılımdaki adaletsizliği, işçilerin çalışma koşullarının vahşetini, devletin aslında müteahitlerin ve dolar milyarderlerinin devleti olduğunu halka anlatabilmek için önümüzde 1 ay var. KESK ve DİSK 13 Aralık’ta Ankara’da “halk için bütçe” şiarıyla bir miting düzenleyecekler. Bu mitingin sadece kadrolu, güvenceli çalışan işçilerin değil tüm emekçilerin, güvencesizlerin, merdiven altı atölyelerde çalışanların, asgari ücretin yarısına çalıştırılan Suriyeli emekçilerin, sayıları yeniden %10’un üzerine çıkan işsizlerin de mitingi haline gelmesi, yoksulluğu su yüzüne çıkarmak için bir manivela haline dönüşmesi için iki haftamız var. KESK çok daha canlı bir inisiyatif alarak eylemin sermayeye ve devletine meydan okumaya dönüşmesi yönünde bir çağrı yapabilirdi. Eylemi birkaç günlük bir kitlesel Ankara yürüyüşünün finali haline getirebilirdi. Çağrılarımıza şimdilik bir karşılık alabilmiş değiliz. Fakat bu haliyle bile bu eylemin yerel ayaklarını oluşturmak, güçlü mahalli çalışmalar örmek için inisiyatif almalıyız.
Küresel krizin içinden çıkılamıyor. Sermaye bedel ödemekten çekindiği için kriz yapışkanlaşıyor. Böylesi koşullarda siyasette de büyük altüst oluşlar yaşanıyor. Her gün bir başka ülkede sokakların isyancı on binler tarafından doldurulması büyük oranda bu arka plandan besleniyor. Sosyalistler her günden çok daha fazla ekonomik ve toplumsal krizin siyasal krize doğru bir tercümesini yapabilmek zorunda. Bu tercümenin gerçekleşmediği toplumları etnik, dini ve mezhepsel çatışmalar, yabancı ve kadın düşmanlığı, insanlığın insanlıktan çıkması bekliyor.
Bütçe meselesine de sıradanlığın dışında nasıl bir hikâyenin içine oturduğu ve nasıl bir güzergahta olduğumuz çerçevesinden bakarsak daha anlamlı sonuçlar çıkarabiliriz.
Saraylar saltanatlar çöker
kan susar birgün
zulüm biter.
menekşelerde açılır üstümüzde
leylaklarda güler.
bugünlerden geriye,
bir yarına gidenler kalır
bir de yarınlar için direnenler.
ADNAN YÜCEL “YERYÜZÜ AŞKIN YÜZÜ OLUNCAYA DEK”
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]