Ülkede 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan kardeşleşme ve güçlü barış isteğine bu tarihten itibaren savaşla karşılık veren Saray faşizmi düzen güçlerini de arkasına alarak Kürdistan’da sömürgeciliği bir kez daha ortaya koydu. Devlet Cizre ve Sur’un ardından Mart ayı itibariyle de öz yönetim ilanlarına karşılık olarak Şırnak’ı işgal etti. Bizler de 83 gün çatışmaların, 294 gün ablukanın sürdüğü kenti; işgalle başlayıp, yıkımla devam eden, şu anda talan ve yağma politikalarının hayata geçtiği bölgeyi ve gelişmeleri gözlerimizle görmek istedik.
Bir kentin hunharca nasıl da dümdüz edildiğini, yüzlere yakın insanın nasıl katledildiğini ve tüm bunların ardından halkın nelere ihtiyacı olduğunu görmek için; Cizre’den Sur’a Dayanışma Koordinasyonu Şırnak Heyeti olarak HDK’nin çağrısıyla Şırnak’a gitmek için yola düştük.
29-30 Kasım tarihlerinde orada halkla buluşmak, yıkımın olduğu mahalleleri gezmek ve işgalin yaşam, eğitim, sağlık boyutlarıyla sonuçlarını almak üzere bir planlama çıkarttık.
Yolculuğumuz barış elçisi Tahir Elçi’nin bir yıl önce katledildiği Amed’den başladı. HDP’yi ziyaret ederek kendi olanaklarımız ile tuttuğumuz aracımızla yola çıktık. Yola çıkarken hüzünlü kucaklaşmalar, direniş öyküleri ve sımsıkı dostluklarla karşılaşacağımızı ve karşılanacağımızı biliyorduk. Ancak tablo iki günün sonunda tahminimizin çok çok ötesine geçti.
Şırnak’a girerken ilk olarak “Şırnak bir Türk ilidir” sözü ile karşılaştık. Bu söz iki gün boyunca yaşayacağımız tanıklıkların ve siyasi hedeflerin özeti gibiydi. Detaylı aramalar yaptıkları için saatler süren araç kuyrukları oluşmuştu. Keza biz ve aracımızda didik didik edilerek Şırnak’a girdik. Yanımızda Dicle nehrini süzülürken ve Cudi ve heybetli Gabar Dağlarının arasından geçerken okuduğum kitapların, dinlediğim türkülerin içinde hissettim kendimi.
İlk olarak Şırnak Milletvekili Aycan İrmez ve ailesi, HDP ve DBP yöneticileri karşıladı bizi. Vekilin evi yasağın kalkmasına rağmen hala bir kriz merkezi durumunda. Yeri geldiğinde HDP, yeri geldiğinde Eğitim-Sen, kapatılan tüm dernek ve kurumların adresi gibi olmuş. Evet; şu anda Şırnak’ta parti binaları yok, adresleri yok. Dernekler sendikalar kapatılmış, belediye, sağlık ocakları, okullar her yer yıkılmış ya da kapatılmış. Ama bizler beton olmadığımız için son kişi kalana kadar buradayız, gitmiyoruz diyorlar adeta.
Öz yönetim direnişleri ve yasakla birlikte Şırnak halkı Cizre’den başlayarak en yakın yerlere göç etmiş. 12 mahallesinin 8’inin tamamen ortadan kalktığı Şırnak kent merkezi şu anda moloz yığınlarıyla dolu hayalet bir şehir olmuş. Kalan mahalleler korucuların yaşadığı mahalleler. 8 mahalle tamamen ortadan kalkarken hiçbir kamu kurumu, devlet binası, AKP teşkilatı ise en ufak bir zarar görmemiş, Şırnak halkının ise hayatları durdurulmak istenmiş. Çaresizlik içinde bırakılarak tamamen doksanlar vari göçe zorlanmıştır.
Bizi karşılayan arkadaşlardan aldığımız genel bilgiler ertesi gün mahallelerde yaptığımız ziyaretlerde kendini olduğu gibi teyit etti.
Çatışmalarda hasar tespiti yapılamayan evlere de sonradan çatışma süsü verilerek yıkım kararı çıkartılmıştır. İlk karşılaştığımız amca evinde nöbet tutuyordu. “Geldiler yıkmaya, son dakika yetiştim. Ellerinde yıkım kararı olmadığı halde kafalarına göre yıkmaya geliyorlar” dedi. Mücadelesi, tekrar evini inşa edip yaşamına kaldığı yerden devam etmek. “Bizi insan yerine koymuyorlar. ‘Size medeniyeti getireceğiz, medeniyeti öğreteceğiz.’ diyerek aşağılıyorlar.” diye ekledi. Yasağın ardından evlerine giden insanlar bırakın evlerini, sokağını mahallesini dahi bulamıyor ve tanımakta güçlük geçiyor. İlk zaman evlerine girip eşyalarını almak isteyenlere Türk bayrağı asma şartı da koymuş devlet. Şimdi de müteahhitler, şirketler bil cümle rantçılar Şırnak’ta kol geziyor, “Devletten aldık yerinizi.” diyerek talan politikalarını uyguluyorlar. Okullar zarar görmüş. Eğitim yok denecek gibi. Sağlık hizmeti de keza aynı durumda.
Üç dört aile, mutfağı, banyosu, yatak odası bir olan odada yaşıyorlar örneğin. Ziyaret ettiğimiz bu aile 18 yaşına henüz yeni giren oğlunu bu sürede kaybetmiş. Adli tıpta evladını teşhis eden bu anneye “Seninki o değildir.” diye yanıltmaya çalışan bir vicdana, daha doğrusu vicdansızlığa, en doğrusu faşizme karşı toprağını terk etmeyerek direniyorlar. İşgal, yıkım, talana karşı Botan halkı, toprağına tutunarak, tarihine sarılarak, direniyor. Bir diğer aile 4-5-7 yaşlarındaki üç çocuğunu mühimmat patlaması sonucu kaybetmiş. Aynı olayda iki kuzen ise ağır yaralı kalmış. Yaşanan travmanın boyutunu yaptığımız ziyaret boyunca hissettik. Donuk bakışlar, yaşananların aktarılmasındaki isteksizlik ve güçlükler… Hendeklerin ve çatışmanın olmadığı bir mahallede ise görüştüğümüz bir kadın arkadaş ise o günleri şöyle anlattı. Engelli bir çocuğu olduğunu ve aylarca ambulans getirilmediğini anlattı. Gıda almaya giderken “‘Yasak!’ denilerek ölümle tehdit edilirdim. Küfürler yerdim” diyerek anlattı yaşadıklarını.
294 gün abluka altında kalan Şırnak halkının “Yalnız kaldık, yalnız bırakıldık, kimse sesimizi duymadı!” şeklindeki itirazları ve sitemleri ise son derece naif ve incedendi yine de. Hala hendekler konuşuluyor, devletin zulmü konuşuluyor. Halk bir taraftan yaşadıklarını değerlendirirken bir taraftan da sonuna kadar siyasi iradelerinin arkalarında olacaklarını söylüyorlar.
Şırnak yıkık ve soğuk. Travma ise çok büyük, Botan halkı faşizme karşı, zulme karşı o koşullarda yaşamaya çalışarak direndiğini, boyun eğmediğini gösteriyor. Şimdi yıkılmaya çalışılan kardeşlik köprüsünü tekrar inşa etme zamanı. Halklar asla birbirine küsmeyecekler. Buna devletin gücü asla yetmeyecek.
Hep birlikte güzel, adil, eşit bir yaşamı ancak biz ezilenler direnerek, mücadele ederek, dayanışarak birlikte inşa edebiliriz.
Şimdi kardeşlik zamanı, şimdi direniş zamanı…
Bir kez daha selam olsun yenilmeyen, zulme boyun eğmeyen Botan halkına…
Saniye EVREN