Bitmeyen Tartışma: “Eksen Kayması”
Mehmet YILMAZER
10 Ekim 2010
Türkiye’nin en son Çin’le yaptığı askeri tatbikat yeniden bu tartışmanın alevlenmesine neden oldu. Üstelik bu tatbikat sonrası Erdoğan yaptığı bir konuşmada AB’ne bir kez daha “sert” mesajlar gönderdi. Eksen kayması tartışmasını bu defa Türkiye’nin köşe yazarlarından çok İsrail ve ABD medyası tartıştı. Türkiye, Çin ve İran’ın ittifakından söz ettiler.
Türkiye’nin Irak savaşından beri izlediği dış politikanın bir “kayma” içinde olduğu açıktır. NATO’nun sadık müttefiki yeni dünya güçler dengesinde farklı pozisyonlar arıyor. Bu biliniyor. Burada iki noktaya yeniden göz atmak gereklidir.
Türkiye’nin özellikle son iki üç yıldır Bölgedeki girişimleri büyük ilgi çekti. Fakat gelinen noktaya baktığımızda tablo “komşularla sıfır sorun” stratejisinden oldukça farklı bir düzleme gelmiştir. Suriye İsrail arasında arabuluculuk, Ermeni açılımı, İran’la ABD arasındaki gerilimi yumuşatma girişimleri ve en önemlisi “Irak’ta sahaya inmek” gibi oldukça iddialı hedeflerin hemen hepsinde bir çökme vardır. Bilinenleri tekrarlamayalım. Bugün İsrail ve İran’la ilişkisi yüzünden Türkiye’nin dış politikası Washington’dan hiç iyi görünmüyor. Bu öyle bir noktaya geldi ki, AKP kendi politikalarını “daha iyi anlatmak için” Amerika’ya heyet bile gönderme gereğini duydu. Fakat henüz bir sonuç alabilmiş değildir. Üstelik Çin’le tatbikat Washington’la var olan serin havayı daha da soğuttu. Sonuç olarak, Türk Devletinin yeni dünya dengelerinde kendi manevra alanını genişletme çabaları bu seferlik özellikle İran’la ilişkileri ve İsrail ile yaşanan gerilimin engeline takıldı. Bu yönden baktığımızda eksen öyle gürültü koparıldığı kadar kayamadı.
“Eksen kayması” tartışmalarında diğer önemli nokta, dünyadaki “eksenlerin” durumudur. Çok kutuplu dünyada dengeler oldukça değişken olsa da, bugüne kadar genel olarak Batı’nın, özel olarak ABD’nin egemen konumuna karşı bir eksen değişikliği yaratacak ölçüde bir farklılaşma henüz yaşanmamıştır. ABD ve AB’nin güç dengelerindeki kan kaybı devam ediyor. Ayrıca, büyük bunalım, bütün atılan nutuklara ve “bitti” söylemlerine rağmen derinleşmeye devam ediyor. Bu gerçeklik Batı’nın kan kaybını arttıracaktır. Daha da ötesi ufukta “kur savaşları” olasılığı belirmiştir. Ancak son günlerin en çarpıcı gelişimi Çin’in Avrupa Birliğinin içlerine açılım yapma çabalarıdır. Çin, Yunanistan’ın tüm borçlarını devralabileceğini ilan etti, ancak şu ana kadar AB’den bir ses çıkmadı. Çin’in büyük bunalımla başına gelenler, ABD’deki trilyonlarının riske girmesi, eninde sonunda başına gelecekti. Çin, bunu yaşadıktan sonra yavaş yavaş ekonomik tercihlerinin ağırlığını değiştirmeye uğraşıyor. Fakat bunun hiç de kolay olmadığı açıktır. Bu durum dünya kapitalizminde yeni bir gerilim hattı yaratıyor. Bu sürecin nasıl işleyeceğini göreceğiz. Özetle, dünya güç dengelerinin değişkenliği devam ederken, bir dönem Rusya ile gerilimli ilişkiler yaşayan Amerika, bu kez daha kapsamlı bir gerilimi Çin’le yaşıyor. Eski eksen hırpalanmaya devam ediyor, ancak ortaya yeni bir eksen çıkmış değil.
Bu gerçeklikten Türkiye’nin “eksen kaymasına” baktığımızda ortada eski ekseni devre dışı bırakacak somut bir durum henüz olmadığı için, Ankara’nın yeni bir eksene doğru kayması esas olarak söz konusu değildir. Olan, yeni güç dengelerinin değişkenliğinde dış politikada Türkiye’nin ve Türkiye gibi ülkelerin kendi davranış sahalarının genişlemesidir. Yaşananlardan görüldüğü gibi, manevra alanının genişlemesi, sancısız, sürekli bir doğru çizgide ilerlemiyor. Türk devleti belli hamleler yaptı, ardından bir tıkanma geldi. Bu inişli çıkışlı gidiş devam edecektir.
Son olarak, bölge ve dünya dengelerindeki kayganlığın yarattığı fırsatlardan başka, Türkiye’nin kendi manevra alanını büyütmek için gerekli olan esas gücüne bakmak gerekiyor. O da ekonomik güç veya günümüz liberal ekonomi koşullarındaki moda deyimiyle “rekabet gücü”nün durumudur. Bu konuda medyada hep iyi haberler vardır. Kredi kurumları Türkiye’nin notunu sürekli iyileştiriyor. Merkez Bankası başkanı da sonunda krizin bittiğini ilan etti. Gerçeklik böyleyse, Türkiye ekonomisi “rekabet gücü”ne de artık sahipse, eksen kayması tartışmalarını daha da hızlanacak demektir. Fakat çok basit bir nedenden dolayı tablo böyle değildir.
Bunu birkaç gün önce Güngör Uras çok sade bir şekilde açıklamıştı:
“Tanrı nazardan saklasın. Son günlerde gökten (dış dünyadan) Türkiye için iyi haberler yağıyor.
…
İyi de, bizim dövize ihtiyacımız var mı? Döviz bulamıyoruz da döviz bekleyişinde miyiz?
Tam tersine mevcut durumda ülkeye fazla miktarda döviz girmesinden yakınıyoruz. Giren dövizi frenlemeye çalışıyoruz.
Çünkü Türkiye’ye “fabrika kurmak, üretimi artırmak, istihdamı artırmak” için “doğrudan yabancı sermaye” diye adlandırılan tür döviz girişi yok.
Bize gelen dövizin bir bölümü bizim kendi imkânlarımızla kurduğumuz tesisleri satın almak için, bono ve hisse senedi satın almak için veya faiz için geliyor. Bu tür döviz ise dolar fiyatını ucuzlatıyor.
Kader bu (!) Yabancılar bizi övdükçe döviz girişi artıyor. Artacak: Döviz girişi arttıkça dolar fiyatı düşecek. Dolar fiyatı düştükçe de “yabancıların bizi övmelerine sevinemeyeceğiz, üzüleceğiz!” (Milliyet, 8 Ekim)
“Fabrika kurmak” için gelen yabancı sermaye yok! Fakat spekülasyon yapmak için gelen sermaye çok! Evet, “Türkiye’nin yıldızı parlıyor”! Ancak neoliberalizmin son yirmi yılına baktığımızda, bu parlaklığın aynı zamanda tuzak olduğu defalarca ortaya çıktı. Bu gerçeklikten baktığımızda Türkiye “eksen kayma”sında haddini aşarsa, ayağı çok hızlı kayabilir.