Bir daha hangi ana doğurur ki işçileri, patron bedel ödemedikçe?
İnsanın aklı almıyor doğrusu. Elinde silah savaşmadan, trafikte şiddetli bir kazaya maruz kalmadan veyahut yaşın kemale erip evin sıcak yatağında yaşamını yitirmenin dışında daha büyük olasılıkla ölme riskini taşıyoruz.
Ya bir inşaatta halatın kopmasıyla bilmem kaçıncı kattan düşerek, ya tonlarca ağırlıkta bir plakanın altında ezilerek, ya bir kazanın patlamasıyla yada bir makinenın dişlileri arasında paramparça halde yaşamımız dehşetle son buluyor.
Şimdi tutup size önümüzdeki yıl en az iki bine yakın hatta daha fazla işçi yaşamını yitirecek desem ne tepki verirsiniz?
İşçi sağlığı ve iş güvenliği meclisi her ay düzenli iş cinayetlerini raporluyor. Sadece bu yılın ilk on ayında bin beş yüz doksan altı işçi yaşamını yitirmiş. Bu kadar yüksek bir rakam bu yıla özgü değil. 2015’te 1730 işçi, 2014 ise 1886 işçi çalıştığı işyerinde yaşamını yitirmiş. Tabi bu veriler kayıt altına alınabilenler, hele ki duyulmayanları da hesaba katarsak korkunç rakamlar! Yukarıdaki soruyu birkaç arkadaşıma sordum “öyle şey olur mu infial yaratır, iç savaştan mı bahsediyorsun” diye cevapladılar. Ne iç savaşa ait bilgiler nede başka bir ülkeyle yapılan çatışmadan bahsediyorum. Ha öyle infial falan da olmuyor. Tabii yüzlerce işçi bir anda öldüğünde tepkiler gelişiyor fakat farklı zaman ve mekanlar da birer ikişer ölündüğünde gündem dahi olunmuyor.
Ülkemizde yaşayan her işçi aslında açıktan savaşın bir parçası, askeri durumunda. Devlet çıkardığı yasalarla iş güvenliğini kâğıt üzerinde garanti altına alsa da ciddi yaralanmaların ve ölümlerin önüne geçecek bir düzenlemeye tekabül etmiyor. Yaşamın gerçekliği yasaların kâğıtlara yazıldığı gibi işlemiyor. İş güvenliği uzmanını, eğitimlerini şart koşan devlet, denetim mekanizmalarını işletmiyor. Cinayetlerin yargılandığı duruşmada hakimin iş cinayetine rağmen güvenlik önlemlerinin ne derecede alındığına dair ilgisizliği yargının ciddiyetsizliğini ve adaletsizliğin derinliğini gösteriyor. İşyerlerinin bu denli denetimsizliği doğal olarak ağır yaralanmalara ve ölümlere neden olmaktadır.
Bu yazıyla bir bir katledilen işçi kardeşlerimizden birini not düşmek istiyorum buraya. Bu yazının, düştüğü (veya girdiği) kazanda saatler sonra bulunan işçi kardeşimizin acısının düştüğü yürekler kadar bile okuyucusu olmayabilir. Hiç görmediğim, dokunmadığım acısını aylar sonra duyumsadığım, öfkelendiğim için not düşüyorum ya, o yeter şimdilik bana.
Çorlu’da üretim yapan Aloha tekstil fabrikasında uzun süredir bölüm sorumlusu olarak çalışan, otuzunu yeni doldurmuş Caner’i, mahkemede karşılaştığımız gencecik eşinin gözyaşlarından tanımaya başladık. Belki de aynı kaldırımda birbirimize yol verdik alelacele bir yere giderken. Ya da tıkış tıkış bindiğimiz belediye otobüsünde yanımızdaki koltuğa oturdu.
Tekirdağ İşçi Sağlığı ve İŞ Güvenliği Meclisinin bir parçası olarak BATİS SENDİKASI adına, Aloha Tekstilde 30.03.2016 günü yaşanan iş cinayetinde hayatını kaybeden Caner ve Feridun’un için, güya sorumluların yargılandığı davaya müdahil olmak istedik. Çünkü Namık Kemal Üniversitesi öğretim üyelerinin de içinde bulunduğu bilirkişi heyeti raporlarında neredeyse işçileri suçlamışlardı ve bu durum sorumluların beraat etmesi anlamına geliyordu. Mahkeme salonuna girerken avukat arkadaşımız izleyici bölümünde sessizce duruşmayı takip edebileceğimi söylemesine rağmen sanki kaçak giriyormuşçasına boş banklardan birine iliştim. Gerçi avukat arkadaşımda benden pek farklı değil. O da görülecek iş cinayeti dava(ları)sını kendine dert edinmiş BATİS’in aktivisti sadece. Avukat arkadaşımızın (haliyle sendikanın) davaya müdahil olma talebi hâkimin kişisel inisiyatifine bağlı.
Sanki ortada bir cinayet yokmuş gibi bir hava var mahkeme salonunda. Herkes donuk, sanki sadece üç kişi (Caner’in eşi ve biz) kim konuşursa çıldıracak gibi.
2016 Mart ayında Aloha Tekstil’de kazan operatörü olarak çalışan Caner Seven iş arkadaşı Feridun Erdoğan ile birlikte kazanın içine düşerek (girerek) yaşamını yitirdi. Fabrikada ne iş güvenliği uzmanlarının ne mühendislerin ne müdürlerin nede patronun umurunda olmayan işçilerin yokluğu, saatler sonra fark edilebildi.
Caner ve Feridun kazan arıza yaptığı için içine girmiş bir daha çıkamamıştı. Kömürle çalıştırılan kazanın sürekli arıza yaptığını ifade eden diğer işçiler böyle durumlarda doğalgaz sisteminin devreye girdiğini söylüyorlar. Fakat patronun arıza durumunda devreye giren doğalgazın faturalarından dolayı öfke duyduğunu da ekliyorlar sözlerine. Patron arızaları önleyecek hiçbir çalışma yapmazken Caner Seven kendi imkânlarıyla kazan içerisindeki kovaların delikleri kapatıp arıza vermemesi için kafes yapmış. Yani her türlü arızaya rağmen kömürle çalışan bunkerli kazan tercih edilmiş.
İş cinayeti sonrası fabrikada inceleme yapan bilirkişi heyeti tuttuğu raporda neredeyse fabrikada aldığı sabit maaştan başka bir geliri olmayan işçileri sorumlu tutmuş. Fabrikadaki hiçbir yetkili ve patronun sorumluluğu, ne iş yerindeki işçilerin güvenliği nede makinaların ileri bir teknolojiyle çalışmasının olanakları raporlarda geçmemiş.
Aslında doğalgazla çalıştığında kömürlü sistemdeki gibi arızaların olmadığını söylüyorlar. Caner ve Feridun’un ölümü patron ve fabrika yetkililerinin biraz daha maliyetli bir sistemi kullanmaktan kaçınmalarından kaynaklanıyor.
Mahkeme salonunda sanıklar arasında fabrikanın pazarlama müdürü, mühendis, iş güvenliği uzmanı ve iki avukatı hazır bulunurken patronun ismi dosyada dahi geçmiyor. Mevcut sanıklarda bilirkişi raporlarından yola çıkılarak asli kusurlular arasında yer almıyor. Hatta sanıkların ve onları savunan avukatların ifadelerinde neredeyse bütün suç yaşamını yitiren işçilerin. Mahkeme salonunda haykırmamak için insan kendini zor tutuyor doğrusu.
Mahkeme sonrası Caner’in eşini ziyaret ettik. İki buçuk yaşında sevimli bir çocukları var. Caner’in eşinin anlatımına göre olaydan sonra kimse arayıp sormamış. Hatta mezarlıkta patronun adamları cenazeye giden sendika üyelerinin üzerine yürüyüp uzaklaştırmak istemiş. Meselenin kendi mecrasının dışına taşması belli ki ciddi rahatsızlıklar yaratacak.
İşçiler üç kuruş para kazanmak için canlarını hiçe sayarken hiçbir bedel ödemeyen patronlar, iş güvenliği önlemlerinin, iş cinayetlerinin ve sonrasında yaşanan yargılamaların farkında bile değil. “Sermaye için her şey özgürdür” diyen devlet içinse, ne bu işyerinin daha evvel jandarma tarafından kapatılmış olması, ne yapılan teftişlerin yetersizliği, ne işçilerin canı hiçbir şey önem taşımıyor. Yeter ki “sermaye” kaçmasın, işçilerin canı pahasına üretime devam etsin. Bu yüzden de kazan kömürle çalışmayı sürdürüyor, işçilerin eti ve kanıyla!
Bir daha hangi ana doğurur ki işçileri, patron bedel ödemedikçe?
NOT: Caner ve Feridun’un 2. Duruşması 24 Kasım’da Çorlu adliyesinde…
[button link=”http://www.sodap.org/sezgin-kartal-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]