
Çok yönlü krizlerle sarsılan ülkemizde savaş politikaları egemen sınıflar tarafından bir yönetme aracı olarak kullanılmaktadır. Küresel güç dengelerinde ortaya çıkan kimi boşlukları kendisi için fırsat olarak görme körlüğü, içeride yaşanan sorunları olağan devlet biçimleriyle halı altına süpürememe zaafıyla birleşince rejimin bir savaş makinesi ekseninde yeniden inşası kaçınılmaz hale geliyor. Kendi beceriksizliklerini, gözü doymaz kâr hırslarının ve sömürü alışkanlıklarının yarattığı tahribatı, Cumhuriyet tarihinin rekorlarını altüst eden işsizlik oranlarını, gelir dağılımında mutlak eşitsizliği, yandaş tekellere sağlanan çuvala sığmayan minareye dönüşmüş rantları beka sorunu perdesiyle görünmez kılmaya çalışanlar için savaş giderek bir seçenek olmaktan çıkıp bir zorunluluk haline geliyor. Bu oyunu bozmak, halklarımızın birleşik mücadele ve direnme gücünün en önemli güncel hedeflerinden biri olmak durumundadır.
Bugün toplumun çok geniş bir kesimi halklarımızın mücadele ile elde ettikleri tarihsel demokratik kazanımlarının ortadan kaldırıldığı, zaten güdük olan özgürlüklerin giderek budandığı, yukarıdan aşağıya giderek totaliter yönü ağır basan bir dayatmanın geçekleştiği bir faşist rejim inşa sürecinin içinden geçtiğimizi kabul ediyorsa bu konjonktürün inşa edilmesinde Gezi Direnişi, Rojava’da IŞİD’in yenilmesi ve halkçı bir seçeneğin yaratılması, 7 Haziran 2015 tarihinde AKP’nin o döneme kadarki 13 yıllık iktidarının aslında sona erdirilmesine karşı egemen sınıfların kolektif gerici reaksiyonunun ne derece etkin olduğunu hatırlamalıdır. Bu gerici reaksiyonun kendisini meşrulaştırma biçiminin Kürt halkının demokratik kazanımlarının ortadan kaldırılmasına dönük bir Çökertme Planı’na dayandığı hatırlanmalıdır. 10 Ekim 2015’de ülke tarihinin en çok kayba yol açan katliamının, halklarımızın barışa ortak sahip çıkma iradesine karşı gerçekleştirilen bir darbe olarak yaşandığı unutulmamalıdır. Barışa sahip çıkamamanın bedeli bütün ülkenin çok karanlık bir faşizm gecesine uyanmak oldu. Faşizmin çözülmesi ve ülkenin demokratikleştirilmesi ile barış mücadelesinin iç içeliği mücadele tarihimizin yakın derslerinin de açıkça gösterdiği üzere gün gibi açıktır. Her kim ki bu yakın bağıntıyı kavrayamaz, devlet aklının milliyetçi hezeyanlarıyla hesaplaşmaksızın Kürt sorununun yakıcılığının kıyısından dolanarak faşizm illetinden kurtulabileceğini düşünüyorsa kaybetmeye, hüsrana uğramaya mahkumdur. Egemen sınıflar her fırsatta bu yumuşak karna oynayarak sonuç alabileceklerinin tarihsel deneyimine bolca sahiptir. Saray rejimi de bu konuda dersini gayet iyi çalışmıştır.
Barış bu ülkede sadece köyü yakılan, iradesi çiğnenerek belediyesine kayyım atanan, dili yok sayılan, coğrafyası talan edilen, ormanları yakılan, en sıradan talepleri bile “terör” addedilen Kürt’ün meselesi değildir. Eşit vatandaşlık hakları, inançları hiçe sayılan Alevi’nin de talebidir. Boğaz tokluğuna çalıştırılan, işsizlikten kırılan ve her fırsatta cepheye sürülen yoksul işçinin de arzusudur. Çocuğun, gencin, yaşlının, kadının, erkeğin, Türk’ün, Rum’un, Ermeni’nin, Süryani’nin, Arap’ın; kısacası bir muktedir ve para babası dışında halklarımız eşitlik, özgürlük, güvence ve demokrasi derdindedir. Savaş değil!
Rojava, Türkiye halklarına bir tehdit değil bir kardeşleşme olanağıdır. Türkiye Suriye’ye “ne kaparsak kârdır” fırsatçılığı ile değil yerel demokrasisi güçlendirilmiş bir yeniden inşaya katkı amacıyla yaklaşmalıdır. Yunanistan ile yaşanan sorunlar kabadayılıkla değil halklarımızın çıkarlarını önceleyen, emperyalist müdahaleleri dışlayan bir anlayışla çözülmelidir. Ermenistan ile diplomatik ilişkiler kurulmalıdır. Ortadoğu’ya İhvan’ın halifesi edasıyla değil bölgeyi emperyalizmin gazabından kurtarmak amacıyla halkların kardeşliği üzerine ortak bir iradenin inşası amacıyla yaklaşılmalıdır. Libya’da ve Afrika’nın derinliklerinde taşıma cihatçılarla girişilen maceralardan sakınılmalı, ekolojik felaketin içinden geçtiğimiz günlerde hidrokarbon yakıtlar için gençlerimizin kanını dökecek maceralardan uzak durulmalıdır. İşsizliği ortadan kaldırmak için savaşlarda yaşanacak kıyımlara değil silahlanma yarışında, pahalı dış operasyonlarda harcanan kaynakların güvence inşasına dönük değerlendirilmesi gerekmektedir.
Tecrit sona ermeli, zindanlardaki HDP’li siyasetçiler serbest bırakılmalı, Kürt sorununun adil ve demokratik çözümü Kürt halkının temsilcileriyle müzakereler başlatılmalı, tekçi ve yerellikleri görmezden gelen anlayışı aşmak için yeni bir anayasa hazırlanmalıdır.
Bunları şu andaki iktidardan beklemek ölü gözünden yaş beklemekten daha büyük hayalciliktir.
Bugün yapmamız gereken demokrasi, barış, özgürlük ve eşitlik isteyen güçleri en kapsayıcı biçimde geliştirmenin yollarını aramak, mücadeleyi yükseltmek, devrimci ve demokratik iradeler arasında dayanışmayı büyüterek halklarımıza bu karanlık günlerde umut verebilmektir.
Başaracağız, başarmak zorundayız!