1 Eylül, 1939 faşist Alman Reich’ının Polonya’yı işgal ederek 2. Dünya Savaşı’nı başlatmasının tarihidir. 2. Dünya Savaşı neredeyse yarısı Sovyetler Birliği vatandaşı 60 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan büyük bir yıkım olarak tarihe geçti. Faşist Almanya ve İtalya, Kızıl Ordu’nun büyük bedeller ödeyerek kazandığı mutlak zaferle tarihin çöplüğündeki yerlerini aldılar. Faşizmin işgaline ve zulmüne karşı savaş boyunca başta Fransa, İtalya, Yunanistan ve Yugoslavya’da komünist partizanların öncülüğünde görkemli direnişler gerçekleştirildi. Dünyanın faşizm denen beladan en azından o dönemde kurtulmasında dünya komünist hareketinin ortaya koyduğu muazzam fedakarlığın anısı önünde saygı duruşuna geçmemek olanaksızdır.
1 Eylül 2020’yi , pandemi şokunun etkisini şiddetlendirdiği günlerde karşılıyoruz. Pandemi, kapitalizmin emekçiler açısından yarattığı cehennemi daha da harladı. Gelir ve temel hizmetler güvencesinden yoksun emekçiler “ya açlık ya virüs” ikilemi ile karşı karşıya bırakılıyor. Toplama kamplarına benzeyen çalışma merkezleri burjuvazinin güncel hayallerini süslüyor. Kapitalizmin yoksullara ve güvencesizlere karşı yürüttüğü savaş, istim üstünde giderek şiddetleniyor.
2020 1 Eylül’ünü 81 yıl öncesine benzeten koşullar ise giderek birikiyor. Neoliberalizmin rıza üretme kapasitesini kaybetmesi dünyanın dört bir yanında yükselen neo faşist hareketlerin iktidar yürüyüşünü güçlendiriyor. Halk isyanları karşısında tedirginlik içerisindeki mülk sahibi sınıflar, kara gömlekli çetelerini hak arayan işçilerin, kadınların, ezilen halkların, gençlerin direnişlerinin üzerine sürüyor. Faşizm, burjuvazinin kara gün dostu, yeniden sahne alıyor.
ABD’nin çökmekte olan hegemonyasını korumak üzere Çin ile giriştiği bilek güreşi küresel ölçekte gerilim ve tansiyonu arttırıyor. Pandemi krizinin altında ezilen iktidarlar halklarda biriken öfkenin yönünü şaşırtmak için bir kez daha çok iyi bildikleri ırkçı ve milliyetçi nakaratlara sarılıyorlar. Savaş tamtamlarını daha da şiddetli çalıyorlar. Silah tekelleri yüksek teknolojili ölümcül güçlerini sergilemek için birbirleri ile didişiyorlar.
Ülkemizde de savaş ile faşizmin inşası arasındaki ilinti açıkça ortadadır. AKP, 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadığı kaybı telafi etmek için savaşa sarıldı, bugün giderek kurumsallaşmakta olan faşist rejim, devrim ve demokrasi güçleri olarak halkların barışını inşa edecek gücü biriktiremememizin önümüze koyduğu bir fatura değil midir? Bugün hala savaş politikaları ve “Kürt anasını göremesin” saplantısı Saray rejiminin muhalefeti parçalamak ve her cenahtan milliyetçiyi arkasına toplamak için sığındığı en önemli araç olarak görülmüyor mu? Kendi iktidarını uzatmak için hem ülkede hem de Irak’ta, Suriye’de Kürtlere yaşam hakkı tanımamaya yemin etmiş bu iktidar karşısında demokrasi güçlerinin en güçlü barış taleplerini güç birliği içinde dillendirmekten başka bir çaresi var mı?
Saray rejiminin Ayasofyalı, Malazgirtli, Alparslanlı kabare şovları; savaş isteyen güçlerin petrol, doğalgaz, daha çok silah satışı, daha çok kâr isteyen her bir fraksiyonuyla egemen sınıflar olduğu gerçeğini gizleyemiyor. Zenginler daha çok zenginleşmek için savaş isterken emekçiler ise barışın ekmek ve güvence anlamına geleceğini her geçen gün çok daha iyi anlıyor. Emekçiler toplumsal kaynakların alt-emperyalist projelerde yağmalanmasına değil; gelir, temel hizmetler ve iş güvencesi için harcanmasına ihtiyaç duyuyor. Emekçiler yoksulların öldüğü, zenginlerin servetlerinin büyüdüğü savaşlarda rol almak istemiyor. Milliyetçi yalanların gizlemeye çalıştığı çıkarlarınızı büyük bir açıklıkla görüyoruz ve kurmakta olduğunuz tuzaklara düşmeyeceğiz.
Her halkın, her kimliğin, her dilin özgürce bir arada yaşayacağı bir dünyayı kurmak için faşizme karşı barış, demokrasi ve güvence mücadelemizde birleşelim.
Suriye, Irak, Libya ve Akdeniz’deki askeri operasyonlara derhal son verilsin!
Burjuvazi savaş, halklar barış istiyor!
Yaşasın işçilerin birliği ve halkların kardeşliği!
BARIŞ, ÖZGÜRLÜK, GÜVENCE!