7 Haziran sonrasında yaşadıklarımız, Kürt’ün özgür olmadığı bir ülkede hiçbirimizin de özgür olamayacağını açıkça ortaya koydu. Kürtlerin özgürleşmediği bir ülkede hepimiz tutsağız.
Ortadoğu’daki büyük alt üst oluş statükoları dağıtıyor. Küresel ve bölgesel tüm güçler yeniden inşa edilecek statükoda kendileri adına sonuçların ortaya çıkması için ellerinden gelen tüm olanakları seferber etmeye girişiyorlar. BM Güvenlik Konsey’inde oy birliği ile alınan kararda 2016’da Suriye için yeni statükonun oluşumu için önemli adımlar atılacağı anlaşılıyor. Yılbaşında ortaya çıkacak sınırlar bundan sonraki süreçte önemli oranda masadaki pazarlığın çerçevesini belirleyebilir.
Bu yüzden muazzam fırtınalı bir haftaya giriyoruz. Fırat’ın Batısı’na geçilmesini kırmızı çizgi ilan eden Türkiye’nin bu resti geçtiğimiz hafta sonu itibariyle görülmüş durumda. Ramadi’nin de Irak güçlerinin eline geçtiğini görüyoruz. Yine benzer biçimde Diyarbakır’da toplanan DTK’nın tarihi toplantısı da aslında Kürt halkının artık ne pahasına olursa olsun statüsüz yaşamayı kabul etmeyeceğinin deklarasyonu olarak değerlendirilmeli. DTK açıklamasından sonra artık kimse “ne istiyor bu Kürtler?” sorusunu soramayacak. Sorunun çözümünün çerçevesi büyük oranda ortaya konulmuş durumda. Aslında yerelde doğrudan demokrasi ile güçlendirilmiş bir özerklik mekanizması öneriliyor. İktidarın büyük oranda halkın doğrudan demokrasi aygıtlarıyla, meclisleriyle kullanıldığı, merkezle bir egemenlik paylaşımı talebi ortaya konmuş durumda.
Sonuç bildirgesinde referans vermek tercih edilmemiş ama aslında önerilen düzenlemeler büyük oranda 1921 Anayasası’ndaki muhtariyet yapısını anımsatıyor. “1921 Anayasası’nın özerklik açısından önemli maddeleri 10. maddeden sonrasında sıralanmıştır. Ülke, coğrafi ve iktisadi gereklilikler nedeniyle vilayet (md. 11-14), kaza (md. 15) ve nahiyelere (md. 16-21) ayrılmış, vilayet ve nahiye şuraları oluşturulmuş ve bunlara muhtariyet verilmiş (yalnızca idari alanda); bu şekilde halkın yerel düzeyde yönetime katılma hakkı geniş şekilde tanınmıştır. Yerel düzeyde özerkliğe sahip vilayet şuraları, yasalara bağlı kalmak kaydıyla sağlık, maarif, iktisat, tarım, medreseler ve sosyal yardımlaşma gibi konularda yetkili kılınmıştı. Halka en yakın birim olan nahiye şuraları da özerkti. Halk tarafından seçilen şuranın ve onun tarafından seçilen idare heyetinin derecesi özel yasalarca (kavanini mahsusa) saptanan yargısal, iktisadi ve mali yetkileri vardı” 1924 sonrası dünyanın değişen koşullarında Kemalist milliyetçiliğin gaspettiği özerklik, bugün bir kez daha talep ediliyor. Talep edilmekle de kalınmıyor, kan ve gözyaşı içinde tabandan tavana inşa edilmeye çalışılıyor. 3 aylık bebekle dedesini aynı anda öldürebilen bir zalimlik karşısında bir kez daha bir arada yaşamanın onurlu ve mümkün bir çerçevesi ortaya konuyor.
“Ne demek özerklik, bu bölücülüktür!” diye ezberlerini bozmayanlara cevabı M. Kemal Atatürk versin 1923 İzmit konuşmasıyla. “Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense bizim Teşkilât-ı Esasiye Kânunu gereğince zaten bir türlü özerklik oluşacaktır. O hâlde hangi livanın halkı Kürt ise, onlar kendi kendilerini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz konusu olurken, onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir.”
Saflar artık giderek belirginleşiyor. Kürtlerin 90 sene önce gaspedilen özerklik hakkını demokratik bir talep olarak Batı tarafından da barışın müjdecisi olarak kabul edilmesini, müzakere edilmesi gereğini anlatabilecek miyiz? Faşizme mahkum olmamak için Kürtlerin özgürleşmesine destek olarak kendimizi de özgürleştirebileceğimizi görebilecek miyiz? Her fırsatta gözünü kırpmadan kendi halkını tankla, topla tedip etmeye kalkan bir devletten kurtulmak için bu sınavı geçmemiz gerektiğini görebilecek miyiz?
Devlet bilindik reflekslerini daha zalimleşerek vermeye devam edecektir. Fakat bu kusursuz fırtınadan gerçekten birbirine sıkı tutunarak çıkabilirsek önümüzde çok büyük bir hızla tırmanılabilecek bir zirve var. Bu boran ve tufandan direnerek, birlikteliğimizi koruyarak, başı dik çıkabilirsek önümüzde kazanacağımız koskoca bir özgür gelecek var.
Özyönetimler aynı zamanda halkların 21. Yüzyıl Sosyalizmi arayışının bir parçası olarak da dünyanın dört bir yanında işlev görüyor. Devleti sönümlendirecek olan “ekonomist” anlamda sınıfın ortadan kalkması değil sınıfsal tahakkümü ve adaletsizlikleri de ortadan kaldıracak biçimde ezilenlerin özyönetimleri eliyle ikame edilmesi, gereksizleştirilmesidir. Dolayısıyla M. Çulhaoğlu’nun ilerihaber.org’da çıkan son yazısındaki tartışmayı derinleştirmeli, iktidarın öncünün değil de ezilenlerin kendisinin kılınmasında Sovyet tarzı, komün benzeri doğrudan demokrasi araçlarının gerekliliğini açıkça tespit etmeliyiz.
Özgürlük sadece ulusal sorunun çözümü için değil sosyalizmin inşası açısından da bir ihtiyaç.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]