Kürdistan’da Temmuz ayından itibaren başlayan çatışmaların seyri iç savaş seviyesine ulaştı. Tanklar mahalleleri bombalıyor, en az 200 bin insan evlerini terk etmek zorunda kaldı, her gün onlarca ölüm haberi alıyoruz.
Bir oyalamadan ibaret olan “Çözüm Süreci” kaçınılmaz bir şekilde daha büyük bir savaşla noktalandı. AKP önceki seçim süreçlerinde işine geldiği sürece çatışmasızlığı sürdürdü. 7 Haziran’dan sonra Erdoğan’ın başkanlık hırsı Türk devletinin (yani ordunun) Kürt düşmanlığı ile birleşince yeni biri savaş dönemi açıldı.
Türk devleti Kürt halkının özgürlük talebini boğmak için bir kez daha topyekûn savaş başlattı. Yaşananların korkunçluğu çoğu insana 1990’lı yılları hatırlatıyor. Yargısız infazlar, faili meçhul cinayetler, zorla göç ettirmeler, orman katliamları… Bunların hepsi 1990’lardaki “kirli savaşın” hatıralarını canlandırıyor. 1990’lara geri mi dönüyoruz sorusu çoğumuzun aklından geçiyor. PKK Başkanlık Konseyi Üyesi Murat Karayılan ise 18 Aralık günü Fırat Haber Ajansı’nın yayınladığı röportajda yaşananların 1990’lardan çok Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki isyan bastırma pratiklerine benzediği tespitini yaptı.
“Kimi çevreler bu savaşın 90’lara benzediğini kendilerince söylüyorlar, ancak bu tespit doğru değildir. Bu süreç, 1925, 1930, 38 dönemlerine benziyor. Nasıl ki halkımız Dersim’de özerkliğini savunmak istediğinde Türk devletinin yönelimiyle karşılaştı ve devlet tarafından ezildi, şimdi de durum böyledir. O yöntemi kullanıyor. Özellikle halkımızı ve halkımızın dostları bu hakikati iyi görmelidirler. Bu işgal, soykırım, teslim alma, iradesizleştirme ve köleleştirme hamlesidir. Ve bu bir iç savaştır. Türkiye kendi içinde Kürt halkına karşı savaş ilan etmiştir.”
Karayılan 1925 Şeyh Sait isyanı, 1930 Ağrı isyanı ve 1938 Dersim soykırımına referans verirken devletin çok kapsamlı ve uzun vadeli bir saldırı hamlesi başlattığının altını çiziyor. Cumhuriyet’in kuruluş döneminde olduğu gibi Türk devleti bir kez daha Kürtlerin özerklik talebini boğmak üzere büyük bir saldırı dalgası başlatmıştır.
Cizre, Sur, Nusaybin, Şırnak, Silopi, Dargeçit gibi yerleşim merkezlerinde yaşanan vahşetin boyutları, kimilerimize “1915’in bir tekrarı ile mi karşı karşıyayız?” sorusunu da sorduruyor ister istemez? Soykırımcı zihniyet Türk faşizminin canlı bir damarı olmakla beraber, günümüz güç dengelerinde yeni bir 1915’in mümkün olamayacağını düşünüyorum. Türk devleti buna ancak ABD ile Rusya’nın doğrudan savaştıkları bir koşulda denemeye cüret edebilir. Eğer konvansiyonel anlamda küresel güçler arasında bir üçüncü dünya savaşı çıkar ve Türkiye puslu havada bir soykırıma cüret ederse muhtemel sonuç Türkiye’nin parçalanması olacaktır.
Bu uzak ihtimal yerine Karayılan’ın dikkat çektiği benzerlik üzerinde duralım. 1920’ler ve 1930’larda yaşanan korkunç katliamların bir boyutu Kürtlerin siyasi iradesinin kırılması ve devlet otoritesinin tesisidir. İsyanların bastırılma sürecinin diğer boyutu ise tüm Türkiye’de iç savaş yoluyla yeni bir rejimin inşasıdır. Özellikle 1925 yılında yaşananlar ile günümüzde yaşananlar arasında önemli paralellikler bulunmaktadır.
1925 yılı Türkiye’de Kemalist rejimin inşasında son derece kritik bir yıldır. Kurtuluş Savaşı yılları da içinde olmak üzere 1925’e kadar, yeni kurulan devlet görece liberal bir görünüm sergiliyordu. Her ne kadar Mustafa Kemal tek adam olma ve yeni bir ulus devlet rejimi inşa etme yolunda önemli adımlar atmış olsa da, hala iktidarın meşruiyetini sorgulayabilecek ve alternatif olabilecek siyasi rakipler mevcuttu.
1925 yılının Şubat ayında Şeyh Sait isyanı hiç de planlı olmayan bir şekilde patlak verdi. Jandarmalar ve Kürt köylüler arasındaki çatışma isyan kıvılcımına dönüşmüştü. İsyanın hızla yaygınlaşması karşısında Ankara hükümeti bir iç savaş yasası olarak Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkardı, yani sükûnetin sağlanması yasası. Güçlü merkezi bir önderlikten yoksun 1925 isyanının kendiliğinden karakteri ağır basıyordu. Ankara hükümetinin askerleri üç ay içinde isyanı kontrol altın almayı başarı, başta Şeyh Sait olmak üzere 47 kişi idam edildi.
Ancak süreçle ilgili asıl dikkat çekmemiz gereken konu, Kürt isyanının bastırılış sürecinin Kemalist iktidar tarafından Türkiye’deki siyasi rejimi dizayn etmek için bir fırsat olarak değerlendirilmesidir. Hükümete olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükûn Kanunu Kürt isyanını bastırmak amacıyla çıkarılmıştı ama sadece isyan coğrafyasında değil tüm Türkiye’de muhalefetin susturulmasında etkili bir silah olarak kullanıldı. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun verdiği olağanüstü yetkileri kullanan hükümet, iki yıl içinde İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla bütün muhalif basını susturmuş, ülkenin tek muhalefet partisini kapatmış, olası tüm siyasi rakipleri tasfiye etmiş ve tekçi bir ulus devlet anlayışına sahip tek parti diktatörlüğünü kurmuştu.
Takrir-i Sükûn başlangıçta sadece Kürt isyanını bastırmayı hedefliyor gibi görünse de Türkiye’de iktidara muhalefet eden herkes bu kanundan payına düşeni aldı. Kasım 1925’de getirilen Şapka Kanunu’na Türkiye’nin her yerinden itiraz eden onlarca insan tutuklandı ve idam edildi. Şeyh Sait isyanının bastırılmasını destekleyen İstanbul’daki komünistlerin çıkardığı Aydınlık dergisi Takrir-i Sükûn Kanunu gereğince kapatıldı. Kanunun uygulandığı iki yıl içerisinde en az 7500 kişi tutuklandı, 660 kişi idam edildi, 20 binden fazla Kürt batı illerine sürgüne gönderildi. Bu dönemde Türkiye nüfusunun 13 milyon civarı olduğunu düşünecek olursa bunlar oldukça büyük rakamlardır.
Bugün de Kürtlere karşı Saray’ın başlattığı savaş, tıpkı 1925’de olduğu gibi, aslında bir yeni rejim kurma projesinin başlangıç aşaması olarak görülmelidir. Tayyip Erdoğan hayalindeki “Yeni Türkiye”yi, Kürtlere karşı başlattığı iç savaş üzerinden kurmayı hedefliyor. 1 Kasım’da bunu denedi ve beklediğinin üzerinde bir başarı elde etti. Şimdi Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve Kürt halkına boyun eğdirmek üzere başlatılan topyekûn savaşın nihai hedefi Türkiye’de faşizmin inşasıdır. Dolayısıyla savaş AKP’ye muhalefet eden herkese açılmıştır. Şimdilik bu büyük saldırı dalgası Kürt karşıtlığı ile kendini meşrulaştırmaktadır ama gerçekte saldırı tüm muhalefete yöneliktir. İstanbul Üniversitesi’ndeki bir eylemde bir çevik kuvvet amirinin söylediği “hiçbir ey eskisi gibi değil artık, size öğreteceğiz” sözü durumu açıklıkla ifade etmektedir.
İstanbul’da Dilek Doğan’ın infazı Alevilere yönelik bir mesajdır. “Biz Kürtleri keserken siz yerinizde sakin oturun, sizi öldürmek için ekmek almaya gitmenize de gerek yok, gelir evinizde öldürürüz” diyorlar. Bir zamanlar Maraş’ta yaptıkları gibi. Durum o kadar vahimdir ki, CHP bile havuz medyasında HDP’lileşmekle suçlanabilmektedir. CHP’nin de kriminalize edileceği günler çok uzak görülmüyor.
AKP “Yeni Türkiye”yi (Türk tipi faşizm olarak da okuyabilirsiniz) Cizre’den başlayarak inşa ediyor. Bu yüzden Cizre’deki Kürt gençlerinin direnişi hem yüz yıllık sömürgeciliğe hem de AKP’nin Yeni Türkiye’sine karşı bir direniştir. Dolayısıyla kazılan hendekler, kurulan barikatlar AKP’nin mezhepçi faşist bir Türkiye inşa etme projesine karşı başlatılan bir direniştir. Kürtler hala “seni Başkan yaptırmayacağız” diyorlar. Ama Türkiye’nin sözde demokrat yazarları faşizmden bir iki fiske yedikten sonra konforlu koltuklarını kaybetmemek için başkanlık rejimini savunmaya başladılar. Tam bir zavallılık ve teslimiyet ruh hali.
Kürt gençleri kurdukları barikatlar ve hendeklerle aslında, AKP’nin Türkiye halkına giydirmeye çalıştığı deli gömleğine ilk büyük itiraz olan Gezi İsyanı’nı devam ettiriyorlar. Peki, Türkler nerede? Bugün Kürt şehirlerinin tanklarla bombalanmasını, çocukların ve kadınların vahşice öldürülmesini izleyenler yarın aynı şiddetin kendilerine yöneldiğini de görecekler. Tayyip Erdoğan’ın asıl gündemi iş savaş üzerinden Türk tipi başkanlık sistemini inşa etmektir. Kürtlere vurdukça kazanacağını düşünüyor. Rus uçağının düşürülmesi bile büyük ölçüde iç kamuoyuna dönük bir hamle olarak görülmelidir. Erdoğan referanduma hazırlanıyor.
Türkiye’nin batısındaki demokrasi güçlerinin öncelikle, Suruç ve Ankara katliamlarından itibaren bir türlü üzerlerinden atamadıkları bu felç olma halinden kurtulması gerekiyor. Kürt halkının görkemli direnişiyle bağ kurmanın, hendeğin arkasındaki gençlerle buluşmanın yollarını aramalıyız. Bunu Kürtlerin haklı davalarına destek olmak için değil, kendi geleceğimiz için başarmak zorundayız.
[button link=”http://www.sodap.org/fikret-kiziltan-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]