Siyasal ortamın her alanı geriliyor. 1 Kasım’da AKP’nin tek başına iktidarından sonra “istikrar” bekleyenler her gün daha fazla hayal kırıklığına uğruyor olmalılar. Kıyamet, 7 Haziran seçim sonuçlarıyla birlikte koptu ve kartopu gibi büyüyerek yuvarlanmaya devam ediyor.
Masa devrildi, Saray darbesiyle birlikte yoğun bir savaş başladı. 1 Kasım seçimlerinden sonra savaş “kent kuşatmaları” olarak dehşet verici bir şekilde devam ediyor. Bu gidişin artık yeni bir tırmanışa doğru ilerlediğinin işaretleri artıyor.
Önce eski meclis başkanı M. Ali Şahin HDP’yi uyardı: “Türkiye’deki demokratik düzenin kıymetini bilin… Kapatılırsınız.” dedi. Davutoğlu HDP ile randevusunu iptal etti ve şu soruyu sordu: “HDP bir siyasi parti midir?” Bu arada Efkan Ala’dan tam siyasal ortama uygun: “Büyükşehir yasası değiştirilip, bazı yetkiler geri alınacak…” açıklaması geldi. Bütün bunlara ilave elbette en önemli gelişme DTK kongresi bitişiyle “Demokratik Çözüm Deklerasyonu”nu açıklamasından sonra “savcılar harekete geçti”.
Nasıl buraya gelindi? Aylardır süren kent kuşatmalarına rağmen Kürt Özgürlük Hareketi’nin hiçbir kurumunda bir “çökme” işareti ortaya çıkmadığı gibi, üstelik DTK “demokratik özerklik” manifestosunu ilan etti. Devletin karanlık dehlizlerinde tasarlandığı söylenen “çöktürme planı” işlemiyor. Mahalleler yıkılıyor, ölümler yaşanıyor, ancak özellikle Saray’ın görmek istediği “çökme” ortalıkta görünmüyor. Üstelik her geçen gün ekilen rüzgarla fırtına biçmeye doğru gidiliyor.
Yarın olur da masaya oturma durumu gerçekleşirse, nereden başlanacağı DTK ile ilan edilmiş oldu. İşe demokratik özerklikten başlanacaktır. İktidar ise bu talebi “fantazi” olarak görüyor. İktidar, savaş ve tasfiye çığlıkları atarken; Kürt Özgürlük Hareketi kararlılıkla demokratik özerklik bayrağını sallıyor. Bu tablo özellikle Saray’ı daha da hırçınlaştırıyor.
Zorun ve zulmün bundan sonraki aşaması kitlesel katliamlardır. AKP bunun sınırlarında geziniyor. Cumhuriyet tarihinde bunun örnekleri vardır, ancak sonuç beklendiği gibi olmamıştır. Kent kuşatmalarıyla hedefine varamayacağını anlayan iktidar, siyasal tasfiye yollarını gündemleştirmeye mi hazırlanıyor?
Bütün nefes boruları tıkanınca halkların baygın düşmesini mi bekliyor? AKP iktidarı uygulamalarıyla siyasal ortamının basıncını patlama noktasına doğru sıkıştırmaktadır. Her gün kendine bir kürsü bulup Kürt halkını aşağılayan konuşmalar yapan Erdoğan, derin bir öfkeyi biriktirdiğinin farkında olmalıdır. Halklar nefessiz kalmaz, eninde sonunca soluk alacak yollar bulup, diktatörleri kendilerini en güçlü sandıkları zamanda alaşağı ederler.
Türkiye bir fırtınanın içine doğru ilerliyor. Üstelik bu fırtına bölgede yaşananlarla sanki kader birliği içindedir. Ülkenin güneyinde ne yaşanırsa, bu siyasal ortama yansıyor; öte yandan iktidar iç politikada sıkıştıkça zehrini bölgeye akıtmak için yollar arıyor.
Her şeye egemen olduğunu sanan Saray’ın yarattığı ortamda fırtınayı başlatacak kümelenmeler Rojava semalarında birikiyor. İçinde ağırlıklı YPG’nin olduğu Demokratik Suriye Güçleri, Cerablus’un 80 km. güneyinden Fırat’ın batısına, Teşrin Barajı’na ulaştılar. Kırmızı çizgiler biraz güneyden de olsa aşıldı. Davutoğlu, Sırbistan’da bu konuda sorulan soruya: “Bize geçenlerin Arap unsurlar olduğu bilgisi ulaştı” diyerek gerçek tabloyu örtmeye çalışmıştır. Elbette IŞİD cephesi de boş durmamış, El Nusra ve Ehran El Şam örgütleri, Afrin kanton merkezine havan topu atışı yapmış, kayıplara sebep olmuşlardır. Sınırın bu en kritik noktasında gerilim gittikçe artmaktadır. Çok yakın zamanda bu alanda Ankara’nın iyice canını sıkacak gelişmeler yaşanması büyük olasılıktır.
Fırtınanın daha yavaş biriktiği diğer alan halen “suskun” olan batıdır. İktidarın uygulamaları, zulmünün boyutları, “hendek savaşları” üzerinden yaratılan algının yönünü değiştirecektir. Yaşananların en sonunda bir demokrasi savaşı olduğu anlaşılacaktır. Batı beklemediği hızla ve hazır olmadığı seviyede bir gerilimin içine girdi. Bu nedenle Saray’ın propagandaları belli bir etkinlik sağladı. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi’ne “yenilgi yaşatmak” için çılgınlaştıkça bu taktiğin bumerang gibi geri dönme olasılığı artıyor. Türkiyelileşme adımı “Seni başkan yaptırmayacağız!” parolasından, “demokratik özerklik” manifestosuna sıçrayınca ittifakın batı tarafı anlaşılır bir şekilde kararsızlığa sürüklendi. Ancak olayların gidişi, yeni ittifak zemininin, aslında diktatörlüğüne karşı bir demokrasi mücadelesi olduğu gerçekliğini her geçen gün daha fazla aydınlatmaktadır. Sadece olaylar değil, özellikle bütün bileşenleri ile HDP-HDK güçleri yaşananların bir demokrasi mücadelesi olduğunu tüm enerji ve yaratıcıklarıyla kitlelerin bilinç ve yüreklerine taşımalıdırlar. Saray’ın ördüğü bariyerler kırıldığı ölçüde batının öfkesi de su yüzüne çıkacaktır.
Hiç şüphesiz, batıda fırtına bulutları Rojava’daki kadar hızla kümelenmiyor. Fakat Ankara, Cerablus hattında IŞİD’le mücadelede büyük sıkıntılara girip, bugüne kadar örtebildiği günahlarının ortaya saçılacağı gelişmeler yaşayabilir. AKP’nin Türkiye’yi nasıl uçurumun kenarına getirdiği olayların diliyle daha çarpıcı olarak ortaya çıktıkça, fırtınanın şiddeti batıyı da etkileyecektir.
AKP, halkların bütün nefes borularını tıkamaya çalıştıkça, toplumdaki basıncı iyice yükseltmektedir. Gidişten rahatsızlığını Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu şöyle dile getirmiş: “Yol alabilmek için demokrasinin sahici olması gerekir.” (26.12.2015) Sahte demokrasilerde yol genellikle duvara çıkar.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]