Türkiye ekonomisi ile ilgili konuşan uzmanların kullandığı ortak cümledir. Krizi önceleri görmezden gelen iktidar dolar fırtınasından sonra gerçeği kabul etti. Ancak bu kez de “Tedbir aldık, çabuk geçecek.” ajitasyonu yapıyor. Dünyada olan biteni Trump’ın seçilmesi üzerine bir dalgalanma olarak yorumlayan hükümet, dünya düzeninin yeni ve başka bir döneme girmekte olduğunu görmüyor. Dolar dalgalanmasının Trump’ın bir ay sonra Beyaz Saray’a geçmesiyle biteceğini söyleyecek kadar işi hafife alıyor.
Dünyada “gelişmekte olan ülkelere” akan bol sıcak para döneminin bittiğinin farkında değil. Trump doları geri çağırıyor. Sermayenin Amerika’ya akıp akmayacağı henüz bilinmiyor, ancak bu yolda çatışmaların yaşanacağı açıktır. Bunun bizim gibi ülkeler üzerindeki etkisi çok yıkıcı olabilir.
Öte yandan, her gün yeni bir kabadayılık yapan Erdoğan, en son “Biz Suriye’ye Esad’ı devirmek için girdik.” deyince Moskova ile yeni bir kriz çıktı. Altı saat süren MGK kararları sanki bölgeye savaş ilanı gibidir. Ankara hem Irak’a hem de Suriye’ye çeki düzen vermeye kararlı görünüyor. Buna “gücü” yeter mi sorusu çok da anlamlı değildir. Erdoğan’ın keskin çıkışlarının çoğunun pratikte karşılığı yoktur, ancak ülkedeki siyaset ortamında bir anlamı vardır. Şüphesiz bu arkası doldurulmayan yüksek atışların bir dönem sonra geri tepme zamanı da gelecektir.
Erdoğan tarafından son günlerin en önemli tehdidi AB’ye yönelik yapıldı. Tehdit, “kapıları açmakla” sınırlı kalmadı, Şanghay Beşlisi’ne katılmaya kadar uzandı. Hükümet AB’nin “dondurma” kararını “yok hükmünde” saydı. Bu deyim de son dönemde bayağı moda oldu. Ancak olaylar “yok hükmünde” sayılmakla olmamışa dönseydi, iktidarlar için yönetmek çok kolay olurdu. Oysa Türkiye, ticaretinin yaklaşık %45’ini AB ile yapıyor. Daha da önemlisi ülkedeki doğrudan sermaye yatırımlarının %70’i AB ülkelerine aittir. Ancak son yıllarda doğrudan yatırım neredeyse durdu ve sermaye çıkışı başladı.
Bütün bu olanlardan sonra akla AKP iktidarının bir stratejisinin olup olmadığı geliyor. “Zaman az kaldı” korosuna en son TÜSİAD da katıldı. Fakat Ankara’da şoför koltuğunda oturanlar bu uyarıları dikkate almayıp itirazı olanları “felaket tellallığıyla” suçluyorlar. Tedbir diye açıkladıkları kamunun bazı alacaklarını dolar yerine Türk lirası ile kabul etmekten ibarettir. Böylece piyasada dolar sıkıntısı olmayacakmış…
İktidar ve Saray’ın gelecek ile ilgili kapsamlı bir stratejisi kesinlikle yoktur; iki taktik adıma kilitlemiştir: İlki başkanlık sistemidir, diğeri ise ülkede ve bölgede savaştır!
Cumhuriyetin krizi bu taktik adımlarla aşılabilir mi? Daha da öteye Trump’ın seçilmesiyle dünya da bir “düzen” krizine girdi. Otuz yıldır süren, küreselleşme ve neoliberalizmle sembolize olan “yeni dünya düzeni” son günlerini yaşıyor. Fakat dünya egemenleri henüz nasıl yeni bir yol tutulacağı konusunda karara varamamışlardır.
Dünyada yeni köklü bir değişim sancısının dalgalarından ve cumhuriyetin derinleşen bunalımından Saray’ın iki taktiği bir çıkış sağlayabilir mi? Bu taktikler Ankara’yı kesinlikle kapsayıcı bir stratejiye taşımaz. İktidarın tek sorunu “yüz yılın sabrı ile ele geçen fırsatın” her ne pahasına olursan olsun korunmasından ibarettir. Siyasal İslam kendisi için de “zamanın gittikçe daraldığının” farkındadır. Bu ülkede artık toprak iyice kazılıp, alt üst olmadan hiçbir şey yerine oturmayacaktır.
Başkanlık sistemi ve bölgede-ülkede savaş taktikleri Saray’a birkaç adım daha atmak için fırsat sağlayabilir; ancak bu bir kaç adımla kesinlikle uçurumun kenarına gelinecektir.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]