Acilen çözüm bulmamız gereken meselelerin en başında giderek silikleşen sınıf mücadelesinin ülkenin belirleyici dinamiklerinden biri haline getirilmesi olmalı. Geçtiğimiz hafta yaşanan işçi katliamları bunu bir kez daha gözümüze soktu. Öğle yemeğini madende yemek zorunda bırakılan işçiler, gündeliği 26 liraya elma toplamaya kapasitesinin iki katı dolu bir minibüsle götürülürken ölen işçiler, inşaattan düşen işçiler…. Sene başından beri ölen işçilerin sayısı 1500’e ulaştı. Sermayenin işçilere açtığı bir savaştan bahsediyoruz. Fakat bunun karşısındaki tepkiler oldukça yetersiz ve süreklilik sağlayamıyor.
Sınıf siyasetine genel yaklaşım işçilerin işyerlerinde yaşadıkları sorunlar üzerinden örgütlenme üzerine kurulu. Bu hali sınıf siyasetinin oldukça parçalı bir hal almasına yol açıyor. Çeşitli işyerlerinde yürütülen mücadeleler zaman zaman ön plana çıkıyor, sosyalist kamuoyu bu direnişlere destek veriyor. Fakat daha sonrasında bu direnişler belirgin bir iz bırakamadan kayboluyor. Sosyalist hareketlerden sınıf çalışması yürütenlerin sayısı da giderek azalıyor. Çoğu siyaset artık genel bir siyasi ajitasyonu temel faaliyeti haline getirmiş durumda, bağımsız sınıf örgütleri yaratmaya dönük çabalar neredeyse bir elin parmaklarının sayısını geçemiyor.
Daha merkezi seviyede sınıf politikası yapması beklenebilecek sendikaların ise ya buna niyetleri (Türk-İş, Hak-İş) ya da yeterince güçleri (DİSK, KESK) yok. Bu sendikaların kimi zaman gerçekleştirmeye çalıştıklar merkezi eylemler ise yeterince keskin çelişkiler ortaya çıkaramıyor. TEKEL Direnişi’nden bu yana herhangi bir işçi eylemi ülkenin merkezi politikasını işgal edebilmiş değil.
Oysa sınıfsal çelişkiler giderek yoğunlaşıyor. Sınıfsal çelişkiler sınıf siyaseti zemininde ifade bulamayınca başka politik güzergâhlar üzerinden kendisini ifade ediyor. AKP’nin neo-popülist araçları sınıfın dışlanmış kesimlerini sosyal ağları sayesinde kendisine zorunlu bir desteğe dönüştürüyor. Kürt Siyasi Hareketi de Kürt yoksullarını büyük oranda örgütlemeyi başarıyor.
Temel sorumuz şu, bugün işçi sınıfının örgütlenmesine dönük çabalarda niteliksel bir sıçrama yaratacak neler yapılabilir? Tek tek yerellerin, işyerlerinin, sendikaların örgütlenmesi ve sonrasında bunların koordinasyonunun sağlanmasına dönük bir stratejiyi hızlandıracak hamleler yapılabilir mi?
Böylesi bir kanalın açılmasına dair acil bir ihtiyaç olduğu ortadadır. Bunun en acil gerekçelerinden biri Türkiye sermayesinin işçi sınıfına açtığı vahşi ilkel birikim saldırısıdır. İşçiyi taş, toprak gibi salt bir hammadde olarak gören; hayatların yağmalanmasına dönük yaklaşımın çok ağır bir faturası var. AKP’nin eş-dost kapitalizmi atmosferi iş yerlerinde işçilerin tüm kazanımlarını tartışmaya açık hale getiriyor. Bakan’ın açıkça itiraf ettiği “araya giren hatırlı isimlerin madenlerin kapatılmasını engellemesi” bunu gösteriyor. İşçi sınıfı güçlü bir karşılık vermeden hayatını kurtaramayacak bir noktaya sıkışmıştır. Sermayenin hızla büyümek için doğayı ve insanları helak etmesinin önüne ancak sınıf örgütleri ve sınıf mücadelesi geçebilir.
Türkiye’de çok kritik bir momente gelen Kürt Sorunu’nun kardeşçe çözümü için ikinci bir demokrasi mücadelesi kanalı olarak sınıf mücadelesinin girmesi dengeleri değiştirecek temel güçtür. Sınıf mücadelesinin yeni bir kanal açamaması durumunda Batı’daki düzen hegemonyasının kırılabilmesi mümkün görünmemektedir. Bu da Kürt Sorunu’nun Türkiye’nin demokratikleşmesi çerçevesinde çözümünü olanaksız kılacak gibi görünmektedir. Kürt Özgürlük Hareketi Türkiye’nin demokratikleştirilmesi görevinin ağır yükünü tek başına taşıyamaz. Sürekli güçlenen, derinleşen, Rojava’da sağlam mevziler edinen Kürt Özgürlük Hareketi bu koşullarda kendi yolunu tek başına yürüme noktasına doğru ilerleyebilir. Bu gidişatı tersine çevirebilmek için Batı’dan acilen yeni bir kanal açılması gerekmektedir.
Ortadoğu’yu konuşurken ister istemez dilimize dolanan mezhepçi-etnikçi yaklaşımın vaat ettiği kan banyosunun pan zehiri sınıf mücadelesidir. Hayatlarımızı ve dünyamızı yok eden sermayeye karşı tüm kültürlerden emekçilerin ortaklaşa mücadelesi demokratik ve eşitlikçi bir geleceğin güvencesidir. Tunus’ta sınıf örgütlerinin görece güçlü olması ve sosyalistlerin belirleyici varlığı ülkeyi Arap Baharı’nın ayrışan aktörü haline getiriyor. Sınıf çizgisinin çok zayıf kaldığı toplumlar, etnik ve mezhepsel bölünmelere çok daha açık hale geliyor. Siyasal İslam’ın mezhep dayatmasının yarattığı gerilimler güçlenemeyen bir sınıf çizgisinin daha da silikleşmesine yol açacak bir atmosfer üretecektir.
Dolayısıyla kısa vadede siyasal sonuçlarını görmek zor olsa da, yeterli gerilimi ortaya çıkaramasa da sınıf çizgisini geliştirecek araçlar aramalıyız. Geçen hafta da yazmıştım, bütçe meselesi burada etkili bir araç sağlayabilir. Birikmiş büyüme farklarını talep eden, iş cinayetlerine karşı alınması gereken önlemleri de mücadele programına ekleyen bir ortak sınıf gündemi yaratmak için ne yapabiliriz? Halk İçin Bütçe Dayanışmaları örgütlemek için emek örgütleri ikna edilebilir mi? (Kobane Dayanışması’nın bildirgesinde barış kelimesinin geçmesinin gerekmediği üzerine yapılanda olduğu gibi) Kısır ve skolastik tartışmalara girmeden etkili, kısa bir mücadele programı ortaya koyabilir miyiz? Eldeki hazır güçlerle merkezi bir ilgi oluşmasını sağlayacak enerjiyi yaratacak bir süreç örebilir miyiz? İşçi havzalarında çalışmalara desteği örgütleyecek, işçi meclisleri örecek ortak bir çalışma inşa edebilir miyiz? Örgütlü-örgütsüz, işçi memur, beyaz yaka-mavi yaka ayrımlarını aşacak bir yaklaşım geliştirebilir miyiz?
“Oğlum yüzme de bilmezdi ki…” diye için için ağlayan, hayatının tüm yükü yüzünün çizgilerine yansımış Ermenek’li anamıza boynumuzun borcu değil mi biraz da bu yolu açmak?
[button link=”www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]