Cumhuriyetin krizi her geçen gün derinleşiyor. Üstelik Saray’ın iddiasına göre Türk tipi “başkanlık sistemi” her derde deva olarak sunulmuşken böyle oluyor.
Kılıçdaroğlu kendini aşmaya çalışıyor. Madem ki parlamento dışlanıyor, o zaman “sokaksa sokak” diyen Kılıçdaroğlu’na Saray’dan çok sert yanıt geldi: “Sokağa çıkamaz hale gelirsin!”
İki haftadır yaşananların en açık özeti ve sonucu bu söylenenlerde yatıyor. Sonuç: Cumhuriyetin krizi derinleşiyor. En yumuşak parola ile yola çıkan Kılıçdaroğlu ne umdu bilmiyoruz ama, pek çok insan bu yürüyüş ve miting sonrası iktidarda belli bir yumuşama bekliyordu. Erdoğan bu beklentilerin yersiz olduğunu çok açık bir şekilde ilan etmiş oldu. Fay hattı aynı, üstelik gerilim daha fazla artıyor.
Adalet Yürüyüşü’nü iktidar “dış kuşatmalara içeriden destek” olarak okuyor ve kendi kitlesinde bu bilinci derinleştirmeye uğraşıyor. Öte yandan ana muhalefeti “teröristlerle birlikte görünmekle” suçluyor. Saray cephesinde hiçbir değişiklik yoktur! Bir değişim olma şansı da yoktur. Üzerinde durduğu zemin ve güç dengeleri açısından Saray, kendini güvende hissedecek ölçüde bir arazi temizliği yapamamıştır. Bunu 16 Nisan referandumunda bir kez daha açıkça gördü. Bu temel gerçekten dolayı kendine karşı duranların varoluş alanlarını mümkün olduğunca daraltmak için her türlü savaşa devam edecektir. Aslında “başkanlık sistemi” ile bu adımı attı, ancak henüz uygulama sistematik hale gelmedi.
Değişmek zorunda olan “ana muhalefettir”. Referandum akşamı verdiği sınav büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Böyle giderse tıpkı 1950’lerde DP iktidarı yıllarında olduğu gibi sıra kendisine gelecekti. O günlerde “milli şef” İnönü Menderes’e seslenerek “Artık sizi ben bile kurtaramam.” demişti. Öyle de oldu. Bugün tablo çok değişiktir. Ordu vesayeti ve sivil siyaset denklemi artık yoktur. Bu yeni tablonun siyaset alanına kaçınılmaz etkileri olacaktır.
Devlet partisi CHP, kendi kabuğunu kırma çabasına 1974’de bir kez girişmişti. Bu girişim çok kısa sürdü ve büyük bir çöküşle sonuçlandı. O günün sol hareketlerinin bir kesiminin desteğini alan Ecevit, DİSK’in 1978’lerde “faşizme karşı uyarı” eylemlerine başlaması üzerine “Bizim kimseye diyet borcumuz yok.” diyerek kendini destekleyen soldan kopmayı tercih etmişti. Karaoğlan’ın düşüşü böyle başladı; 1980 darbesinde büyük bir yıkım yaşadı ve 2000 yılında dramatik bir şekilde yok oluşuna kadar devam etti. CHP kendisinden hiçbir şey beklenmeyen felçli bir partiye dönüştü.
Adalet Yürüyüşü bu felçli yapıyı değiştirme girişimidir. 1974’deki çabadan iki yönden ayrılıyor. İlki, Ecevit, milli şef İnönü’ye karşı, o günün sola dönük ortamından da etkilenerek kapsamlı bir mücadele başlatmıştı. CHP tarihinde olmadık ölçüde kitleyi peşine takmayı becerdi. Kılıçdaroğlu, kendisini çıkmaz sokakta bulup, gidilecek yol kalmayınca Ankara’dan yürüyüşe çıktı.
Esas önemli fark, siyasette asker vesayetinin ve bunalım günlerinde darbe denkleminin işlemesini pasifçe bekleme geleneğinin kırılmakta olmasıdır. Artık bunalımlar gelip çattığında ordudan darbe bekleme günleri geride kalmıştır. Boşalan alanı sivil siyasetin doldurması beklenirdi. Aslında öyle de oldu. Tartışmalı son darbe girişimine karşı Erdoğan’ın çağrısı ile kitleler sokağa çıktı. Ancak bu çıkışın sonucu ülkeyi demokratik bir yöne götürmek yerine “tek adam” rejimine götürüyor. Başarısız darbeyi “Allah’ın lütfu” olarak görenler, iktidarlarını da “yüz yılın rövanşı” olarak görüyorlar. Nasıl Kemalizm kendisini devletin gerçek sahibi olarak görüp, sürekli sivil siyasete ayar vermeyi ve iktidar alanının kendi tekelinde kalmasını doğal gördüyse; şimdi siyasal İslam, iktidarını yüz yılın rövanşı olarak görüp, önceleri Kemalizm’in yaptıklarını kendi siyasi rengini vererek aynen tekrarlıyor.
Saray ve iktidar, bu yeni siyasi tabloda eski bir geleneği tekrar ediyor. Devletin sahibi konumunda olduğunu düşünüp, tebaasına bazı hakları lütfediyor; olmazsa “Sokağa çıkamazsın!” diyerek tehdit ediyor.
Eski günlerde sivil siyaset ne yaparsa yapsın ordu hep “en güvenilir kurum” olarak varlığını sürdürmüştür. Bugün yine devletin bir sahibi olsa da devlet tüm kurumlarıyla keyfileşmiş, hatta çürümüş ve meşruiyetini hızla kaybetmektedir. Bu siyasal tablodan eski alışkanlıkla artık bilinçleri ve davranışları felç eden darbe beklentisi çıkmayacağına göre, geriye sokak kalıyor. Bu gerçek “yüz yılın rövanşını” aldıklarını düşünenleri derin bir korkuya itiyor. Cumhuriyetin bunalımı artık sivil bir hesaplaşmayı kaçınılmaz kılıyor.
Bunun nasıl yaşanacağını bugünden öngörmek elbette mümkün değildir. Kitleler kendi güçlerine güvendikleri ölçüde bu toplumun değişmez görünen alın yazısı sancılı bir değişime uğrayacaktır.
Adalet Yürüyüşü bu sancılı değişimin neresinde duruyor? Aslında CHP kendini çok aşan bir adım atmıştır. Mevcut yapısı ile bu büyük değişimin öncüsü ve sürükleyicisi olamaz. Fakat cumhuriyetin krizi o noktaya gelmiştir ki artık hiçbir siyasal yapı ve kurum eski haliyle devam edemez.
7 Haziran seçim sonuçları bu gerçeklikten dolayı düzeni derin korkuların içine sürükledi. Bir değişimin güçlü filizleri ortaya çıkmıştı. Bu filizler ezilmeye ve gömülmeye çalışıldı. Ancak yeniyi temsil ettikleri için yok edilemediler. Tüm siyasal yapıların köklü değişime zorlandığı bir döneme giriliyor. Kimse eski durduğu yerde duramayacak!
Cesaretli, yaratıcı olmak, eski kalıplardan hızla kurtulma yeteneğini kazanmak gerekiyor.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]