Yerel Seçim, “Açılımlar” ve Sol Politika
10 Mart 2009
29 Mart yerel seçimleri yaklaşırken AKP hükümeti ve ana muhalefet partisi CHP’den açılım üstüne açılım haberleri alıyoruz. Kürtçe TV açılımı, Alevi açılımı, Nazım Hikmet açılımı, 1 Mayıs açılımı, belki sırada bekleyen Ahmet Kaya açılımı… Diğer yandan çarşaf açılımı, kuran kursu açılımı vb… Hükümet ve diğer düzen partilerinin açılım adı altında başlattıkları uygulamaların 29 Mart yerel seçimleri öncesi oy arttırma telaşının bir sonucu olduğunu tartışmaya bile gerek yok. Bu anlamıyla “açılımlar” seçim taktiği çerçevesinde değerlendirilebilir. Ancak özellikle Kürt ve Alevi başlıklarında başlatılan yeni uygulamaların AKP’nin seçim yatırımı olmanın ötesinde, devletin yeniden yapılandırılması bağlamında “stratejik” bir boyut taşıdığını da görmek gerekiyor. Türk ulus devleti, kendi toprakları üzerindeki iktidar ve hegemonyasını günümüz kapitalizminin koşulları içinde yeniden tesis etmeye çalışıyor. Bu girişim karşısında düzen dışı solun ideolojik duruşunu ve politik hattını gözden geçirmesi bir zorunluluktur.
Bu düşüncelerden hareketle, birbirinin içine geçen seçim süreci ve “devlet açılımlarını” birbirinden ayrıştırarak değerlendirmeye çalışacağız.
Yerel Seçime Doğru
29 Mart Yerel Seçimleri özellikle AKP açısından referandum niteliği taşıyor. Ekonomik krizin yıkıcı sonuçları ortaya çıktıkça itibarı sarsılan AKP, iktidar pozisyonunu sağlamlaştırabilmek için oy oranını korumaya çalışıyor. Özellikle Kürdistan’da oy oranını yüksek tutmak AKP’nin devlet bürokrasisi nezdinde meşruiyetini koruması açısından hayati önemde. AKP oylarındaki hatırı sayılır bir erime, Ordu ve AKP arasında oluşmuş olan mevcut denge ve uzlaşmanın bozulmasına yol açabilir. Bu yüzden AKP, bütün imkânlarıyla, adeta can havliyle yerel seçimlere yükleniyor. Dersim’de beyaz eşya dağıtımından Davos çıkışına, bakanların seçmeni tehdit eden ifadelerinden (Mehmet Ali Şahin ve Murat Başesgioğlu’nun sözleri) havuç niteliğindeki (yukarda söz edilen) açılımlara AKP tüm gücüyle kendisi açısından referandum niteliği taşıyan Mart yerel seçimlerine hazırlanıyor.
CHP ise yerel seçim çalışmalarını adeta İstanbul’a kilitlemiş durumda. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ile İstanbul’u zorlayabileceğini hesaplayan CHP yönetimi, yerel seçim faaliyetini İstanbul merkezli yürütüyor. Bunun ötesinde yerel seçimlerde ana muhalefet partisinin ülke genelinde oylarında önemli bir artış olacağı zannedilmiyor.
CHP yolsuzluk dosyaları ile yerel seçimlere hazırlanırken, MHP de seçim faaliyetinin odağına AKP’nin yıpratılmasını koymuş durumda. Ancak ülke genelinde AKP’yi zorlayabilecek bir diğer partinin de Saadet Partisi olacağını unutmamak gerekiyor. Numan Kurtuluş’un başkanlığa gelmesinin ardından iddialı bir seçim çalışması başlatan ve Filistin sürecinde öne çıkan SP, AKP tabanının yönelebileceği başlıca potansiyel odak olmaya devam ediyor.
Yerel seçimlerin bir ay öncesinde düzen partilerinin durumu böyle özetlenebilir. Peki devrimci ve reformist kanatlarıyla Türkiye Solu ve Kürt Özgürlük Hareketi açısından yerel seçimler ne ifade ediyor?
Öncelikle Mart 2009 Yerel Seçimi’ne küresel ekonomik krizin etkilerinin hissedilmeye başlandığı, işsizliğin hızla büyüdüğü bir dönemde gireceğimizi düşünecek olursak, düzen dışı güçler açısından 2009 seçimlerinin önemli fırsatlar sunduğunu belirtmek gerekir. Bu fırsatların değerlendirilebilmesi ise zayıf ve dağınık durumdaki sol güçlerin birlikte davranabilme yeteneğine bağlı olacaktır. Bu konuda başlangıçta önemli bir beklenti ve umut yaratan Biz Varız (Birlikte Başarabiliriz) platformu ne yazık ki aday belirleme sürecinde ciddi bir tıkanıklık yaşadı, sonuçta çoğu yerde istenilen birliktelik ve ortak ruh hali yaratılamadı.
Bu noktada özellikle Kürt hareketinin çelişkili konumunun altını çizmek gerekmektedir. Öncelikle Mart Yerel Seçimleri DTP açısından da bir genel seçim niteliği taşıyor. Kürt Özgürlük Hareketi bir yandan başta Kürdistan illeri olmak üzere önceki seçimlerde AKP’ye kayan Kürt oylarını almayı önüne hedef olarak koydu, diğer yandan Batı illerinde Bin Umut Adayları kampanyasına benzer bir şekilde bağımsız adaylarla güç birliği arayışına girdi. Batı’daki metropollerde Kürt kitlesinin yoğun olduğu bölgelerde bağımsız aday yerine DTP çatısında ısrar edildi. Genel oy sayısında bir azalmaya yol açmamak için gösterilen bu hassasiyetle, bağımsız ortak adaylarla solu birleştirmek taktiği arasında kaçınılmaz bir gerilim yaşandı. Bu gerilimde, çoğu yerde DTP seçimini, genel oy niceliğini riske atmamak yönünde yaptı. Yani yerel birliklerin dağılma ihtimalini göze alarak DTP çatısında ısrar etti. Bu noktada şöyle bir eleştiri yapılabilir. DTP politik konjonktür gereği, yerel seçimlerdeki amacını DTP’ye verilen oyları arttırmakla sınırlıyorsa (ki bu anlaşılır bir durumdur) bunu baştan ifade edebilir ve yanında kimlerin olacağı daha önceden netleşebilirdi. Ama bir yandan da “solun birliği” ve “ortak aday” vurgusu solun genelinde bir beklenti yaratı ve bu beklentiyle sürece giren oluşumlar aday belirleme sürecinde yerel platformlardan çekildiler.
EMEP’in süreçten platforma bir açıklama yapmadan çekilmesi DTP ile yürüttüğü aday pazarlığının istediği biçimde sonuçlanmamasından kaynaklandı. ÖDP ve TKP ise Batı’da her yerde bağımsız adayların çıkarılmasında ısrarcı oldular. Ancak bu ısrarı gösteren örgütlerin Kürdistan’da DTP’ye rağmen aday çıkabileceklerini belirtmiş olmaları da kaydedilmelidir. Kürt illerinde DTP ve AKP (Devlet olarak da okunabilir) arasında yaşanacak olan seçim yarışında gösterdikleri apolitik ve benmerkezci yaklaşım ağır bir eleştiriyi hak ediyor. Zaten TKP iğreti bir şekilde durduğu seçim platformunda hedeflediği etkiyi yaratamayınca merkezi düzeyde çekildi. ÖDP ise genellikle bağımsız adaylarla seçime girilen yerlerde platformda kalmayı tercih etti.
Sonuç itibariyle 2009 yerel Seçimi’nde AKP ve CHP-MHP kutuplaşmasının ötesinde üçüncü bir cephe olarak ortaya çıkan yegâne siyasi oluşum tüm eksik ve zaaflarına rağmen Kürt Özgürlük Hareketi’nin merkezinde olduğu Birlikte Başarabiliriz Platformu’dur. Sadece yerel seçim açısından değil, orta vadede Türkiye’de egemen kesimlerin arayışlarının oluşturacağı siyasi bloklar karşısında devrimci dönüşümün gerçek adresi olacak bir demokratik halk cephesi yaratılması açısından da bu bileşim önemli bir misyon yüklenmeye adaydır. Birlikte Başarabiliriz Platformu’nun Batı illerinde göstereceği başarılar, gelecekte daha geniş ve sağlam güç birliklerinin oluşmasının imkânını da yaratacaktır. Kürt illerinde ise devletin AKP’si karşısında DTP’nin kayıtsız şartsız desteklenmesi yegâne devrimci ve sol tutumdur.
SODAP bu bilinçle, Kürt illerinde tüm demokratik ve sol güçlerin oylarını DTP adaylarına vermeleri gerektiğine inanmaktadır. Batı’da ise tek alternatif, Birlikte Başarabiliriz Platformu’nun adaylarıdır. Yerel seçimlerdeki başlıca görevimiz bir yandan demokratik güçlerin birliğini sağlamak, diğer yandan ekonomik krizin mağdurlarının taleplerini yerel seçim gündemine taşımaktır. Kriz’in sefalete sürüklediği milyonarların taleplerini yerel seçimlerle birleştirerek alanlara taşımak, kapitalist sistemi ve düzen partilerini teşhir etmek solun seçimlerdeki başlıca görevi olmalıdır.
Devlet Açılımları
AKP İzmir il örgütü Nazım Hikmet’in vatandaşlığa kabulü vesilesiyle gazetelere tam sayfa ilan vererek Nazım Hikmet’in mezarının İzmir’e getirilmesi için çağrıda bulundu. Tam da AKP’nin “gâvur İzmir”i ele geçirme planları yaptığı bir dönemde gerçekleşen bu “açılımın” dikkatlice hesaplanmış bir seçim taktiği olduğu açık. CHP yönetiminin dindar çevrelere şirin görünmek için çarşaflı kadınları törenle partiye kabul etmek gibi aceleyle kotarılmış, iğreti girişimleri de bu kategoride değerlendirilebilir. Ancak diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti’nin en köklü iki demokrasi sorunu olan Kürt ve Alevi meselelerindeki yeni uygulamaların AKP’nin seçim taktiği olmanın ötesinde anlamlar taşıdığını vurgulamak gerekiyor. Elbette AKP hükümeti, TRT Şeş’in açılması ya da Muharrem ayında TRT’de cem görüntülerinin yayınlanması sonucunda yerel seçimlerde oy sayısının artacağını hesaplıyor ve zamanlamayı da bu seçim takvimine bağlı olarak gerçekleştiriyor. Ancak seçim sürecinden bağımsız olarak da bu gündemlerin Türk devletinin kabuk değiştirme süreci açısından değerlendirmek gerekiyor. Ne de olsa seçimler hep vardı. Bu açılımların günümüz Türkiye’sinde gündeme gelmesi salt AKP’nin cinliğinden kaynaklı değil.
Peki AKP hükümetinin ötesinde, devlet açısından stratejik boyutları olduğunu söylediğimiz Kürt ve Alevi açılmaları hangi dinamiklerden kaynaklanıyor. Özgün durumları nedeniyle bu iki sorunu ayrı ayrı ele almak gerekiyor.
TRT Şeş, Kürdoloji bölümü girişimi ya da seçmeli dil olarak Kürtçe öğretilmesi vb. düzenleme ve vaatler öncelikle, devleti yönetenlerin Kürt direnişini salt askeri-hukuksal-siyasi baskı mekanizmalarıyla bitiremeyeceklerinin kabulü anlamına geliyor. Şimdi bu baskı mekanizmalarının sürdürülmesinin yanı sıra bazı şekilsel düzenlemelerle Kürt Özgürlük Hareketi tecrit edilmeye çalışılıyor. Tıpkı Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’in bir resmi “TKP” kurdurmasını anımsatırcasına bir anda resmi bir Kürtçe TV kanalına sahip olduk. Ne de olsa tek parti döneminin Ankara Valisi Tandoğan dememiş miydi; “Bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz, size ne oluyor”. AKP’de geleneksel devlet refleksiyle davranarak “Kürt sorunu çözülecekse onu da biz çözeriz Kürtlere ne oluyor” demeye getiriyor. Kürt sorununun PKK’siz, hatta Kürt’süz çözümü gibi Türk devlet geleneğine çok yakışacak bir adım atıyor AKP hükümeti.
Hükümetin tüm açılımları genel olarak bu niteliği taşıyor. Örneğin Alevi sorununda, hem demokratik Alevi hareketinin (Alevi Bektaşi Federasyonu ve çeperindeki örgütlenmeler) yıllardır sürdürdüğü mücadelenin (en son 9 Kasım 2009 Ankara mitingi ile zirve noktasına çıkmıştır) hem de AB’ye üyelik süreci gibi uluslararası faktörlerin etkisiyle Türk devletinin bazı düzenlemeler yapması artık kaçınılmazdı. Ama hükümet, gelecekte bu konuda yapılacak resmi düzenlemelerle ilgili olarak demokratik Alevi hareketini hiç muhatap almadan, sadece devletçi-milliyetçi çizgisi kesinleşmiş Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan ya da Ehli Beyt Vakfı başkanı Fermani Altun gibi isimlerle görüşmeler yapıyor. Yani AKP hükümeti, Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle sorunları “ayağa düşürmeden”, sorunun muhataplarını gerçek bir özne olarak kabul etmeden “halletmek” istiyor. Tüccar el çabukluğu ile kadim devlet geleneğimizin mükemmel bir sentezi duruyor önümüzde!
Aynı yaklaşımı Ermenistan’la ilişkilerin geliştirilmesi sürecinde de izleyebiliriz. Abdullah Gül’ün Ermenistan Cumhurbaşkanı ile Erivan’da maç izlemesi gibi sembolik adımlarla birlikte resmi görüşmelerin başlatılması söz konusuyken, aydınlar devletten bağımsız masum bir “özür kampanyası” başlattığında hükümetin hedefi haline geldiler. Size de ne oluyor, Ermeni sorununu “çözmek” gerekiyorsa, onu da devlet büyüklerimiz yapar?! AKP’nin demokrasi “getirmesi” bir şartla bağlı onu kimse istememeli?!
Yukarıdan, devletin bekası kaygısıyla gerçekleştirilen düzenlemeleri kimse bize ilerici reformlar ya da demokratikleşme diye yutturamaz. Ezilenler, sistemin mağdurları örgütlenip tok bir sesle haklarını talep ettiklerinde provokatör ya da bozguncu damgası yiyorlar. AKP hükümetine göre ezilenler devlet babanın verdiği lütuflarla yetinerek sessizce beklemeye devam etmeliler. Kendi inisiyatifinizle taleplerinizi istemeye mi kalkıştınız, o zaman “çocuk kadın dinlemeden” gereği yapılacaktır.
Dolayısıyla AKP eliyle yapılan açılımlar, Türkiye’de liberal anlamda dahi demokrasiyi geliştiren uygulamalar değil, özünde “devleti genişleten” hamlelerdir. Devletin topluma daha iyi nüfuz etmesi ve istikrarın sağlanması, otoriter nizamın yeniden üretilmesi ve bu arda tüm gerçek muhalefet odaklarının tecrit edilerek yok edilmesi hedeflenmektedir.
Türk devleti aslında değişmemek için “değişiyor”. Yani siyasal iktidar yapısında ve toplumsal düzende köklü ve gerçek bir dönüşüme engel olmak için taviz niteliğinde kısmi değişiklikler yapıyor.
Ne yapmalı?
Bu süreçte açılımların gerçek niteliğini deşifre etmek önemlidir. Ama sol bir politika asçısından “teşhir” asla yeterli görülemez. Sol’un bu süreci kollarını göğsünde bağlayıp bilgiççe yorumlar yaparak geçirme lüksü yoktur. Politik sürece, sözde açılımları gerçek demokratik kazanımlara dönüştürme yönünde müdahil olmalıyız. AKP’nin siyasi liberal söylemi kendisini de vuracak bir silaha dönüşebilir. Tıpkı Türkiye Solu’nun ve Kürt Hareketi’nin Ergenekon davasına müdahil olarak, onu zorlaması, bu yolla en azından AKP’nin maskesini düşürmesi gerektiği gibi; açılımlar konusunda da tavrımız onun sınırlarını zorlayarak özgürlükler alanını genişletmeye çalışmak olmalı. Bu tutum hiçbir işe yaramazsa bile düzenlemelerin kof niteliğini ve iktidar sahiplerinin ikiyüzlülüklerini açığa çıkaracaktır.
Bu konuda, Kürt hareketinin en doğru refleksleri gösterdiğini belirtmeliyiz. Ergenekon davası sürerken Cumartesi Annelerinin yeniden eylemlerine başlaması, Ahmet Türk’ün Meclis’te Kürtçe konuşması, Dersim isminin geri istenmesi gibi adımlar taşı gediğine oturtan, sürece uygun politik taktiklerdir.
AKP hükümetinin el çabukluğu ile yukardan aşağıya başlatmak istediği sözde reformlar, halk güçleri açısından politik fırsatlar da yaratacaktır. Kürt ve Alevi hareketleri ve tüm demokratik, sol güçler bu sürece birleşik ve etkin bir müdahale gerçekleştirebilirlerse düzenin açılımlarını zorlayarak demokratik kazanımlar elde edebilirler. Politika yaparken daha cesur, esnek ve birleştirici olmak kaydıyla…
(Kaynak: Yol Dergisi)