20. yüzyılın son yılları demokratik olmadan sosyalizmin yaşayamayacağını göstermişti. 21. yüzyılın ilk çeyreği ise sosyalizm olmadan demokrasinin yaşayamayacağını gösterecek gelişmelere gebe. Neo-liberal yağmanın sınırına ulaştığımız şu günlerde, dünya giderek daha da harlanan bir alevle kavruluyor. 2017 bu harlanmanın her açıdan artacağı, tüm ezberlerin büyük oranda bozulacağı, katı olan her şeyin buharlaşması ihtimalinin giderek arttığı bir yıl olacak. Tabloda solun etkisizliği ise yaşanan krizi, bir insanlık krizi haline getiriyor. Kapitalizmin halklar, işçiler üzerine yarattığı büyük yıkımın ortaya çıkardığı öfke sermaye kanatlarının, milliyetçi diktatörlerin birbiriyle hesaplaşması mücadelesine eklemlenmeye çalışıldıkça kriz daha da derinleşecek, işler daha da çığırından çıkacak. Neo-liberal kapitalizmin 45 yılda kan ve yıkım eşliğinde yarattığı büyük gelir dağılımı dengesizliği bugün içine girilen türbülansı yarattı. Son 10 yılda kapitalizmin buna kendi içinden yarattığı çözümler ile aşamayacağı 2016’da yaşanan gelişmeler ile ortaya çıktı. Yakında başlayacak zenginler zirvesi Davos’ta bile muhtemelen neo-liberalizmi yerden yere varacaklar. Bu ortaya çıkan tahribatın aşılması için omurgası sosyalizme dayalı bir halk hareketinin düzeltme yapması dışındaki seçeneklerin hiçbirisi şu anda umut vermiyor.
Geçen hafta kaybettiğimiz Zygmant Bauman’ın dediği gibi “Kısa vadede karamsar olabiliriz ama uzun vadede umutlu olmak için çok sebep var.”
Sosyalizmin varlık ve desteğiyle kurulması mümkün Türkiye Cumhuriyeti’nin sol düşmanlığı ve emperyalist bağımlılık ile özenle yetiştirip büyüttüğü İslamcı hareketin elinde, kedinin fareyle oynadığı gibi adım adım tüketildiğini de görüyoruz şu günlerde. Cumhuriyet milliyetçi ve anti-komünist bir proje olmaktan kurtulamadığı için, “1000 yıl sürecek” denilen 28 Şubat’tan tam 20 yıl sonra musalla taşına yatırılmış durumda. CHP, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırılmasına destek verdiğinde aslında Cumhuriyet’in de köküne kibrit suyu döktüğünü anlamalı, ama anlamaz. Milliyetçilik öyle bir hastalıklı akıl tutulması olarak toplumu esir almış ki Boşnak kökenli bir MHP milletvekilinin “Biz Yugoslavya demeyi bırakıp Sırp, Hırvat, Boşnak dedikten sonra ülke bölündü” demesi sanal medyada beğenme ayinlerini tetikleyebiliyor, oysa bu parti Türk değil Türkiyeli denmesini bile bir tür vatan hainliği sayıyor, adamın verdiği örnek aslında bizi doğruluyor ama anlayan nerede?
Fırtınalar her gün şiddetlenirken iki taraflı yürütülmesi gereken bir mücadele görev ile karşı karşıyayız. Birinci paragrafta bahsedilen uzun vadeli görevi başarabilecek, kapitalizm sonrasını düşleyecek tartışacak, planlayacak, toplumun önüne ikna edici, uygulanabilir bir sosyalizm seçeneğini yaratmak. Bu noktada kendimizi güncel görevlerin ağırlığı altında ezilmiş hissetmeden, Ernst Bloch’un Umut İlkesi’nde bahsettiği tarzda bir ütopya oluşturmak, kapitalizmin aşılması ile mümkün olabilecekleri insanların gözünde somutlayabilecek bir proje yaratmak. Sağ popülizmin yoksullar üzerinde kurduğu hegemonyayı kırmak için, kapitalizmin çökmekte olan merkezlerinin karşısına sosyalizmi çıkarmak. Bunu yaparken diğer sol gruplarla da birlikte tartışmak, üretmek.
İkincisi ise kısa vadeli görevimiz, ilk görevi şevkle yürütebilmek için ikinci görevde yol alabilmek muazzam önemde. Saray’ın Anayasa dayatmasına karşı en güçlü hayır sesini, en geniş kesimlerle birlikte çıkarabilmek, bunun için Meclis sürecinin sonlanmasını beklemeye bile gerek yok. Sokaklarda, otobüslerde, kapılarda, pencerelerde ne kadar çok hayır yazabilsek o kadar iyi. Bunu engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklarını çok iyi biliyoruz. En sıra dışı baskı koşullarında bile hayır demenin bir yolunu bulabilmek olağanüstü önemli. Hiçbir durumda gafil avlanmadan, A, B, C ve hatta D planlarına sahip olarak, en geleneksel yolları kullanarak, evlerde insanlarla konuşarak hayır diyebilmek. Bunu güçlü bir biçimde yapabilirsek referandumdan ne çıkacağı da önemli değil, kazanmaya bir adım daha yaklaşırız.
Bizim umudumuz yarın karanlığın bir anda aydınlanacak olmasından kaynaklanmıyor. Bir sosyalist sınıf mücadelesinin ne kadar uzun soluklu bir iş olduğunu, sınıflı toplumun on bin yıllık bir mesele olduğunu bilir. Bizim umudumuz doğru tarafta olduğumuzu bilmemizden kaynaklanır, içinde bulunduğumuz koşulların müsait olmasından değil. Hırsızların, diktatörlerin, tecavüzcülerin tarafında olamamaktan kaynaklanır bizim umudumuz. Tarih boyunca direnenler, hemen yarın kazanabileceklerini düşündüklerinden değil, başka türlü yapamadıklarından, zulme yancı olamadıklarından direnmeyi seçmişlerdir. Direnen, ortaya çıkan politik sonuç ne olursa olsun kazanan taraf olacağını hissettiği için direnir. Öbür türlüsü zaten “kazanan partiye vereyim de oyum boşa gitmesin” köylü kurnazlığına denk düşer.
Kıvılcımlı’nın dediği gibi “Ayağımıza pranga takarlarsa, duruşumuz, oturuşumuz, hatta giyinişimizle, öldürülürsek gebermemizle, gömülsek mezarımızla, yakılarak dumanımız havaya savrulsa heyulamızla, hatıramızla…” direnmek…
Bitirirken, geçen gün HDP Anayasa oylamasında oy kullanmayacağız dediğinde utanmadan, sıkılmadan, yaşanan onca acıya sırtını dönüp HDP-AKP diye goygoylanan internet solcularına bakıp insanın midesi bulanıyor diye bir not düşmekte bir fayda var. AKP bu zavallılara minnettardır.
“Kıvılcımlı Kitabı” çıktı, alalım, sahip çıkalım. En yapayalnız günlerde dimdik ayakta kalmayı başarmış Kıvılcımlı’dan böylesi dönemlerde tüm insanlığın öğreneceği çok şey var.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]