Üç Parçalı Toplumdan Ne Çıkar?
M. Sinan MERT
15 Eylül 2010
Referandum yapıldı, sonuçlar belli. AKP güven tazeledi, BDP gücünü gösterdi, CHP hayal kırıklığı yarattı, MHP kalelerinde yenilgi yaşadı.
Toplumun yaşadığı bölünme bir kez daha görünür bir biçimde ortaya çıktı. Fakat bu bölünmenin nasıl analiz edilebileceği bir meseledir. Toplumun görece kalburüstü kesimlerinin yığıldığı bölgeler HAYIRcı, çevre unsurların yaşadığı bölgeler ise EVET taraftarı. Kürtlerin bu bölünmedeki kendine özgü pozisyonları hariç tutulursa ortaya çıkan görüntü büyük oranda kültürel bir bölünme görünümünde. Türkiye’ye kapitalizmin ilk girdiği bölgelerde HAYIRın kırmızısı hâkimken uzun yıllar, hatta 80’lere kadar kapitalizmle ancak kısmen entegre olan coğrafyalarda hızlı bir değişim talebi ve EVET. AKP’nin iktidarı altındaki yıllar, bu ayrışmayı daha da belirgin hale getiriyor ve neredeyse kemikleştiriyor. EVETçi ve HAYIRcı cepheler kendi içlerinde neredeyse tüm sınıflardan ve ideolojilerden bileşenlere sahip. Siyasetin böylesi bir zemine oturması birçok meselenin doğal akış dengesini bozuyor. Türkiye tarihinin en kapsamlı alt sınıflar karşıtı dönüşümünü hayata geçiren, ortaya çıkan olumsuzlukları sadakacılık ile tolere etmeye çalışan bir partiye sınıfsal bir öfkenin yönelememesi büyük oranda bu hâkim kamplaşmanın karakterinden kaynaklanıyor. TEKEL direnişi dizilişi kısmen değiştirme potansiyeline sahipti ama onun da nefesi yetemedi. Sanki 31 Mart vakası günlerindeki toplumsal kamplaşmanın hayaleti hala ortalıkta. Pazartesi gecesi yapılan bir tartışma toplantısında Cumhuriyet gazetesi yazarının, EVETlerin çokluğunu toplumun eğitimsizliğine bağlaması trajikomiktir. Böylesi çocukça düşünme biçimlerinin hala bu kadar rahat telaffuz edilebiliyor olması aslında eğitimli cehaleti sorununun ne kadar ağır yaşandığının bir göstergesi. Sosyolojik gerçeklerin zihinsel durumlarla izah edilmeye çalışılması aslında Kemalizmin alameti farikalarından biridir. Artık insanların büyük kısmı böylesi değerlendirmelere gülüyor ya da öfke duyuyor. AKP ekonomi politikalarında takındığı yoksul ve emekçi düşmanı rolü, toplumun şimdiye kadar merkez dışında kalmış kesimlerinin “adam yerine konma” dertleri ile eklemlenerek çok başarılı bir biçimde sürdürebiliyor.
Solumuzun tutturamadığı denge burada ortaya çıkıyor. Özgürlük ve eşitlik kavgası, birbirlerini dışlamayacak bir biçimde sürdürülemiyor. Eşitlik meselesine bakıp özgürlük taleplerini görmezden gelen HAYIRcı sola karşılık AKP’nin sermaye sevdalısı yüzünü kesinlikle görmezden gelen bir EVETçi sol. BOYKOT tavrı bu açıdan farklı bir duruş noktası sağlayabilmesi açısından bize büyük bir olanak sağladı. SOLun bu topraklarda bir geleceği olacaksa eğer mutlaka bu eşitlik ve özgürlük dengesini çok iyi tutturabilmesi lazım. BOYKOT tavrının sonuçta Kürtler üzerinden özgürlük yönü görünür hale geldi. Kürtlerin BOYKOTunun dayanak noktası da demokratik özerklik ve yeni anayasa talepleri oldu. Bizlerde bu işin eşitlik kavgası ayağını, özgürlük taleplerini dışlamadan ancak eşitlik kavgasını en az özgürlük arayışları kadar görünür kılacak bir sonuç çıkaracak şekilde ortaya koymalıyız. Bu ayak inşa edilebilirse ancak 3. Cephe bir gerçeklik haline gelebilir. Yoksa BOYKOT cephesindeki dengesizlik devam ede geldiği sürece bu bileşimin Batı’da karşılık bulması mümkün değildir.
SOL, referandum sürecindeki pozisyon almalarının muhasebesini doğru yaparak bu tabloda kendisini nasıl büyütebileceği, nasıl daha görünür kılabileceği ve nasıl bir gerçekçi seçenek hale getirebileceğinin yollarını aramaya devam etmelidir. Aman bu önümüzdeki süreçte de Başkanlık sistemi, yürütmenin güçlenmesi vs. gibi tavşan kaç tazı tut tartışmalarının içinde gereksiz saflaşmalarla zaman kaybetmeyelim. AKP’yi ancak gerçek bir yoksul-emekçi öfkesinin hırpalayabileceğini, solun bunun dışındaki düzen içi gerilimlere yaslanarak kendini yeniden üretemeyeceğini en iyi bu referandum gösterdi. Kolay bir çözümü olmayan bir denklem karşısındayız.