Süreç, Taraflar ve İmkanlar
M. Sinan MERT
8 Nisan 2013
AKP’nin süreci neden başlatmak zorunda kaldığını biliyoruz. Kürt halkının direnişi ve Ortadoğu süreci, özellikle Suriye’nin kilitlenmesi temel noktalar.
Kürt hareketi de bölgesel anlamda ciddi basınç altında kalmış olabilir.
Son kertede biz, müzakere sürecinin başlamış olmasına karşı bir tutum almıyoruz. Uzun süredir pata yaşayan bir çatışma, birbirlerinin bileklerini tam anlamıyla bükemeyen güçler söz konusu. AKP, Kürt hareketini yenemediği için onunla müzakere yapmak zorunda kaldı. Kürt hareketi zaten en azından 1993’ten beri müzakereyi talep ediyordu. Dolayısıyla Kürt hareketinin müzakerenin başlamasını bir zafer olarak algılaması anlaşılırdır.
Sürece karşı gelişen iki çarpık tutum var. Birincisi “yetmez ama evet” tandanslı liberal çevreler süreç ile ilgili realist tüm değerlendirmeleri, dostça eleştirileri bile şiddetle eleştiriyorlar ve barış karşıtlığı ile suçluyorlar. Hatta sürecin önünde engel olarak algılıyorlar. Barış sürecinin başlamasını ve kanın durmasını kendi pozisyonlarının doğrulanması olarak görüyorlar. Süreç ilerledikçe ve lastik patlamaları yaşandıkça bu kesimin sesi daha az çıkacaktır.
Bir de referandumda hayır konumunda olan TKP başta olmak üzere ve hatta devrimci zeminde duran kimi yapıların da içinde bulunduğu, Kürt hareketini AKP’nin işbirlikçisi olarak göstermeye çalışan bir çevre var ki bunların tutumu da yeni değildir. Bunlar için Kürtlerin işbirliği yapacak bir mihrakı her mekânda ve zamanda zaten bulunmaktadır. TKP, çatışmaların en yoğun yaşandığı zamanda “Ülkeyi ABD’ye böldürtmeyeceğiz” diye pankart asan bir örgüttür. Yürüyüş dergisinde yapılan değerlendirmeler ise aklı isyan ettirecek seviyededir. Bu kesimler sosyal şoven bir ruh halini çeşitli yoğunluklarda yansıtmaktadırlar.
Ulusalcı kanadın ise sinirden ağzı köpürmektedir. Koca koca paşaları Silivri’ye tıkılmışken Kürt halkı bir seviyede AKP’nin burnunu sürtmüştür. Bu ne yaman çelişkidir?
Biz bunların dışında bir hatta olmalıyız. Kürt hareketinde süreç ilerledikçe çok daha sağlıklı değerlendirmeler yapılıyor. Fakat hala hareketin çeşitli bloklarının birbirini uyarmasına yol açacak faz farkları ortaya çıkabilmektedir. Bu tarz eksik tutumların da kötü niyetten kaynaklanmadığı açıktır. HDK kurulurken liberallerden duyulan beklenti ne kadar eksikliydiyse ve süreç içerisinde eleştirilerin de katkısıyla daha sağlıklı bir noktaya gelindiyse, müzakere-mücadele sürecinin yürütülmesinin oturması bir süre alacaktır. Müzakere-mücadele dengesinin kurulması önemlidir. Erdoğan bu konuda yoğun bir psikolojik hareket yaratarak kendisine eleştirel davranan isimleri veto ediyor, böylece tutumlar üzerinde belirleyici olmaya çalışıyor. Fakat en son süreçte Meclis’in devreye sokulması noktasında bir kararlılık sergilenmesi moral verici olmuştur.
Müzakere yürütürken hiçbir taraf kendi pozisyonunu % 100 karşıdakine benimsetmeyi umamaz. Kürt hareketi de müzakere sürecinde bir öncelik sıralaması yapacak ve ona göre davranacaktır. Hangi konularda ısrarcı olacağı ve hangi konularda taviz verebileceği kendi bileceği iştir. Fakat bu sıralamanın nasıl yapılacağı Kürt hareketinin Türkiye devrim-demokrasi güçleriyle, ittifaklarıyla ilişkilerini doğal olarak etkileyecektir.
Kürt hareketi büyük oranda kendi yolunu kendi açtı ve Türkiye devrimci sosyalist güçlerine de nefes alabileceği alanlar yarattı. Bugün gelinen noktada iki gücün etkileşimi yine belirleyici önemdedir.
Devrimci hareket bu süreçte Kürt halkının elini güçlendirecek bir tarzda tutum almalıdır. Sosyal şoven bloğun güçlenmesi ve etki alanı yaratması engellenmelidir. Kürt hareketinin eli ne kadar güçlenirse, ne kadar hegemonik bir tutum alabilirse müzakere masasında o kadar kararlı olabilecektir. Yalnızlaşan bir Kürt hareketi ister istemez düzene daha büyük tavizler vermek zorunda kalabilir.
Devrimci hareketin omuz verme noktasında etkin bir tutum alabilmesi ise Kürt hareketinden “göreli özerkliğini” koruyabilmesine bağlıdır. Bu özerk davranabilme yeteneği ise aynen HDK içinde geliştirdiğimiz tutumda olduğu gibi gerektiğinde dostça eleştirileri şümullü bir şekilde yapabilmekten geçer.
Şu anda görülen iki kritik nokta var: Bir Anayasa tartışmalarında Kürt hareketinin alacağı tutum. Başkanlık meselesi ne denirse densin önemli bir meseledir. Kürt hareketi bu konuda AKP’ye destek vererek diğer alanlarda azamiyi almaya kalkarsa Türkiye’deki ittifak güçleriyle arayı ciddi anlamda açabilir. Bu süreç tamamlanmış ve Kürtler ile AKP arasında Anayasa uzlaşması sağlanmış gibi bir hava yaratmak ne kadar sosyal şoven bir tutumsa bu mesele ile ilgili hiçbir sıkıntı yokmuş gibi davranmak da o kadar yanlıştır.
İkinci mesele ise müzakere süreci ile birlikte Kürt hareketinin bölgede makas değiştirip değiştirmeyeceğidir. Yani geçen yazın aksine İran-Suriye-Hizbullah çizgisine karşı harekete geçip geçmeyeceğidir. Esad rejiminin Kürtlere reva gördüğü muamele ortadadır, Kürtlerin bütün diktatörlere direnme hakkı mutlaka ki vardır fakat gelinen bu noktada ortaya çıkabilecek bir makas değişikliği de anlatılması zor etkiler yaratacaktır. 7 Nisan’da Gündem’in manşeti “Esad Kürtleri Bombalıyor-Kimyasal kullandı” şeklindedir. 2 yıllık iç savaşın bu noktasında bu noktaya nasıl gelindiği zaman içerisinde ortaya çıkacaktır.
Sonuç olarak siyasetin her açıdan çok hızlanacağı bir döneme giriyoruz. Geçen yıl yapılan politik değerlendirmelerde 2013 yılının son derece önemli altüst oluşlara gebe olduğunun altını çiziyorduk. Yıla fırtına gibi politik gelişmelerle başladık. Böylesi süreçlerde kazanma da kaybetme de büyük olur. Dolayısıyla süreçleri yakından takip etmek, aktif bir özne olarak tutum almak ve dostlarımızla dayanışmayı, birlikte mücadeleyi ve çok yönlü diyalogu yükseltmek görevlerinin hakkını vermek zorundayız. Faşist ve ulusalcı kesimlerin olası provokasyonlarına karşı da azami seviyede uyanık olmak gerekmektedir.