Ah Mehmet, büyük suç senin yoldaşım. ‘Bilirkişiler’ senin kusurlu olduğun kanaatine vardı. Ne haddine halk ile yollara düşmek? Ne haddine direnmek en ön safhalarda… Yol kesmek de neyin nesi? Bırak devam etsin arabalar, bırak aksın hayat. Üç beş ağaç için değer mi?
Değer Mehmet! Değer elbet!
Sen de değer dedin attın kendini sokağa. Sonuçta hepimiz Mehmet, hepimiz Ayşe… Biriz elbet! Boğazımızı sıkan aynı diktatörün elleri… Senin gibi, Ahmet gibi, Ali gibi, on binler, milyonlar gibi biz de düştük sokaklara Mehmet! Unutmak ne mümkün durduramadıkları halkın o coşkun akan selini… Kusurlu saydılar seni Mehmet! Ölen sensin, kusur senin kardeşim. Öyle ucuz mu canın?
Değil Mehmet! Değil Elbet!
Hiç değersiz olur mu? Diktatörü titreten o isyanın hiç bir öznesinin canı ucuz değil. Ve ağacın, güvercinin, martının, kedinin, köpeğin… Ucuz değil hiçbir can.
Ama ucuz bellediler! Ellerinizde devleşen taşlardan korktular. Korktukça can aldılar. Can aldıkça cani oldular. Kötülüğe alıştılar, kötülükle yaşamaya başladılar. Halklara kan kusturmaya devam ettiler Mehmet!
Biraz çaresiz gibi hissetsek de biliyoruz; gecenin en karanlık olduğu an, gün doğumunun hemen öncesindeki andır. Direnenler kazanacak Mehmet, binası büyük adaleti küçük bu saraylardan elbette zafer beklemiyoruz.
Bizim zaferimiz eşitliktir, kardeşliktir, özgürlüktür! Kusuru işaret edenler en büyük kusuru işleyenlerdir Mehmet. Onlar halkına ihanet edenlerdir. Sen halkının yanında durduğun için kusurlusun. Kusurumuz bu, başımız da dik olsun.
Cihana hükmeden saraylar kimsenin yüzüne bakmadığı müzelere döndüler. Ama halkların direniş öyküleri en canlı, en gerçek tarihtir. Sana sözümüz olsun, kıvılcım büyüyecek, alev alacak!