Sosyalistlerin Barışla İmtihanı
M. Sinan MERT
8 Haziran 2010
İç siyaset Kürt meselesi üzerinden yeniden kızıştı. Başbuğ’un BDP’yi hedef alan açıklamaları aslında AKP’yi köşeye sıkıştırmak, askeri çözüm dışındaki tüm seçenekleri bütünüyle devre dışı bırakmak amacıyla gerilimi yükseltmeyi hedeflemekte. AKP ise üzerindeki askeri vesayeti olabildiğince geriletmişken yeniden inisiyatif kaybetmek ve yeniden kurt kapanına sıkışmak istemiyor. Erdoğan milliyetçilik dilini her ne kadar zaman zaman öne çıkarsa da milliyetçi bir kabarmanın dönüp dolaşıp kendisini vuracağını iyi biliyor. İsrail meselesinde de işlerin istendiği gibi gitmemesi ve bunun ABD ile yeni gerilimlere yol açması AKP’nin manevra yeteneğini daha da sınırlıyor. Erdoğan İsrail ile yükselen gerilimin sorumluluğunu Davutoğlu’na yıkıp makas değiştirme yolları aramaya başlayabilir. Kürt meselesinde gerilimin yükselmesi ve Kandil’e dönük askeri operasyon baskısının artması ile eş zamanlı ABD ile gerilimin yükselmesi, AKP’nin yönetmekte oldukça zorlanacağı bir dönemin işaretçisi olarak görülebilir. MHP ve CHP hiç kuşku yok ki toplumda bir milliyetçi cinnet halinin yükselmesiyle AKP’nin iktidardan düşürülmesi arasında bağ kurmaktadırlar. Böylesi bir momentte Anayasa Mahkemesi de devreye girip, anayasa değişikliği tasarısının özü olan yargı ile ilgili değişiklikleri kadük hale getirirse işler iyice hareketli bir noktaya taşınır. Erken seçimin gündem haline gelmesi o zaman kaçınılmazlaşabilir. Fakat çatışmaların arttığı bir moment AKP’nin erken seçim için seçebileceği en kötü dönem olur.
Sosyalistler içinde Kürt sorununun gündeme damgasını vurduğu momentlerde sınıf siyaseti olanaklarının sınırlanmasından yola çıkarak yapılan eleştirel ve biraz da bıkkınlık içeren yorumlara alışığızdır. Kürt sorununun yükselmesi hem sol üzerindeki genel basıncı arttırmakta hem de artan milliyetçilik sınıfla bağlar kurulmasını zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla kimilerine göre Kürt sorunu, ülkede sınıf siyasetinin gelişemeyişinin en önemli sebebidir. Bu tespitte kısmen doğruluk payı bulunmaktadır. Gerçekten de toplumu sınıfsal kimlikler dışında bölen eksenlerin ağırlığının şiddetlenmesi ezilenlerin sınıfsal kimliklerini öne çıkarmalarını engelleyen etkiler yaratır. Tespit kısmen doğrudur fakat bu tespitten yola çıkarak geliştirilen politikalar oldukça yanlış olabilmektedir. Eski Milli Eğitim Bakanı’nın “Şu okullar olmasa Milli Eğitim’i ne de güzel idare ederdik” demesi gibi, sorununun ağırlığını görmezden gelmeye çalışmak, ulusalcılığa savrulmanın farklı bir tonu olabilir ancak.
Şurası çok açık. İçinde bulunduğumuz politik gerilim, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yaşanan büyük bir sorunun kaderinin belirleneceği şiddetli bir hesaplaşmadan kaynaklanmaktadır. Aslında sosyalistler olarak bizim kaderimiz de büyük oranda bu hesaplaşmanın sonuçlarına bağlıdır. Kürt halkının özgürleşme yolunda atabileceği her adım, milliyetçiliğin devre dışı kalması ve hak alabilme bilincinin gelişebilmesi açısından hayati sonuçlar yaratacaktır. Egemenlerin kafasında üç seçenek var. Bunlardan en zayıfı işlerin şimdiye kadar gittiği gibi devam etmesidir. Son 26 yıldır olduğu gibi, dur kalklarla devam eden bir gerilimi sürdürmek finans kapitalin Ortadoğu-Kafkas açılımları açısından devam ettirilemez gibi görünüyor. Atmaya çalıştıkları bütün büyük adımlar Kürt anaforunda boğulmaya mahkûm kalıyor. Dolayısıyla sorunu bir biçimde çözmek niyetindeler. Egemenlerin özlediği çözüm Kürt hareketinin ezilmesidir. Geçtiğimiz günlerde Fatih Altaylı bir TV tartışmasında ısrarla Sri Lanka’yı ve Tamil Kaplanları’nın uğratıldığı yenilgiyi gündeme getirmeye çalışıyordu. Barzani’den ve ABD’den istenen açıklıkta bir destek gelse devletin bu seçeneği zorlama girişimine yüklenme olasılığı iyice artardı. Fakat bu konjonktür ve uluslararası diziliş anılan seçeneği gün geçtikçe zayıflatmaktadır. Fakat egemenler bloğunda bu seçeneği gündem yapma derdinde olanların da azımsanmayacak kadar güçlü olduğunu unutmamak gerekir. Bu tercihin ancak bir iç savaşla birlikte yürüyebileceği açıktır. Dolayısıyla sonunun nereye varacağını kestirebilmek kimse açısından mümkün değildir. Tabii bu tercihin ilk ezeceği kesimlerin başında sosyalistlerin geleceğini unutmamak gerekmektedir. Üçüncü seçenek ise devletin PKK ile dolaylı bir biçimde anlaşmasıdır. Tüm yaşananlara rağmen bu yolun tamamen kapalı olmadığı görülüyor. Zaten Kürt hareketinin beklentisi de büyük oranda bu yöndedir.
Kürt halkının özgürleşmesi yolunda yapabileceğimiz en büyük katkı barış mücadelesinin geliştirilmesi ile olabilir. Bazı zorlama yorumlar “sosyalistler doğrudan barış talebine sahip çıkamazlar” noktasında takılıp kalmışlarsa bu yaşanan durumun ciddiyetini anlayamamaktan kaynaklı olabilir. Kendi dilini ve ruhunu yaratan bir barış hareketi hem solun sıkışık manevra alanını genişletir, hem büyük bir manevi hegemonya yaratır hem de sorunun sağlıklı çözüme en yakın biçimde evirilmesine katkı sunar. Egemenlerin savaş siyaseti Kürt sorununu toplum açısından bir nükleer bombaya çevirdi. Ezilenlerin barış siyaseti ise milliyetçilikle zehirlenmiş bir toplumu iyileştirebilir, umut üretebilir.
Barış hareketi yaşanan savaşın çözüm üretemeyeceğini, Kürt halkının gayet sadeleştirdiği taleplerinin toplumun tüm ezilen kesimleri için kabul edilebilir olduğunu ve savaşın en çok aşağıdakileri, ezilenleri, yoksulları, kadınları, gençleri mağdur ettiğini anlatabilir. Erdoğan’ın hokkabazlıkları anaların gözyaşlarını dindiremedi. Halkın yüreğine işlemeyi becerebilen kendisi de yürekli bir barış hareketi çok daha iyisini başarabilir. Bu ülkenin sosyalistleri olarak hayatın önümüze bu kadar açıklıkla koyduğu bir göreve yanıt üretemezsek bunu bedelini daha da küçülerek ve inandırıcılığımızı iyice kaybederek ödememiz kaçınılmazdır.