Komisyonda şaibeli bakanlar aklanırken Batman belediyesine baskın yapılıyor. Yaşadığımız günler ülkemizde siyasal İslam’ın gidişinde bir dönüm noktası olabilir. Hikâyesine bakınca bu daha iyi ortaya çıkmaktadır.
Siyasal İslam’ın bizdeki hikayesi çok eski olsa da, önemli bir siyasal aktör olarak sahnede yer alması çok gerilere gitmez. 1995 seçimlerinden Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi birinci parti olarak çıkınca hikâyenin en can alıcı bölümü de başlamış oluyordu.
Aslında siyasal İslam’ın büyümesinde 12 Eylül darbesinin önemli bir rolü vardır. Kenan Evren darbeden sonra yaptığı miting konuşmalarında Kur’an’dan az ayet okumamıştır. Hemen darbe sonrası Konya konuşması bu konuda ünlüdür. Böylece ordu, Kemalizm in “tek ulus” için artık yeterli ideolojik bir çimento olamadığını itiraf etmiş oluyordu. Yükselen devrimci mücadele ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin karşısına Kemalizm in yanında siyasal İslam’ı da çıkartmak için düzen, derin ve açık devletiyle büyük çaba gösterdi. O günlerden bugünkü tabloyu öngörmek elbette imkânsızdı.
ANAP liberal ve karmaşık yapısıyla siyasal İslam’ı yeterince kapsayamadı. Üstelik 1991 seçimlerinde Demirel’e karşı Özal, meydanlarda 12 Eylül’ün getirdiği siyaset yasaklarını savununca itibarı büyük yara aldı. Fakat 91 seçimlerinin galibi Demirel ve İnönü koalisyon kurup iktidar olduktan sonra, ordu vesayetinin çizdiği politika çemberinin dışına bir adım bile atmaya cesaret edemediler.
Bu noktada “batı klübü”nün iflas ettiğini büyük bir gürültüyle savunan Erbakan, Refah Partisini 1995 seçimlerinde birinci parti yaptı. Siyasal İslam’ın hikayesinde 1995 yılı önemlidir. Refah Partisi kendini diğer partilerden -ANAP, SHP, DYP, MHP- çarpıcı bir şekilde ayırmayı başarmıştır. Ancak bu yıllar, ordu ve derin devletin Kürt Özgürlük Hareketine karşı topyekûn savaş yürüttüğü dönemdir. Ünlü “Susurluk kazası” Refah Partisi iktidardayken gerçekleşti, başbakan Erbakan konuyu “faso-fiso” olarak küçümsedi ve hasıraltı etti. Bunun ödülü, Refah Partisi iktidarının ömrünün uzaması değil, tam tersine ünlü 28 Şubat 1997 “post modern darbesiyle” yüz yüze gelmek oldu. Çok geçmeden koalisyon bozuldu ve 1998’de Refah Partisi kapatıldı.
Bu noktada siyasal İslam bir kimlik kırılmasına uğramıştır. AKP’liler “milli görüş” gömleğini çıkararak yola devam ettiler. Fakat ardından gelen başarının tek nedeni bu kimlik kırılması değildir. AKP iktidara tırmanırken iki büyük şans yakaladı. 1999’da Öcalan’ın yakalanmasıyla PKK’nin strateji değişikliğine gitmesi ve Kürt savaşının durması; 2001’de yaşanan krizin tüm yıkımının üçlü koalisyona kalmış olması AKP için büyük şanstı. Böylece ekonomi Kemal Derviş’in eliyle uluslararası neoliberal akıma bağlanmıştır. Özetle hem siyasi olarak hem de ekonomik olarak iyi bir arazi temizliği yaşanmış, adeta AKP için yol hazırlanmıştır.
Özellikle Kürt Özgürlük Savaşı nedeniyle çok yıpranan vesayet düzeni ve onun çemberindeki partilere sivri köşeleri törpülenmiş siyasal İslam’ın darbeler indirmesi zor olmadı. Ergenekon davalarıyla vesayet düzeni ile hesaplaşırken siyasal İslam, kendi kimliğini neredeyse sadece “türban”la sınırladı. Kimliği türbanla sınırlanmış siyasal İslam, en son gösterişli adımını 12 Eylül 2010 referandumu ile attı. Bu referandumla Eylül darbesinin anayasası kısmi değişikliğe uğruyordu. Hiçbir pratik sonucu olmayan bu referandum sayesinde siyasal İslam büyük bir demokrasi şovu yaptı.
Bu şov siyasal İslam’ın kimlik sorununda başka bir dönüm noktası oldu. 1998’te uğradığı kimlik kırılmasını 2011’le birlikte telafi etme yoluna çıktı. Vesayet düzeni aşılmış, Kürt sorunu çözüm süreciyle “çatışmasız” bir döneme girmişti.
Siyasal İslam’ı kimlik kırılmasına uğratan koşullar ortadan kalkınca AKP, eski kimliğine dönmeye başladı. Ancak tam bu süreç yaşanırken bir felaketle sarsıldı. Yolsuzluk kasetleriyle siyasal İslam başka bir döneme girdi. Kimlik kırılmasını onarmaya çalışırken, tam bir cadı kazanına dönüştü. Tarihin iki binli yılların başında yaptığı cömertlik, on beş yıl sonra bir felakete dönüştü. Siyasal İslam düzene tam kendi değerlerini daha açık ve yaygın bir biçimde yerleştirme yoluna çıkmışken, yeni kimliğine artık yolsuzluk ve entrika damga vurmuştur.
1995 yılından başlarsak, yirmi yıllık zaman aralığında siyasal İslam, “milli görüş”ten yolsuzluk ve entrikaya evrimleşmiştir. Yozlaşma ve bozulma sadece bu kadarla da kalmıyor. Bir araştırmaya göre “2013 yılında 6,7 milyon hane, yani 23,6 milyon kişi sosyal yardımla” yaşamıştır. (Milliyet, G.Uras, 4.1.2015) Bu durumu siyasal İslam’ın diline tercüme edersek 23.6 milyon kişi sadakayla yaşamaktadır.
Siyasal İslam’ın 1998 yılında kaybedip, 2014’de yeniden kazandığı kimliği budur. Bir yanda saraylar, rant vurgunları, öte yanda entrikanın ve “kumpas”ın alası; yoksul milyonlara ise sadaka dağıtımı, 2015 seçimlerine giderken siyasal İslam’ın kimlik karnesinde bunlar vardır.
Vesayet düzeninin, derin devlet cinayetlerinin yarım yüzyıla yakın kirlettiği, korkuttuğu toplum, son yirmi yıldır bu kez de siyasal İslam’ın yolsuzlukları, entrikaları, dinlenme paranoyası ve sadakalarıyla zehirlenip, sindirilmiştir. Fakat bir uçtan bir diğer uca bu savrulma aynı zamanda gelecekte yaşanacak köklü siyasal kırılmaların zeminini hazırlıyor.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]