2015 seçimleri ile ilgili tartışmalar giderek yoğunlaşıyor.
HDP’nin seçimlere parti olarak katılacağını kesin bir dille ifade ediyor olması tansiyonu yükseltecek önemli bir gelişme. Erdoğan’ın istediği anayasa değişikliklerini yapabilmesini engellemenin en güvenceli yolu HDP’yi parti olarak, seçim barajını aşan bir sonuçla Meclis’e taşımak olacaktır. Böylesi bir sonuç siyasetin tüm egemen parametrelerini altüst eder. HDP’nin Batı’da halk iktidarı seçeneğinin büyütülmesi için temel araç olduğu kabul edilir. Erdoğan’ın hukukileştiremediği başkanlık rejimi giderek daha da istikrarsızlaşır ve kırılganlaşır. Düzen partilerindeki erozyon daha da hızlanır.
Bunun riskli bir yol olacağı açıktır. Şu ana kadar düzene gerçekten köklü bir muhalefeti olan hiçbir siyasi güç bu barajı aşamadı. Barajın aşılamaması Meclis’i gerçek anlamda bir savaş meclisine dönüştürür, Erdoğan’ı da çok istediği Başkanlık Rejimi’ne kavuşturur. Böylesi bir tablonun devlet ile giderek örgütlenen ve bölgede inisiyatifini geliştiren Kürt halkı arasında gerçek bir kopuş anlamına geleceği de açıktır. Parlamento ile bağların kopuşu aslında Kürtlere demokratik özerkliklerini inşa edebilecekleri bir meşruiyet zemini sağlar, devletin de elinde bu seçeneği çok açık bir zor ile ezmeye kalkmak dışında aparatı kalmaz. Böylesi bir çatışma sürecinin yükselmesi ise HDP’nin Batı’daki karşılığını büyük oranda ortadan kaldırır.
Dolayısıyla böylesi bir kararın “normal” koşullarda alınması neredeyse bir tür “çılgınlık” olarak nitelenebilirdi. Fakat normal koşullarda olunmadığı açıktır. Sadece ülkemiz değil tüm dünyada büyük bir altüst oluş yaşanmaktadır. 2015 yılı bu altüst oluş içinde halkların iradesinin daha da belirgin bir biçimde ortaya çıkacağı bir yıl olacak. Yunanistan’da 25 Ocak seçimlerinde SYRIZA beklenen zaferini kazanırsa bu tüm dünyada zincirlerinden boşalan yeni bir iyimserlik dalgası yaratabilir. Tunus’ta başlayan Arap İsyanları’nın nasıl bir rüzgâr gibi tüm dünyayı etkilediğini unutmayalım. ABD hegemonyasının giderek çözülmeye yüz tuttuğu, kendini yeniden üretmekte çok zorlandığı, ulusal devletlerin ezberlerin bozulduğu bir momentte değişen konjonktürü okuyamayarak ciddi hatalar yaptığı, küresel krizin yeni dipleri aradığı bir dünyada bugün en önemli görev, arayış içindeki halkların önüne bir politik aracı ve programı hedef olarak koyabilmektir. Bu araç ve programın aldığı destek kritik bir eşiğin üzerine çıkana kadar zorlanmakta, fakat bu eşiği aştıktan sonra da geometrik olarak büyüyebilmektedir. 2015 yılı HDP için bu eşiğin aşılıp aşılamayacağının görüldüğü yıl olacak. 3 Ocak Van, 4 Ocak İstanbul Kongresi’nde ortaya çıkan kitlesellik ve coşku bu eşiği aşma güç ve iradesinin bulunduğunu gösteriyor. Böylesi bir tarihsel momentte HDP gibi bir olanağa sahip olduğumuz için çok şanslıyız.
Bu söylenen HDP içinde her şeyin güllük gülistanlık olduğu anlamına gelmiyor. Hala çok ciddi sıkıntılar var. Kürt Özgürlük Hareketi’nin tabanının önemli bir kısmı HDP’ye aslında bir tür direnç geliştiriyor ve onu BDP’leştirici yönde tavır alıyor. Üst düzey kadrolarda bu eğilimi gözlemlemesek de tabanda sosyalist kadrolarla bir tür tabiyet ilişkisi geliştirilmeye çalışılıyor. Sosyalist kadroların bu dayatmalar karşısında konformist bir tavır geliştirmemesi, kendi özgün varoluşlarını, kimliklerini ve mücadele programlarını mutlaka partiye yansıtması gerekiyor. Bu yapılmadığı zaman dominant karakter kendisini hiç dönüştürmeden yeniden üretir, ihtiyacımız olan sentez ortaya çıkamaz. Böylesi bir sentezin ortaya çıkabilmesi, sosyalistlerin sözünün ağırlığının oluşabilmesi için ise samimi bir emek ortaya konması, sorumluluk alınması, kader birliği yapıldığı hissinin karşı tarafa aktarılabilmesi bir zorunluluktur. Sürekli bir “bilen ve öğreten” ama “emek harcamayan, sorumluluk almayan, hızlıca küsen ve demoralize olan” karakteri, en az dominant karakterin kendini kabaca yeniden üretme çabası kadar kolektife zarar veriyor.
Burada bir kader birliği durumu vardır. Ya birlikte batacağız ya da birlikte çıkacağız. Bu ülkeyi yaşanılabilir bir noktada tutabilmenin yegâne koşulu bu kader birliğini hem Türkiye’de hem de Kürdistan’da bir seçenek haline getirebilmektir.
Siyasi seçeneği ortaya çıkarmanın bu kadar önemli bir politik görev olduğu bir momentte dönüp dönüp sokaklara referans vermek aslında bir tür kaçkıncılık gerekçesi haline dönüşüyor. Gezi’nin birikimi bu kafa ile heder edildi. CHP’ye bir alternatif oluşumunu engellemenin afili yolu Gezi’nin PODEMOS’unu yaratmaktan geri durmanın en meşru gerekçesi hep sokağa referans vermek oldu. Bir toplumsal muhalefet çizgisinin, devrimci halk iktidarı mücadelesinin sokakta olması sıra dışı bir durum değildir. Fakat çok büyük kalabalıkların düzen dışı arayışlara girdiği bir momentte insanlara sokak, forumlar dışında siyasi bir seçenek üretememek Gezi sonrasında hepimizin en büyük vebali oldu. Şimdi kimsenin bunu konuşmuyor olması da aslında arkada yatan büyük suçluluğun örtbas edilmesi olarak da okunabilir.
Foti Benlisoy dün bir yazı yazmış. Sosyalistleri büyük siyasi projeler kurmaktan vazgeçmeye, önce halk içinde taban örgütlerini bir ittifak halinde kurmak için kolları sıvamaya çağırıyor. “Dereleri birlikte geçemeden nehirlerde boğuluruz” demeye getiriyor. Sokağa, tabana, örgütlenmeye, halklaşmaya referans verdiği için ilerici bir yaklaşım olarak görülüyor fakat aslında güncel görevleri ıskaladığı, örneğin HDP’ye politik destek üretilmesini es geçtiği için apolitik bir yaklaşıma dönüşüyor. Foti Gezi sonrasında da hep bunları söylemişti ama Gezi tabanının önemli bir kısmının “tatava yapma bas geç”çilere dönüşmesini de çaresiz izlemek zorunda kalmak ile bu tutum arasında hiçbir bağ kuramadı.
Haziran da şimdi politik anlamda kafa karışıklığını “sokağa çıkma” referansı ile perdelemeye çalışıyor. Kendisini HDP’den farklılaştırmak için “İslamcı gericiliğe” karşı mücadeleyi ön plana çıkarıyor. AKP’nin yoksullar üzerinde kurduğu denetimin Erdoğan’a sağladığı politik desteği çözmeye dönük tek bir özgün yaklaşım olmadığı gibi tereddütlerini ifade edenleri de “AKP’nin İslamcı yönünü görmemekle” eleştirip susturmaya çalışıyorlar. HÜDA PAR’ın mağdur kahraman ilan edildiği, IŞİD ile bağların ayyuka çıktığı, Erdoğan’ın abuk subuk demeçlerinin cinnet günlerini çağrıştırdığı, 19. Milli Eğitim Şurası’nın karanlık hayallerin ortalığa saçılma arenası haline dönüştüğü bir coğrafyada İslamcı gündemden tedirgin olmayan bir Etyen Mahçupyan kaldı. Fakat bu İslamcı tehdit ile nasıl mücadele edileceği konusunda hala tartışmalıyız, Baykal’ın bıraktığı yerden alınacak bir militan laiklik çizgisi Erdoğan’ın iç savaş kurgularının bir aparatı haline hızla getirilebilir. Bu arada unutmadan ekleyelim, Barış Atay yalnız değildir!
Sonuç olarak HDP’yi güçlendirmek ve büyütmek zorundayız. Bu kadar kritik bir momentte işçiler, Kürtler, Aleviler ve sosyalistler arasında öncü bir siyasi odak inşa etme konusunda ortaklaşma sağlayabilmek dönemin en önemli politik görevidir. Hiçbir afili gerekçe kimseyi bu görevden kaçınmanın vebalinden kurtaramaz. Umarız Alper Taş bu birlikteliğin ortaya çıkmasında inisiyatif kullanarak tarihi bir rol oynamış olur.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]