Faşizmin bütün türevlerinin en önemli ortak yanının Marksizm karşıtlığı olması, faşizmin organik bir bütün olarak “millet”inin Marksizm’in “sınıf”ı tarafından çözülmek istenmesi ile doğrudan alakalıdır. Burjuvazinin en önemli ideolojik icadı olarak millet, aslında iç çelişkilerinden muzdarip bir toplumu bir dış tehdit karşısında birbirine sarılması gereken bir bütün olarak tanımlayarak faşizmin en önemli harcını oluşturur. 20. yüzyıl faşizmlerine yol veren en önemli gelişme, 2. Enternasyonal’in sınıftan ziyade millete öncelik vererek kendi hükümetlerinin savaş hükümetlerini desteklemiş olmasıdır. İtalyan faşizminin gelişiminde keskin-radikal Sorelci Marksizm’in ve anarko-sendikalistlerin çok önemli bir rolü olduğu bilinmektedir, bunlar da işçi sınıfının devrimciliğinden ümidi kesen, onun yerine ezilen milletleri yerleştiren sosyalizan yaklaşımlardan etkilenmişlerdir. 21. yüzyıl sağ popülizm ve faşizmlerinin zemini de büyük oranda sınıfçı bakış açısının güçlü bir siyasi temsil elde edememesi sayesinde güçlendi. Siyasal İslamcı Erdoğan ile finans kapital arasındaki çelişkili birliktelik de büyük oranda AKP’nin neoliberal popülizminin sınıf meselesini bir süreliğine “halletmesi” sayesinde ortaya çıkmıştı. Bugün de bir kez daha krizin maliyetlerinin öncelikle alt sınıflar tarafından üstlenilmesi projesi iktidar bloğunun selameti açısından hayati önemde görülüyor. Artışa geçen enflasyon, özellikle sanayi sektöründe işçilerin ücretlerinde gözlenen artışları tamamen eritmiş ve eksiye çevirmiş durumda.
“Sınıf”ın millet karşısında güçlenmesi, demokrasinin de mutlak anlamda gerek şartı. Sınıfçı bakış açısı, milliyetçi hegemonyayı sarsamadıkça egemen sınıfların toplumsal gücünün tavizler vermeye zorlandığı demokratik bir sürecin hayata geçebilmesi mümkün değil. Toplumun organik bir bütün oluşturduğu, tüm toplumsal kesimlerin “aynı gemide olduğu”, bunların ortak çıkarlarının da güçlü bir lider tarafından temsil edildiği, bu konsensüsü kabul etmeyenlerin de “muhalif” değil hain olarak görüldüğü, bu hainleri cezalandırma işleminin herhangi bir hukuk çerçevesine gerek duyulmaksızın kah devlet kah paramiliter güçler tarafından gerçekleştirildiği rejimleri rahatlıkla faşist olarak tanımlayabiliriz.
Saray rejimi kriz giderek daha da derinleşirken sınıfçı bir bakış açısının kendi aleyhine güçlenmesini sağlayabilecek gelişmeler karşısında oldukça hassas. Yeni havaalanı inşaatı adı verilen işçi cehennemindeki 1 günlük eylem karşısında sergilenen aşırı sertlik bu anlamda hiç de şaşırtıcı değil. Sanayi sitelerinde, fabrikalarda ve hatta plazalarda giderek artan bir tedirginlik ve öfke söz konusu, devlet zoru ve korkunun aşırı kullanımı söz konusu olmasa herhangi bir işçi eylemi ekseninde oluşabilecek bir sınıf dayanışması faşizmin tüm simlerini dökebilir. AKP, mazlum ve mağdur edebiyatı ile kendisine cephane kıldığı sınıfçı bakış açısının kendisine karşı dönmesine müsaade etmek istemiyor. Tekel, Seka, Soma gibi momentlerin kendisi açısında yönetilmesinin ne kadar zor olduğunu iyi hatırlıyor. Ancak ne kadar baskı yapılırsa yapılsın giderek kötüleşen yaşam koşulları işçileri çok daha büyük oranda sokaklara ve eylemlere doğru itecek.
İşte burada çok önemli bir soru ortaya çıkıyor. Bu büyük toplumsal kuşatmayı kıracak bir enerji olarak krizin sonuçlarına karşı emekçiler harekete geçmeye başlarken bu momentin geliştirilmesi, siyasi sonuçlar üretebilmesi için üzerine öncelikle görev düşen sosyalistler bu dönemin yüklerini omuzlamaya hazır mıdır? Sınıfçı bir bakış açısını, “yerli ve milli” adı verilen deli gömleğini yırtıp atmak için bir manivela haline getirebilecek yeteneklere sahip miyiz? Toplumun içindeki çatlakları, demokrasiyi kazanmak için görünür hale getirecek, bu çatlakların içerdiği sömürünün boyutlarını teşhir edecek, ezilen sınıfların çok çeşitli katmanlarını birbirinden haberdar olan ve güç alan bir sosyal doku haline getirebilecek enerjimiz var mı? “Haklı ama mağdur ve çaresiz” görüntüsünden kurtularak üzerine dalga dalga gelen saldırılara rağmen toplumla bağını kurabilen, zihinlerdeki ve ruhlardaki karartmayı boşa düşürebilen bir hattı inşa edebilecek miyiz? Seçim tartışmalarının dehlizlerinde yuvarlanan değil de seçimleri de sınıf karşıtlığını daha da görünür hale getirebilecek bir ortama çevirebilecek bir taktik ustalık sergileyebilecek miyiz?
Kimse faşizmi, bir fiske ile ortadan kaldırabileceğimiz mucize çıkışlar ve kırılmalar beklememelidir. Faşizme karşı mücadelede esas olan her ne pahasına olursa olsun ezilenlerle bağın kopmasının önlenmesidir. Ülkede ne yaşandığının farkında olamayan, bunu istese da başarabilme olanaklarından mahrum milyonlara temas etmek için gösterilecek muazzam bir ısrar faşizmin yenilmesinin biricik koşuludur. Yalan ve propaganda üzerine kurulu faşizmin kitle tahayyülü, ancak sosyalistlerin sınıf bakışı açısını kriz koşullarında yeniden diriltmesi ile aşılabilir. Bu anlamda mahalle girişine asılan her bir duvar gazetesinin; işçi servisinde, metrobüs çıkışında dağıtılan her bir bildirinin; işçi kahvelerinde, pazarlarda yapılan her bir ajitasyonun bu süreçte değeri de katkısı da büyük olacaktır.
Sınıf hareketinin güçlenmesinin zemini her zamankinden güçlüdür. Faşizmin istikrar kazanıp kazanamaması ise bu zeminin ne oranda ve hangi hızda güç kazanacağına bağlıdır.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari” align=”right” font_style=”italic” icon=”-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]