Sendika Yasası, ESK ve DİSK
Özgür MÜFTÜOĞLU
6 Haziran 2008
2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununda “AB ve ILO normları doğrultusunda sendikal özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak” amacıyla değişiklik getiren yasa teklifinin en önemli maddelerinden biri kuşkusuz toplu iş sözleşmesinde yetki tespitine ilişkin düzenlemedir. Türkiye’de seçim kanununda olduğu gibi toplu pazarlık sistemini düzenleyen yasalar içinde de en anti demokratik düzenleme yüzde 10 barajıdır. Bu baraj ile aynen siyasi partiler gibi sendikaların da sisteme bağımlı olmaları hedeflenmiş ve sermayeye, iktidara bağımlı olmayan, mücadeleci sendikacılığı benimseyen pek çok sendikanın örgütlenmesi ve faaliyetleri kısıtlanmıştır.
Bu nedenle “sendikal özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırmak” adına bu barajın kaldırılması son derece önemlidir ve savunulmalıdır. Elbette yerine getirilen düzenlemenin ne olduğunu görüldükten sonra…
2821 ve 2822’de değişiklik getiren yasa teklifinde yüzde 10 barajı kalkmıştır kalkmasına ama yerine “Ekonomik ve Sosyal Konseyde temsil edilen ve 80.000 üyesi bulunan bir konfederasyona üye olma” koşulu getirilmiştir. Öte yandan iş yeri düzeyinde halen geçerli olan yüzde 50+1 barajı da olduğu gibi korunmuştur.
Şimdi soru, yüzde 10 barajı yerine getirilen düzenlemenin ne sonuçlar doğuracağı ve gerçekten sendikal özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılmasına hizmet edip edemeyeceğidir. Her şeyden önce getirilen bu düzenleme ile herhangi bir konfederasyona üye olmayan bağımsız sendikaların toplu pazarlık olanağı kalmamıştır. Yani, tüm sendikalar konfederasyonlar altında toplanmaya mecbur bırakılmıştır. Sadece bu bile getirilen düzenlemenin özgürlük getirmek gibi bir derdi olmadığını göstermektedir.
Ancak, düzenlemenin mevcut yasanın daha gerisinde olduğunu gösteren esas kanıt; konfederasyonların Ekonomik ve Sosyal Konseye(ESK) katılmasını dayatmasıdır. Konuyu açabilmek için ESK konusunda kısaca bilgi vermek gerekir.
ESK, 1994 krizi ardından IMF ve Dünya Bankası ile ilişkilerin sıklaşıp, neo liberal politikaların uygulaması hızlandığında, başta emekçiler olmak üzere sermaye dışı toplu kesimlerinden gelecek tepkileri önlemek ve tüm bunları meşrulaştırmak üzere 1995 yılında kurulmuştur. ESK, başbakanın başkanlığında hükümet üyeleri ve bürokratlar ile sermaye temsilcileri ve işçi konfederasyonlarından oluşmaktadır. Türk İş, Hak İş ve DİSK’in yanı sıra T. Kamu Sen’de konsey üyesidir. 1995’ten bu yana emekçilerin haklarına karşı pek çok düzenleme ESK’da görüşülmüş ve sağlanan “uzlaşma”ya da dayanılarak yasalaşmıştır. Yani konfederasyonlar, ESK masasına oturarak meşrulaştırdıkları emek karşıtı neo liberal politikaların yaşama geçirilmesine büyük katkı sağlamışlardır.
DİSK, 2006 yılında ESK’nın demokratik bir işleyişe sahip olmadığı gerekçesiyle kuruldan çekilmiştir. En son Ocak ayında SSGSS üzerine yapılan ESK toplantısına da DİSK, “hükümetin politikalarını onaylama aracı ve göstermelik bir kurul” olduğunu gerekçe göstererek katılmamıştır.
ESK’nın işlevleri ortaya konduğunda anlaşılacağı gibi yüzde 10 barajı yerine getirilen düzenleme bırakın sendikal özgürlükleri sağlamayı, 12 Eylül darbecilerinin yasasından dahi daha kısıtlayıcıdır. Çünkü, bu yasa çıktığında konfederasyonların DİSK’in şimdi yaptığı gibi masadan kalkma özgürlüğü bile olmayacak, masayı reddeden konfederasyona üye sendikaların tümünün toplu pazarlık yetkisi düşecektir.
Sendikaları sisteme böylesine bağımlı hale getiren ve onun pisliklerini meşrulaştırmaya zorlayan bir düzenlemenin sonucunda sendikacılığın sermayenin ve iktidarın çıkarlarına hizmet etmekten başka hiçbir işlevi kalmayacaktır. Böyle bir ortamda emekçiler ve toplumun sendikalara yönelik güveninin tamamen yitirilmesi kaçınılmazdır.
Sendikal mücadeleyi böylesine derinden etkileyen bir yasa teklifi karşısında sendikaların sessizliğini anlamak mümkün değildir. Bu noktada, ESK’nın yapısına ve işleyişine karşı çıkan ve toplantıları boykot eden bir örgüt olarak DİSK’in tavrı son derece önemlidir. DİSK’ten bu süreçte beklenen, sendikal özgürlükler adına yasaya en güçlü biçimde karşı çıkması ve bu yönde bir mücadeleyi örgütlemesidir.
Ancak görünen odur ki DİSK yönetimi yasaya karşı çıkmak yerine daha çıkmamış yasanın öngördüğü biçimde ESK masasına tekrar oturmaya hazırlanmaktadır. Hem de Tuzla’daki iş cinayetlerini TOBB’un önleyeceği beklentisi ile… Hem de kendi üyesi olan LİMTER İŞ’in 16 Haziran’daki grev kararı toplumun geniş kesimlerinden destek gördüğü bir süreçte…
Bu koşullarda DİSK yönetimine sormak gerekir:
Bir süredir “hükümetin politikalarını onaylama aracı ve göstermelik bir kurul” olduğu gerekçesiyle boykot ettiğiniz ESK’nın bu yapısı değişmiş midir?
Türkiye’de sendikal özgürlüklerin olmamasının olumsuzluklarını en fazla yaşamış örgüt olarak sendikaları, sermayenin ve siyasi iktidarın güdümüne sokmayı amaçlayan bir yasaya karşı çıkmak için daha ne bekliyorsunuz?
(Kaynak: Evrensel Gazetesi)