DIŞ POLİTİKADA YENİ BİR “ÇUVALLAMA”
Mehmet YILMAZER
05 Eylül 2011
Türk devleti dış politikada her gün daha fazla sıkışıyor. İsrail’le ilişkilerin en alt düzeye indirilmesi iç kamuoyuna yeni bir “one minute” hadisesi gibi sunuldu. BM raporu Türkiye için tam bir hayal kırıklığı oldu. Hem raporun kendisi hem de basına sızdırılması hükümetin öfkesini iyice arttırdı. Türkiye, BM’in zirvelerinde hiçbir etki gücüne sahip olmadığını, bunun yanında İsrail lobisinin yeteneğini bir kez daha gördü.
Öte yandan, tam bu sırada füze kalkanının radar sisteminin yıl sonuna kadar Türkiye’ye yerleştirileceği açıklaması geldi. Lizbon’da alınan kararların uygulaması başlamış oldu. En basit açıklamasıyla Türkiye’den bilgi gidecek, füze sisteminin düğmesine başkaları basacak. Üstelik Türkiye, füze kalkanının “İran’a karşı olmadığını” metinlere geçirmekle kendini avuturken, çıplak gerçekliği örtmesi mümkün değildir. Bölge dengelerini biraz bilen herkes bu kalkanın pratik olarak İran’a karşı İsrail’i koruyacağını görebilir.
Türkiye, bir yandan İsrail’e karşı esip gürlemek, öte yandan İsrail’i koruyacak bir kalkana ev sahipliği yapmak gibi, tutarsız bir konuma düşmüş oluyor. Bu dış politikanın artık ne güvenilirliği ne de itibarı kalmıştır. Üstelik bu ayın sonlarına doğru Filistin devleti sorunu BM’e gelecektir. Türk dış politikasında yeni bir gerilim daha oluşacaktır.
Yaşananların arka planına baktığımızda Türkiye’nin bölgedeki politikalarının yakın dönemde birbirine zıt yönlere savrulduğu görülebilir. “Komşularla sıfır sorun”dan sorunsuz bir komşunun kalmadığı noktaya doğru hızla gidiliyor. Fakat daha en büyük komşuyla sorun noktasına gelinmedi. Olaylar hızla bu noktaya doğru ilerliyor. Söz ettiğimiz sorun, İran’la yaşanacak olanlardır.
Arap Baharı’na Batı dünyası olayları kendi çıkarları yönüne çekmek için müdahale edince Türkiye’de bu kervana katılmak zorunda kaldı. Elbette olayların Batı’nın istediği gibi mi, yoksa başka yönlere mi akacağı henüz belli değildir. Batı, artık hiçbir inandırıcılığı kalmayan “bölgeye demokrasi getirmek” bayrağını sallayarak işgaller gerçekleştirirken, Türkiye de bu suyu çıkmış “demokrasi” hedefini ileri sürerek ABD politikalarına destek oluyor. Çıplak gerçek ise bölge ve özellikle Kuzey Afrika’daki pazarı yeniden paylaşmaktır. Fransa’nın şimdiden Libya petrolünün yüzde otuzunu denetimi altına aldığı haberleri ortalığa yayıldı bile. Türkiye’nin amacı da bundan farklı değildir. Neoliberal politikalara daha derinlemesine açılacak olan bölge ülkelerinde pay kapmaktır.
Fakat burada önemli bir sorun vardır. Pay kapmak için Batı ülkelerinin yanında durup “demokrasi” bayrağını sallamak yetmez. Masanın başında büyükler oturuyor, küçüklere ne verileceğini onlar kararlaştıracak. Bunu da “hatır gönül” için yapmayacaklar. Hükümet Bingazi yönetimini tanır tanımaz televizyonlarda yine “uzmanlar” boy gösterip Türkiye’nin Libya’da neler “yapabileceğini”, daha doğrusu neler kapabileceğini büyük bir iştahla sıralamaya başladılar. Olaylar ilerledikçe görüntüdeki “demokrasi” söyleminin ardından çiğ gerçek ve çıkarlar öne doğru çıkıyor. Türk devleti paylaşım için yeni hayaller kuruyor. Ancak bu hayallere giden yol, Batı’nın bölgedeki niyetleriyle Türkiye’nin politikalarının ne ölçüde uyumlu olduğuna bağlıdır. Aslında denklem çok basittir. Türkiye, Batı stratejileri ile uyumlu davrandığı ölçüde, tüm komşularıyla sorunlu hale gelmek zorundadır.
Arap Baharı’yla bölgede yükselen gerilim daha yolun başındadır. Yakın geçmişte Irak’ın işgaliyle bölgede büyük gerilim yaşanmıştı. Fakat yaklaşan gerilim derinlik ve yaygınlık olarak öncekinden çok yüksek noktalara çıkma potansiyeline sahiptir. Türk devleti bugüne kadar gerilimlerin ortasında yan yollardan yürüyerek durumu idare etti. Yan yollardan yürürken İsrail’e karşı, çoğu sözde kalan kabadayılıklar yetiyordu. Fakat artık zaman ve alan daralıyor.