Son günlerin en önemli gelişmesi, Adana’daki saya işçilerinin bir arada davranmayı başararak patronlara diz çöktürmesi oldu. 2012 yılından beri aynı ücrete çalışan Saya işçileri, işkolunun dağınık üretim yapısına ve sendikasızlığa rağmen örgütlü bir tutum geliştirerek kısa sürede hedeflerine ulaştılar. 2012 yılındaki direniş deneyimleri bugünkü mücadeleyi destekledi. Kısa vadede büyük sonuçlar yaratmamış gibi görünen değerlerin nasıl geleceğe taşındığının çok önemli bir örneği ile daha karşı karşıyayız.
Ülkenin bir çok açıdan faşizm çukuruna yuvarlanmaya başladığı bir dönemde saya işçileri komiteler kurarak örgütlendi ve ortak kararlar aldı. “Saya işçileri direnişe geçmelerinin ardından komite kurarak kararlarını komite üzerinden aldı. Taleplerini işçilerin onayına sunarak karar haline getirdiler.” İşçi sınıfı örgütlenmesinin doğal halinin demokratik olduğunu ortaya koyan bir tarihsel deneyim bu. Farklı bakışa açılarına sahip ve farklı politik kökenlerden gelen işçilerin bir politik özne gibi davranabilmesinin, yabancılaşmadan sürecin aktif bir parçası olabilmesinin, her bireyin kendisini mücadelenin bir parçası hissedebilmesinin en önemli aracı hiç kuşku yok ki mücadele anında kurulan demokratik ilişki biçimi.
Mücadelenin çok önemli bir boyutu ise Suriyeli işçilerin de mücadelenin bir parçası kılınması. Arastada, yani ürünlerin satıldığı çarşıda çalışan işçilerin büyük bir kısmı son yıllarda Suriyeli olmuş. Burjuvazinin Suriye halkı için döktüğü timsah gözyaşları; atölyelerde, fabrikalarda acıdan ve yoksunluktan devşirilen yeşil dolarlara dönüşüyor. Türkiye işçi sınıfı, Arap Baharı sonrasında giderek daha da çok milletli bir hale dönüşüyor. Batı’ya kaçış furyasında Türkiye’den öteye gidemeyen yüz binlerce Asyalı, işçi sınıfımızın çehresini değiştiriyor. Burjuvazi ve orta sınıflar arasında alıcısı çok olan “Suriyeli” düşmanlığının aşılması işçi sınıfının en küçük kazanımı için bile neredeyse elzem bir hale geliyor. “Aynı ekmeği paylaştığımız Suriyelilerin eylemin dışında kalmasına izin veremezdik. Bu topyekun birlikteliğin ve kararlılığın sonucu patronlar taleplerimizi kabul etti.” Milliyetçilik engelinin aşılması işçinin karnının doyabilmesi için bir zorunluluk. Burjuvazi milliyetçilikle yönetiyor, kendisini işçi ile aynı ailenin parçası kılabilmek için milliyetçiliği kullanıyor. İşçiyi fabrikadaki Kürt’ten, Arap’tan, Bengladeşliden ayrı tutmak için milliyetçiliği, ırkçılığı kullanıyor. Mezhepsel ayrımcılığı sömürüyü katmerlendirmek için kullanıyor. İşçi sınıfı, Adanalı saya işçilerinin gösterdiği gibi milliyetçilik kapanına kısılmadığı oranda onurunu koruyabiliyor, ekmeğini büyütebiliyor. Suriyeli işçiler ise ortaya çıkan kardeşlik sonrasında geleceğe daha bir özgüvenle bakıyor, işçi kardeşlerinin dayanışması kendisini daha güçlü hissetmesini sağlıyor. Kasaba yozluğunun Suriyelileri linç etme yarışına girdiği bir dönemde işçi sınıfının dayanışması tüm ülkeye örnek olacak bir davranış sergiliyor: “Sayacılık yapan diğer Suriyeli arkadaşlarım da zam aldığı için mutlu fakat birlik olduğumuz ve dışlanmadığımız için daha mutlular. Eylemde kimse farklılıkları görmedi. Herkes sayacı oldu, işçi oldu, kardeş oldu, kazandık”. İşçi sınıfının eşitlik ve onur mücadelesinin doğal sonucunun kardeşlik olması hiç de şaşırtıcı değil. Büyüklü küçüklü Bonapartların ırkçılık, dincilik, faşizm rüzgarları estirdiği bir dünyada sınıf mücadelesinin taşıdığı demokrasi ve özgürlük potansiyelini ortaya koyan saya işçilerinin direnişi bu açıdan derslerle dolu.
“Ağustos ayında en az 217, yılın ilk sekiz ayında ise en az 1338 işçi yaşamını yitirdi.” Sermaye çevreleri ekonominin düze çıkması ve geleceğe güvenle bakabilmesi adına “yapısal reformlar” talep ediyorlar. Yapısal reformlardan en önemli kasıt ise sermayenin işçiler üzerindeki tasarruf haklarının daha da arttırılması, işten çıkarmanın daha da kolaylaşması, esnekleşmenin daha da derinleşmesi. Oysa var olan çalışma koşullarında günde ortalama 5 işçi iş cinayetlerinde ölüyor! Sermayenin faşizme verdiği desteğin en önemli boyutlarından bir tanesi de faşizmin, böylesi bir gerçeği karartabilmekteki başarısı. Bugün açıklanan %5.1’lik 2. çeyrek büyümesine bulaşmış olan işçi kanını bugün hiç kimse konuşmayacaksa bunda en büyük pay faşizmindir. Erdoğan’ın da sık sık söylediği gibi OHAL en çok sermayeye yaramaktadır. Finans kapitale ve KOBİ’lere sağlanan Kredi Garanti Fonu teşviği ile sermayenin yarattığı tüm riskler kamu maliyesi üzerine alınmış, işçiden, fındık üreticisinden, kamu çalışanlarından sakınılan kaynaklar sermayeye bol kepçe bir biçimde dağıtılmıştır. Faşizm ve OHAL, hukuku ve toplumsal denetimi yaşamın her alanından olduğu gibi ekonomi yönetiminden de uzaklaştırmaktadır. Bir gecede bir KHK ile kurulan ve şu anda devlet bütçesinden daha geniş bir kaynak yığınını kontrol eden Varlık Fonu Başkanı’nın bir anda neden görevden alındığını toplumun öğrenme şansı bulunmamaktadır, kapı arkası dedikoduları dışında toplumun bilgi edinme şansı bulunmamaktadır. Faşizm toplumsal alanın tüm boyutlarında olduğu gibi toplumun denetimini olanaksız hale getirmekte, bu kör alanda AKP çevresindeki yalaka takımı, tarikatların yığma kadroları semirtilmektedir.
Sosyalizm mücadelesi toplumun kendi ürettiğine sahip çıkma mücadelesidir. Oluşan toplumsal artığın nasıl değerlendirileceğine kasaba eşrafı menşeili siyasilerin değil tüm toplumun karar vermesini mümkün kılacak demokratik mekanizmaların yaratılması mücadelesidir. Saya işçileri, kendi alınterlerinin yarattığı değerin paylaşımının nasıl sağlanabileceği konusunda bir işaret fişeği çaktılar. Bizler de bu tarz zaferleri arttırmak, toplumun ürettiği üzerindeki denetimini arttırmasının bir hak olduğu bilincini yükseltmek, dünyanın kurtuluşunun milliyetçi, ırkçı, mezhepçi, dinci bakış açısından değil ancak toplumcu bir bakış açısından mümkün olacağını bıkmadan anlatmak durumundayız. Bizi milliyetçi olmamakla suçlayanlara göğsümüzü gererek “Biz milliyetçi değiliz toplumcuyuz, milliyetçilik toplum düşmanlarının en muhkem sığınağıdır.” diyebilmeliyiz.
Toplumun kendi emeği, kendi üretimi, kendi alınteri üzerindeki denetim hakkı demokrasi mücadelesinin temel bir bileşeni haline gelmedikçe; “Sınıf”, “Millet” karşısında ayağa kalkmadıkça demokrasi mücadelesinin de şirazesini bulamayacağı belki de 2017 Ağustos’unun ortaya koyduğu en berrak derstir.
[button link=”https://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]