Cumhuriyetin yeni bir dönemine doğru gidiyoruz. Olay “başkanlık sistemi” adıyla anılsa da konu basit bir anayasa değişiminden ibaret değildir. Bu geçiş sürecinin gerilim ve savaşlarla birlikte yaşanacağı çok açıktı. Bayram açıklamalarında Başbakan ve bakanlar ardı ardına yeni bir sınır ötesi operasyonun işaretlerini verdiler. Kanırta kanırta yapılan rejim değişikliği elbette “normal” yollardan ilerleyemezdi.
Cumhuriyet tarihine baktığımızda egemenlik ilişkilerini, yönetim biçimini, siyasal tabloyu köklü bir şekilde değiştiren üç önemli kırılma yaşanmıştır. Dördüncüsüne doğru gidiyoruz. Fakat sonuncusu öncekilerden pek çok bakımdan farklıdır, dolayısıyla etkileri ve sonuçları da çok değişik olacaktır.
Cumhuriyet boyunca egemenlik ilişkileri üç kez değişime uğramıştır. İlki, kuruluş yıllarındaki düzendir. Tek Parti döneminde çok cılız olan burjuvazi devletin vesayetinde beslenmiş, büyütülmüştür. Özellikle Vehbi Koç’un yaşam hikayesi buna çok iyi örnektir. Dolayısıyla Tek Parti yıllarında geleneksel bir yere sahip olan devlet sınıfları, başta ordu, egemenlik sisteminin odak noktasında bulunuyordu. Bankaların yaratılması, ardından Kamu İktisadi Kuruluşlarının (KİT) inşası ve devletçilik yoluyla ekonominin yürütülmesi bu o günlerde burjuva egemenliğinin kurulmasında atılmış tarihi adımlardır. Bilindiği gibi bu tarihi ve sosyal gerçeklikten dolayı bizde burjuvazi daima devlet karşısında düğmelerini iliklemek zorunda olmuştur.
Bu egemenlik ilişkilerinde, devlet eliyle burjuvazinin, yani bizde tekelci finans kapitalin yeterince semirmesinden sonra değişim sancıları yaşanmaya başlar. Finans kapital, geleneksel tefeci-bezirgan sermayesini Anadolu bayilik sistemi ile kendine bağlayınca egemenlik ilişkilerindeki yerini dev aynasında görmeye başlamıştır. Tek Parti döneminden Çok Partili yıllara fırtınalı geçişin altında bu kavrayış ve büyük güç kayması yatmaktadır. CHP’den doğan Menderes’in liderliğindeki DP, 50’li yıllarda içinden geldiği yapıyı umursamadan “çoğunluk oylarına” dayanarak kendisinin tek egemen zümre olduğu hayaline kapıldı. “Hürriyet” parolasıyla yola çıkmasına rağmen kendi geleceğini garantilemenin yolunu tüm muhalif güçleri bastırmakta buldu. Sendikalara, basına yasaklar gelmeye başladı; daha da ötesi Menderes CHP’yi de kapatma hazırlıklarına girdi. Fakat bu noktada henüz yeterince oturmamış olan egemenlik sistemi 1960’taki askeri darbe ile kırıldı.
1960’larla birlikte egemenlik sistemi yeniden kuruldu. İktidara büyük bir çoğunlukla gelince devlet vesayetinden birden kurtulabileceğini sanan Menderes’in bu macerası Yassıada’da bitti. Palazlanan finans kapital ve devlet sınıfları, yani ordu-devlet bürokrasisi arasındaki egemenlik ilişkileri, 60 anayasasında Milli Güvenlik Konseyi içinde dengelendi. Finans kapital orduyu atlamadan ve KİT’leri özelleştirmelerle yok etmeden planlı, karma ekonomi içinde yeni yolunda yürüyecekti. 80’lere kadar bu yoldan gidildi.
60’lar sonrasında düzende bir önemli gelişme daha yaşandı. Tek Parti döneminin durgun ekonomisi uluslararası “dostların” da müdahalesiyle 50’ler sonrası hız kazandı. Böylece “sınıfsız imtiyazsız” toplumdan artık sınıfların olduğu bir topluma geçilmişti. Sendikalar, ilerici, sosyalist partiler, çeşitli örgütlenmeler baharda doğanın coşması gibi siyasi sahneyi büyük bir hızla kapladı.
60’lı yıllarda kurulan egemenlik ilişkileri, kendi iç çekişmelerinden çok kapitalizmin mezar kazıcıları, işçiler ve yükselen devrimci hareket tarafından tehdit edilmeye başlamıştı. 60’lar sonrası ekonomik ve siyasal krizler kapıya dayanınca Vehbi Koç genelkurmaya gelenekselleşen mektuplarını yazarak, düzenin yeniden sağlamlaştırılmasını isterdi. 1970 ve 1980 askeri darbeleri egemenlik ilişkilerinde bir nitelik değişime denk düşmese de, sağlamlaştırılma adımları oldu. Ancak 80 darbesi sonrası yaşanan gelişmeler 60’lı yıllarda kurulan egemenlik ilişkilerinin zeminini oymaya başlamıştı. 1980 sonrası yirmi yılda ilginç gelişmeler yaşandı.
Yükselen sınıf mücadelesi ve hemen ardından Kürt Özgürlük Hareketi’nin doğuş ve güçlenmesi devlet sınıfları tarafından varoluşlarına tehdit olarak algılandı. Kenan Evren, sınıflı ve “parçalanmış” toplumu yeniden uzlaştırma yoluna çıktı. Siyaset ve siyasal partiler ülke için tehdit olarak algılanıyordu. 80’lerin ortalarında işçi ve gençlik hareketi yeniden yükselmeye başlayınca; öte yandan Kürt Özgürlük Hareketi mücadele niteliğini yükseltince ordu bir türlü kışlasına dönemedi. Bu dönem politikaya Milli Güvenlik Kurulu, Kırmızı Kitap ve derin devlet yön verdiler. Böylece egemenlik ilişkilerinde olmadık ölçüde devlet sınıflarının vesayeti arttı. MGK neredeyse sivil politikaya alan bırakmadı.
Oysa 1980 sonrası ekonomik alanda devletçiliğin toprağını erozyona uğratan güçlü akıntılar oluşmuştu. 80 darbesi öncesi Demirel hükümetinin 24 Ocak Kararları, darbe sonrası ANAP ve Özal hükümetlerinin tüm uygulamaları ve özelleştirme furyası ile 1960’larda kurulan karma ekonominin devletçi ayağı güçlü bir şekilde tasfiye oluyordu. Dünyada esen neoliberalizm rüzgarı Türkiye sınırlarından çok güçlü bir şekilde girmiş, eski ekonomik yapıyı hallaç pamuğu gibi atıyordu. Böylece egemenlik ilişkilerinde örtülemez ve yok edilemez bir çelişki sürekli derinleşiyordu. Bir yandan siyasal egemenlik MGK politikaları alanına daraltılarak, devletin gerçek sahibi ordunun vesayeti çok yoğunlaşırken; aynı zamanda onun egemenliğinin maddi tabanı sürekli eriyordu. Devletçi ekonomi tasfiye oluyor, KİT’ler özelleştiriliyor, sermaye akışı ve spekülasyon en özgür günlerini yaşıyordu. Bilindiği gibi bu tasfiyeler doğrudan ordunun maddi ekonomik temelini oluşturan ORKO ve OYAK’ın tasfiye edilmesine kadar ilerledi. Apoletlilerin vesayeti sadece güçlü bir tarihsel gelenekten kaynaklanmıyor, aynı zamanda güçlü bir maddi temele de dayanıyordu. 80’ler sonrası bu temel sürekli erozyona uğradı. Güç ilişkilerindeki bu toprak kayması sonunda siyaset sahnesine yansımamazlık edemezdi.
Elbette ordu vesayetinin 80’ler sonrası adım adım güç ve itibar kaybetmesinin altında sadece neoliberal ekonomik uygulamalar yatmıyor. En az onun kadar MGK politikalarının “başarısızlığı” ve tıkanmışlığı da rol oynamıştır. Özellikle Kürt sorununda her bahar sorunun çözüleceği vaadiyle en az on beş bahar geçmiştir. Öte yandan bu savaş derin devleti keyfileştirmiş ve çürütmüştür. Bitmek bilmeyen provokasyonlarla özgürlüklerin sürekli yolu kesilmiştir. Aynı zamanda, gerek devrimci hareketin yolunu kesmek için, hatta Kürt Özgürlük Hareketi içinde bölünmeler yaratmak için din tam bir siyasal araç olarak kullanılmıştır. Bir yandan özgürlüklerin yolu “bölücülük”, “terör” ve “irtica” gürültüleriyle kesilirken, öte yandan siyasal İslam’ın yolu açılıyordu.
Sonuç olarak 60’lı yıllarda kurulan egemenlik ilişkileri 80’ler sonrası siyasal ve maddi zeminini kaybetmiştir. Siyasi olarak her şeyi elinde tutan MGK ve derin devlet, fakat aynı zamanda ekonomik olarak neoliberalizmle altı sürekli oyulan bir güç! Bu çelişki kaçınılmaz olarak keyfilik ve çürüme yarattı. Vesayet kılıcını elinde tutan ordu, bütün heybetli duruşuna rağmen görünür bir şekilde çürüyordu. Eskiyen ve işlerliğini yitiren egemenlik ilişkileri böyle devam edemezdi. İki binli yılların başındaki AKP iktidarı bunun ilanı oldu. Ancak çöken ve çürüyen egemenlik yapısının yerine ne inşa edilecekti? On beş yıllık AKP iktidarı ve tüm ülke siyasi güçleri bu soruya cevap arıyor.
AKP iktidarının başlıca iki dönemi vardır. İlk dönemde AB yolundan yürür görünerek, “ileri demokrasi”, “üstünlerin hukuku değil hukukun üstünlüğü” söylemiyle MGK politikaları dönemine son verdiği görünümü yarattı. Buna bir de Kürt sorununun çözümü için “açılım” politikaları eklenince çoğu insan gerçekten ileri demokrasiye gidildiği kanısına kapıldı. Bu hayaller önce 7 Haziran seçimleri sonrası gelişmelerle; daha da kötüsü 15 Temmuz darbesi sonrası OHAL düzenine geçilerek düş kırıklığına uğradı.
Yeni egemenlik ilişkilerinin inşa sürecine bakıldığında AKP iktidarı kendinden önceki vesayet düzeni ne yaptıysa aynısını siyasal İslam rengiyle yapıyor. Son konuşmalarından birisinde Erdoğan “Ya öleceğiz ya olacağız!” dedi. Bu bir ajitasyon olmaktan öteye anlamlar taşıyor. Tıpkı 80 sonrası MGK günleri gibi, ordu devletin bütün imkanlarını elinde tutmasına, siyasi alanı belirlemesine rağmen maddi temeli ekonomi politikalarla eridiği için sonunda çürüyerek dağıldı.
AKP iktidarı adım adım siyasal iktidarı eline aldı. “Hükümet olup da iktidar olamama” dönemini çoktan aştı. Ancak siyasal iktidar oluş tarzı özellikle Gezi isyanı, 17-25 Aralık yolsuzlukları ve 7 Haziran sonrası eski derin devlet entrika ve provokasyonlarını çok aşan seviyelere vardı. Şimdi Saray’ın elinde siyasal iktidar ve keyfileşmiş bir devlet var. Ancak bu kadarı yeni egemenlik ilişkilerini yerleştirmek için yeterli değildir. En başta bir ekonomik temel, sonra egemen bir sınıf yaratmalıdır. Devlet ve toplum yapısını bağlayacak da bir ideolojik çimento gerekiyor.
Mevcut ekonomik yapı TÜSİAD’ı büyüten AB’ne bağlı bir ekonomidir. Saray her ne kadar AB’nin batmakta olduğunu düşünse de, bu gerçek bile olsa yeni bir ekonomik yapı inşa etmek yine AKP’nin önünde durmaktadır. Elbette AB batmıyor, bu nedenle mevcut ekonomik yapıyı bozma girişimleri kriz olarak geri döner.
Öte yandan, egemen finans kapitalle bilek güreşi yapabilecek sınıf Anadolu kaplanları ya da inşaatla büyüyen bazı firmalar ise Saray Trump’a bakıp geleceğini görebilir. Trump’ın arkasında biraz vergi kaçırma ve bol laf var; ancak Saray’ın ardındaki günahlar onu cehenneme götürecek kadar çok. En büyük 500’le kenetlenmek Saray açısından mümkün değildir; öte yandan yeni bir egemen sınıf yaratmak da imkansızdır, ancak devletin ihalelerine bakan bir rantiye sınıf yaratılabilir. Saray da büyük bir telaşla bunu yapmaya çalışıyor. Fakat böyle bir sınıf Saray’ın siyasal geleceğini hiçbir şekilde garanti altına alamaz.
Düzenin yeni ideolojik çimentosuna gelince durum öncekiler gibi umutsuz bir vakadır. İslami değerler cemaat savaşları, rant yağmaları ve yolsuzluklarla büyük bir yıpranmaya uğradı. Kurtuluş Savaşı yerine 15 Temmuz bayramını koymakla, 30 Ağustos’un yerine Malazgirt’i geçirmekle yeni ideolojik yapı inşa edilemez. Geriye korku yaratmak kalıyor. Saray’a biat etmeyen herkesin “terör yardakçılığıyla” suçlanma tehdidi, kurulmakta olan düzenin ideolojik zeminidir. Diğer tüm değerler çürütüldü.
Egemenlik sisteminde yaşanmakta olan dördüncü kırılma öncekilerden bazı noktalarda köklü bir şekilde ayrılmaktadır. Saray egemen zümre finans kapitalle çatışmalı bir durumdadır. Finans kapital daima ordu vesayeti ile birlikte davrandığı için önemli bir itibar yitimine uğramıştır. Fakat bu gücünden bir şey kaybettiği anlamına gelmiyor. Arada çıkışlar yapsa da, zamanını bekliyor. Avrupa ile ilişkiler bozuldukça finans kapitalin tepkisi yükselecektir.
Ekonomik yapı dışa bağımlı olarak da olsa belli bir üretim temeline dayanırken, artık inşaat ve ranta dayanan bir biçime evrimleşmektedir. Elbette böyle bir dönüşüm henüz tüm ekonomiyi kaplamamıştır. Ancak zorlanırsa, ki Varlık Fonu bu yolda bir adımdır, ekonomik yapı felaket getirecek kırılmalara uğrayabilir.
Öte yandan eskiden düzenin zaman zaman bir anlamda sigortası gibi işleyen vesayet sistemi, bir kurumdan alınmış, tümüyle bir kişiye geçmiştir. Garip görünse de, nur topu gibi yeni bir vesayet sistemine sahibiz. Vesayetin adresi Saray’dır. 15 Temmuz karanlık darbesinin devlet yapısında yarattığı tahribatın henüz derinliği bilinmiyor. Bu bilgiler üç kişide toplanmıştır: Erdoğan, Akar ve Fidan! Böyle karanlık bir keyfileşmenin içinde yeni bir rejim kurulma yoluna giriliyor. Bu kadarı bile geleceğin ne ölçüde sorunlu olduğunu gösteriyor.
Saray’ın siyasal tabanı sadaka alıp şükreden, çalışma kültüründen oldukça uzak, yolsuzlukları görmezden gelmeye alışmış, kasaba kültürü ufkundadır. Ayrıca tüm toplumun kılcal damarlarında çürüme ve ufuksuzluğun verdiği saldırganlık birikiyor.
Bu tablodan yeni bir sisteme yumuşak geçiş yapılamaz. Gerçekten daha sağlıklı bir toplumsal yapıya ulaşabilmek için arada bir çöküşün yaşanması kaçınılmazdır. Önümüzde duran alışıldık, bildik bir demokrasi mücadelesi değil, büyük risklerle yüklü bir mücadeledir.
Not: Mehmet Yılmazer bu yazıyı Sosyalist Dayanışma dergisi Eylül sayısı için 03.09.2017 tarihinde yazmıştır.
[button link=”http://www.sodap.org/mehmet-yilmazer-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]