“Bu yaz sıcak geçecek” klişesini fazlasıyla doğrulayan, politik açıdan kavurucu bir atmosferden geçiyoruz. TSK’nın ÖSO perdeli Suriye operasyonu hiç kuşku yok ki yaşanan tüm karşıtlıkların, çatışmaların, çelişkilerin yoğunluğunu ve ortaya çıkardığı şiddeti doruğa çıkaracak bir gelişme. Herkesin can havliyle kendi pozisyonunu tahkim etmeye çalıştığı Suriye cehennemi, çözüme belki de en yaklaştığı anda en büyük sıcaklığı yaratabilir.
ABD’nin bölge aktörlerini birbirlerine karşı konumlandırma ve hepsini bu biçimde yönetme stratejisi ne kadar başarılı olacak göreceğiz. PYD’nin önünün açıldığı süreç Türkiye üzerindeki basıncı arttırmak için kullanıldı, şimdi ise tersi yönde bir denge ile sürece müdahale etmeye çalışıyorlar. Yıllardır başlarına gelen her musibeti “üst akıl” ile izah etmeye kalkanlar şimdi CIA beslemesi çetelerle birlikte operasyon yapıyorlar, ABD’nin Kürtlere muamelesinden Ankara oldukça memnun görünüyor. Menbiç’te çok ağır yara alan IŞİD, TSK’yı muhtemelen anlaşmalı bir biçimde Cerablus’a kabul ederek PYD üzerindeki basıncı da dolaylı olarak arttırmış oldu. Erdoğan, en son Gaziantep konuşmasında PYD’nin de kökünü kazımaktan bahsetti. Türk devletinin kendisini hala dev aynasında görmeye devam ettiğinin açık işaretidir, PYD kısmen geriletilebilir ancak kendi içindeki Kürt Sorunu’nu savaşla 32 yıldır çözememiş bir devletin bu söylemlerinin hiçbir somut karşılığı yoktur. Daha çok da içerideki iğreti yeni iktidar bloğu taslağını ayakta tutmaya yaramaktadır. Sözcü gazetesinin 12 yaşında çocuğun kafasını kesen ÖSO çetelerine gösterdiği muhabbet öğreticidir. Türkiye toplumunun farklı renklerdeki gericilikleri açısından Kürt meselesi hala son derece önemli bir turnusol kağıdı işlevi görmeye devam etmektedir.
Devletin kadim Kürt düşmanlığı ile 7 Haziran’dan sonra olduğu gibi IŞİD’e vurur gibi yapıp PYD’ye saldırması, buna karşılık PKK’nin Rojava’daki gerilimi aynı dozda Türkiye sathına yaymaya çalışması toplumu dikiş yerlerinden patlatacak gerilim yükselmelerine yol açıyor. Şiddetin dozu o kadar yükseldi ki şiddet ile konuşmayan hiçbir politik aktörün sesi duyulmaz oldu. “Kürtlerin Suriye’de özgürce yaşamaları bizim için neden bu kadar büyük bir sorun?” sorusunu bile yüksek sesle dillendirebilecek aktörlerin sayısı oldukça az. “Milli Cephe”nin tabanının bu kadar genişlemiş olmasının toplum için en büyük sorun olduğu çok yakında ortaya çıkacak. Girilen bu yeni yol, barışçı bir çözümü çok daha büyük bir zorunluluk haline getiriyor ancak yaşanan ve yaşanabilecek şiddetin dozu ve ahmak faşizm ideolojisi çözüm ortaya çıkmadan tam anlamıyla istikrarsızlaşan ve yönetilemez hale gelen bir tabloyu da ortaya çıkarabilir. Bölgede inisiyatifi emperyalizmin elinden almak için de halklarımız arasında bir büyük buluşmayı inşa edebilmemiz gerekiyor. Bugün savaş politikasının yükseltilmesi emperyalizmin etki ağını derinleştirmesinden başka bir işe yaramayacaktır. Ancak savaşın tek taraflı olarak durdurulamayacağı bir eşiğin çoktan aşılmış olduğunu da herkesin görmesi gerekmektedir.
Erdoğan bir taraftan nefes nefese Suriye karmaşasına dalarken -operasyonun başlamasının Mercidabık Savaşı’nın yıldönümüne denk gelmesi ve 3. Köprü’ye Yavuz’un isminin verilmesi ahmak faşizmin kısır düşünce dünyası ile ilgili de aydınlatıcıdır- diğer taraftan da sermayeye, özellikle de yandaş inşaat şirketlerine devlet hazinesini tam anlamıyla teslim edecek işlere imza atıyor. 20 Ağustos’ta kabul edilen son Torba Yasa’nın 75. Madde’si bütün bir toplumun mega projeci şirketlerin paryası haline getirildiğinin en açık ispatıdır. Erdoğan’ın ve yürürlükteki ekonomi politikasının ayağını bastığı temel iktisadi noktanın bu mega projeler olduğu en son Gaziantep konuşmasında da görülebilir. 54 kişinin öldüğü bir katliamın taziyesine gidilmişken de laflar bir biçimde 3. Köprü’ye, yollara, tünellere gelebilmiştir. Bu inşaatlar AKP’nin hegemonya projesinin en az din kadar önemli bir ayağıdır. Malum olası bir finans hareketinin doları devalüe etmesi inşaat şirketlerini iflaslarla karşı karşıya bırakabilirdi. Türkiye Varlık Fonu ve Madde 75 devletin kasasını açıkça yandaş inşaat holdinglerine peşkeş çekmektedir. Bu holdingler yürüttükleri mega projeler ile ilgili olarak Kurumlar Vergisi’nden muaf tutulacaklar, stopaj ve gümrük vergisi muafiyeti de kazanacaklar, kamu arazilerini 49 yıllığına bedelsiz kiralayabilecekler, yatırım bitince bu araziye sahip de olabilecekler, elektriği %50 indirimli kullanacaklar, kullandıkları kredinin faizini 10 yıl devlet ödeyecek, uzman çalışanların maaşlarını asgari ücretin 20 katına kadar devlet ödeyebilecek, projeler sonunda ortaya çıkacak ürünü devlet birim fiyatı Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmek şartıyla satın alacak, yatırıma devlet %49 ortak olarak mali destek sağlayabilecek. Özellikle çevre açısından felaketlere yol açabilecek, ilkel sermaye birikiminin ve doğanın yağmalanmasının önündeki tüm engelleri ortadan kaldıracak düzenleme ise diğer tüm kanunlarda belirlenen ve projelerin uygunluğunu, ekonomiye ve istihdama katkısının kamu tarafından denetlenmesini sağlayan tüm denetim mekanizmalarının ortadan kaldırılması ile gerçekleşiyor. Böylece ÇED raporu meselesi örneğin tamamen rafa kalkabilir.
OHAL ile toplumsalın savaş ve yağma ile imhası giderek hızlanıyor. Sosyalistler şu andaki olanakları ile bu dalgayı tek başlarına geri çeviremeyebilirler ancak seyirci kalmak ve toplumla, ezilenlerle temas noktalarını ve diyaloğunu kaybetmek hiçbir biçimde kabul edilemez.
Ulusal ve küresel kapitalizm o kadar yönetilemez gerilimlerle yüklü ki kısa vadede yaşanacak büyük altüst oluşun altından sol için büyük olanakların ortaya çıkacağı görülmeli. Ancak o zaman rol oynayabilmenin koşulu bugünlerde sert esen rüzgarlara rağmen barış mücadelesine yüklenebilmek ve toplumsalın yağmalanmasına karşı tepki örgütleyebilmekten geçiyor.
[button link=”http://www.sodap.org/m-sinan-mert-tum-yazilari/” align=”right” font_style=”italic” icon=”momizat-icon-pencil” icon_color=”#ffff00″]Yazarın tüm yazıları..[/button]